MÜSTAKİL VE BAĞIMSIZ OLMAK!

Evet, sevgili okurlar.

Üzerinize afiyet, "iki günden buyana soğuk algınlığıyla" boğuşuyorum…

Hayli rahatsız idim…

Tedavi gördüm…

Hastalık nedeniyle, iki günden buyana yazı yazamadım…

Öyle ki, Pazartesi akşamı Ömer Büyüktimur ile “İSLAM’DA HELAL VE HARAM” adlı programımızı da yapamadık..

Özür beyanıyla…

Bugün, Allah'ın verdiği şifa ile… Ki Alah'a binlerce şükürler olsun..

Kendimi sağlıklı olarak hissettim ve inşallah yazı yazmaya devam edeceğim.

Bu sohbettimizden önceki sohbetimizde, bazı önemli konulara değinmiştim.

Bunları başlık olarak sizinle bugün de paylaşmak istemekle beraber, daha yeni oluşumlar, bulgular, gelişen ve oluşan olayları detaylı bir yekilde, aktarmak istiyorum…

Bir önceki yazımızın son bölümüne doğru, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasından başlıklar aktarmıştım…

Malum geçen hafta, Cumhurbaşkanımız 81 İl’in Valileriyle bir toplantı yaptı..

Beştepe'de, onlara seslenmişti..

Toplantıda gerek Türkiye açısından olsun, gerek dünya kamuoyuna karşı olsun, yapmış olduğu konuşmanın muhtevası, gerçekten tarihi nitelik taşıyordu…

Herkesin, bu konuşmanın başlıklarından birer tanesini kendisine ders-i ibret alması gerekir…

Ki ona göre kendine çekidüzen verme şansını yakalayabilmiş olsun…

Bakınız, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın kullandığı “Türkiye'nin bağımsızlığına leke sürdürmeme kararlılığı, evet birilerini ciddi olarak rahatsız ediyor” cümlesi, nerdeyse kamu vicdanına yerleşmiş bir slogan haline geldi.

Zaten bunu bilmeyen de yok.

Hani diyorlar ya;

“Hindistan’daki sağır sultan dahi bunu biliyor”

Türkiye’nin dostu kim, düşmanı kim?

O da belli...

Ama biz, ne yazık ki içimizdeki piyon düşmanları bir türlü tanıyamadık, tespit edebilme başarı ve cesaretini ortaya koyamadık…

Veyahut koymak istemedik...

Bundan sonra da tanıyacağa pek benzemiyor?

Zaten pek de niyetimiz yok gibi.

Eğer birileri tanımış olsaydı, onlara resmi el uzatma yerine resmi bir yumruk beyinlerine indirilmiş olsaydı, o münafıklar, munafıklıklarını terk eder, itaatkâr hale gelirlerdi…

Velev ki ciddi olmasalar bile böyle görüntü verirlerdi kendilerine…

Ama heyhat!

Pisliğe karşı iyi niyet namına nezaket gösteriliyor.

Ve buna da demokrasi deniliyor…

Şeytana karşı demokrasi olur mu?

Ama kendini bilmeyen nezaketsiz insanlar, bunu hiçe sayıyor.

Ve Türkiye’nin aleyhine çalışanların, yaptıkları yanlarına kar kalıyor..

İşte Kılıçdaroğlu vs. daha kimler?

Türkiye bugün kim ne diyorsa desin, içten kavgalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bazı milletvekillerinin konuşmaları, zaten kendilerini ele veriyor.

Cumhurbaşkanımız, her ne kadar “Türkiye'nin bağımsızlığına leke sürdürmeme kararlılığı, evet birilerini ciddi olarak rahatsız ediyor” derse desin…

Zaten bu iki kere iki dört eder derecesinde kat’idir.

İşte bu birileri kim?

Onlar da teşhis edilse, ipucu verilse.

Onlar da bitse, Türkiye sapasağlam olur.

Ama o yapılamıyor.

