MÜNAFIĞIN ŞİDDET VE TEHLİKESİ!? (III)

Saygıdeğer okurlarım!…

“Münafığın Şiddet ve Tehlikesi” başlıklı yazı serimize devam ediyoruz..

Öyle görünüyor ki, seri yazımız birkaç gün daha devam edecek.

Zira yıllardan beri olup bitenlerin ülkemizi ne kadar "derin" uçurumlara ittiğini..

Teknolojik olarak, ekonomik olarak, ahlaki olarak tüm değer varlıklarımızın "vahim" bir şekilde hegemonya altına alındığı..

Batıl ve yanlış bir sistemin etrafına dolanan siyasetin, "çözümsüzlük" hali…

Ki yıllar yılıdır, sadra şifa veren, yarar sağlayan, milletin "milli iradesi" paralelinde, yönetim anlayışını benimsemiş değillerdir..

Ne yazık ki..

Terör..

Şiddet..

Fakr-ü zarüret..

Ve tabi ki toplumsal "çürümüşlük", ne ülkenin ne de milletin "yakasından" düşmüş değil…

Sürekli yıkım yaşanmıştır..

Toplumsal travma karşısında "manevi ve maddi" yönden huzur sağlayıcı olunmamıştır…

Bakınız..

Türkiye'nin dört bir yanında..

Ki, Güneydoğu insanı özellikle..

Terörden; "zarar görmeyen, mağdur olmayan" aile kalmamıştır…

Keza kültürel olarak da erozyonlar yaşıyoruz..

Adeta emperyalist anlayışın kültürleriyle gençliğimizi yetiştiriyoruz..

Batıl bir milli eğitim sistemi altında; "gençlik" sağını-solunu, önünü göremez hale gelmiş..

Gençlik, çağın gençliği değil..

Üreten, araştıran, sorgulayan, soruşturan değil; ezberci!..

Teknoloji olarak nerdeyse ibresi daima aşağıya doğru vurmaktadır.

Hala da montajlı bir teknoloji ile yetiniyoruz.

Peki sormazlar mı?

Ey siyasi partiler..

Ey siyasi partilerin liderleri..

Ey iktidar..

Ey muhalefet..

Ey milletin iradesiyle parlamentoya giden mebuslar..

Ey devlet-i aliye!…

Hal-i vaziyet, neyin hikmetidir?

Bu batıl, kokuşmuş sistemin "sadra şifa vermez" haline daha ne kadar, boyun eğici olacaksınız..

Kendiniz eleştiriyorsunuz..

Kendiniz tepki koyuyorsunuz..

Sistem, çürümüş, iş görmez, huzur ve istikrar sağlamaz diyerek, "dem" vuruyorsunuz..

Her seçim döneminde..

Her oy istenildiğinde; bu minvalde "naraları" atıp tutuyorsunuz..

Ama ne hikmetse; seçim ve iktidar sonrası "her şey" unutuluyor..

Özellikle, "bu sistemin" süzgecinden geçmiş siyasi parti ve liderleri..

Ki bu sistemin başında ve idaresinde, bulunmanıza rağmen ne yazık ki, "sistemin zülfüyarına dokunulmamış.."

Aynı anayasa..

Aynı yasalar..

Aynı kanunlar..

Ve uygulamalar deseniz aynı mevcudiyetiyle; işliyor..

***

Bakınız..

Bir önceki sohbet yazımızda da vurgulamıştım..

Ki hep ifade ederim…

Şöyle ki…

Şişirilmiş tağuti bir düzenin hegemonyası altına yürütülen bir siyaset güdümlü bir siyasettir…

Üretimsizdir..

Kısır döngüdür..

Çünkü Türkiye'deki siyaset bir asırdır; "NATO, Birleşmiş Milletler, ABD ile diğer haçlı ve Siyonist hegemonyası altında yürütülegelmiştir…"

Onun içindir ki, memleket bir türlü başını belalardan, kötülüklerden, musibetlerde kurtaramıyor.

***

Değerli okurlar..

Yüz yıllık zaman diliminin son 15 yılını çıkarırsak..

Yani, AK Parti dönemini, gözönüne alırsak..

Gerçekten ülke ve millet adına, "milli ve yerli" bir yönetim anlayışını benimseme yönünde önemli adımlar atmıştır..

Bir şeyler yapmaya çalışmıştır…

Hele ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın büyük gayretleri gözardı edilemez..

İnkarı ne mümkün?

Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm bu mücadelelerine rağmen ülkeyi ve milleti bir noktaya taşımak istiyorsa da; ne yazık ki muhalefet "takoz" misali, engel oluyor.

Adeta batı adına çalışıyor.

Ki o da bilinen bir siyasi kuruluş olan Cumhuriyet Halk Partisidir..

Nitekim ülkenin siyasi tarihine baktığımızda; varlığı da uygulamaları da hep "yıkım ve yanlışlar" üzerine olmuştur…

İşte Lozan Antlaşması başta olmak üzere…

Ayasofya Camisi’nin de mescit olmaktan çıkarılması..

Haçlı batının istek ve doğrultusunda, özellikle İngiliz ve Fransızların talimatları doğrultusunda yeniden kilisteye dönüştürülmesi..

Hiç kuşkusuz tarihi Cumhuriyet Halk Partisi bunu 1924’lerde taahhüt etti..

Tıpkı 1923’teki Lozan Antlaşması gibi..

Ama ne antlaşma…

Evlere şenlik!..

Maşallah nazar değmesin..

Hezimet...

Koskocaman ülkenin 3 bin kilometrekarelik bir coğrafyası, 780 bin metrekareye indirildi…

Sahada kazanılan, masada geri verildi..

Ve buna da imza atan CHP'dir..

Adına da; "kurtarıcılık-zafer" denilmiş…

Zaman zaman Cumhurbaşkanımız buna değiniyor ise de bu gerçeği dile getiriyor ise de.

Ama ne yapacaksınız?…

“Ve’l hükmul’il ekser…”

Yani "hüküm daima çoğunluğun elindedir" kaidesiyle yine söz Cumhuriyet Halk Parti’nin anlayışı, yani şeflik ve dipçik zamanının anlayışı paralelinde hareket ediliyor.

Söz yine hükmen de olsa Cumhuriyet Halk Partisinindir.

Zira Anayasa, mevcut yasalar onların anlayışını koruyor.

Çünkü gelen-giden muhafazakar partiler ve hükümetler hiçbir şey yapamamıştır.

Bundan sonra yapabileceğe de benzemiyor.

Ama Allahtan ümit kesilmez.

İşte olup biten ülkenin bu gerçekleri karşısında, yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade çok gerçektir, dayanıklıdır, velev ki birilerinin zülfüyarına dokunsa dahi "ayet" gibi hakikatleri içermektedir…

Öyle ümit ediyoruz ki belki siyasiler, özellikle iktidardakiler kendine bir çekidüzen verirler, akıllarını başlarına alırlar.

Yoksa bu hali pür melalimize bir çıkış yolu bulunamaz gibi geliyor.

Bakınız değerli okurlar!

İki gün evvel Avusturya’da 7 caminin faaliyetleri durduruldu…

60 imam da sınırdışı edildi.

Ve buna da "islamafobi tehlikesi var" gerekçesini gösteriyorlar.

Ve tüm İslam dünyası da ne yazık ki bunu büyük bir suskunluk içerisinde, sukütla izliyor…

Özellikle Türkiye’de…

Her ne kadar bazı müsbet kesimler tarafından; "vakıa" kınanmış ise de bir netice yok.

Anlaşılan budur ki; böylesine önemli bir meseleye siyaset umursamazlık gösteriyorsa demek ki, "güdümlü" siyasettir…

Nasıl şeffaf ve özgür bir siyaset diyebiliriz ki…

Nasıl milli irade ve temsiliyeti diyebiliriz ki?

Madem öyleyse…

O Hristiyan Haçlı İslama tehlike diyorsa…

Camileri tehlikeli görüp kapatıyorsa…

Kendi ülkesinde; "İslam'a" geçit ve yaşam hakkı tanımıyorsa…

Niye, biz de bilmukabele misilleme olsun diye, hamle geliştirmiyoruz..

Niye Ayasofya’yı hemen kilise ve müzeden çevirerek en kısa zaman içerisinde yeniden camiye dönüştürmüyoruz..

Bunu ivedilikle yapmamız lazım…

Yapmasak onlar daha fazlasıyla şımarırlar, şişerler ve bizi hiçe sayarlar.

Bunu yapabilecek bir insan varsa…

O da inanıyoruz ki Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Sert çıkışlarıyla zaman zaman batı dünyasına ders veriyorsa da fakat ne yazık ki yalnızdır…

Yerinde kalıyor.

Ayasofya’nın şuanki hali, Fatih Sultan Mehmet’in ruhunu incitiyor…

Hele ki, Kudusü Şerif’in Mescid-i Aksa’nın halen esaret altında bulunması Selahaddini Eyyubi'nin kemiklerinı sızlatıyor..

Biraz kendimize bakmamız lazım…

Hem de etraflıca bakmamız lazım…

Ufkumuzu genişletmemiz lazım.

Yoksa yakın bir gelecekte bu dar çerçeveli politikayla ülke yönetilmez.

***

Ama heyhat!

Ne yapacaksın…

Bakınız ranta ve dış mihraklara dayalı faaliyet gösteren siyasetin üç ana hedefi vardır.

Birincisi rant,

İkincisi rüşvet ve şehvet

Üçüncüsü makam ve gelecek…

Bu da Avrupa’dan ithal edilmiş güdümlü ve kirli bir siyasetin sonucudur.

Oysa ki milli iradeye dayanan bir siyaset hiçbir zaman rantı ön plana almaz,

İşte hali alem meydanda…

Yıllardan beri Türkiye batı dünyasına karşı bir türlü kendini koruyamamış, hamle geliştirememiştir…

Hazırlık içerisinde olmamıştır..

Bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi bazı siyasi partilerin bazı şahsiyetleri bünyesine taşıyıp onlardan bir ümit bekleme gibi gaflet içerisinde olmaları, sonuç değiştirmez..

Dün olduğu gibi bugün de; o şahsiyetler için söylediklerimiz geçerlidir..

Ki söylediklerimizin arkasındayız..

Çünkü, tarih tekerrürden ibarettir..

Hele ki, güdümlü siyaset, icra ediliyorsa!...

En derin saygı ve sevgilerimle…