Zira Türkiye laikçi Kemalist bir anlayışla donatılmış bir rejim ile yönetiliyor…

Ve buna "heyhat" demekten başka çaremiz yok.

O rejimin kanun koyucuları dahi bugün inanın dünya kamuoyu nezdinde olsa da o halk tükürükleriyle onları boğazlar.

Ama heyhat!

Yok.

Herkes serbest.

Bu itibarla oldukça keşmekeşlik, tutarsızlıklar, antidemokratik mezalim, keyfi uygulamalar, rasgele konuşan baykuşlar, istediğini sözde kendi partileri adına konuşup duruyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti “Demokratik” bir devlettir.

Bir “Hukuk Devletidir” dediğimiz müddetçe, o pislikler o kavramın gölgesinde palazlanıp, büyümeye devam edecektir…

Çünkü ümitleniyorlar, kendilerine mesafe ve alan açıyorlar..

Müstakil, bağımsız, demokratik bir ülke olarak hep kendini tanıtan bir Türkiye, ne yazık ki bugüne kadar pek ilerleme kaydetmemiştir.

Çağdaş bir dünya olma hasebiyle, Türkiye’nin de kendine bugün bir yerde yer alması lazımdı.

Ama devlet büyükleri, ikide bir çıkıp AB’den ümit bekleyip “Aman bizi almazsanız da yine bekliyoruz, bizi ne zaman alırsanız alın” gibi tavırlar içerisinde olmaları, Türkiye hep zarar vermiştir…

Ki, kamuoyunu hükümetten soğutuyor.

Ve der demez başkasına oy verme noktasında, fikir değiştiriyor..

Terör diz boyu.

Kim ne yapıyorsa yanında kar kalıyor.

* * *

Bakınız, dün Mersin’de polis servisine bomba atıldı…

12 yaralı var..

Şans eseri bu kez "şehit" yok…

Ama, Kuzey Irak'taki operasyon esnasında, 4 şehidimiz var..

Burda kaç şehit, kaç ölü, hesabı değil…

Mühim olan olayların vuku bulmasıdır..

Türkiye’nin başkentinde "terör vahşeti" oluyorsa ve yüz insan ölüyorsa…

Genelkurmay’ın yanı başında patlama oluyorsa, otuz-otuz beş kişi ölüyorsa…

Mersin’de oluyorsa ve bir arpa boyu kadar bunu önleyebilecek bir tedbir alınamıyorsa….

İçinde bulunduğumuz duruma; “Vay halimize!” demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Allah’ın her günü kulağımız artık şehit haberlerine alışmış durumda...

Artık halka da tuhaf gelmiyor.

Alışıla gelen bir vakalar silsilesi halini aldı.

Gerçekten hangi vicdanlara bunu sığdıracağız ki?

Doğrusu merak ediyorum!

Acaba herkes başını yastığına rahat koyup da uyuyabiliyor mu?

Ben şahsen bu hususta düşünen birisi olarak çok büyük huzursuzluklar içerisindeyim..

Ve ah u eninler çekerek, bu memleket nereye gidiyor diyerek başımı yastığa koyuyorum.

Çünkü yıllardan beri; Türkiye’yi kirleten ırkçılık, kavmiyetçilik taassubuyla zehirlenen bir gençliğin veyahut bir siyasetin varlığıyla mücadele etmekteyiz..

Bu hususta çok büyük faturalar ödedik.

Evlatlarımız, insanlarımız şehit oldu gitti.

Ama yıllardan beri devletin bünyesindeki oluşan ve görünmeyen kirlenme mikropları bir türlü temizlenmiyor, üremesine engel olunamıyor…

Çünkü, "doğru ve samimi bir bakış" yok…

Devletin büyüteç gözü ne yazık ki, "rejimin ve anayasanın yanlışlığı" içinde, görmez halde bulunuyor..

Ve kimse de, görmüyor, üstüne alınmıyor, çözme gayreti göstermiyor..

Hani demişler ya;

“Suç gayrimeşru doğan bir çocuktur, kimse onu üstlenemiyor”

* *

Bakınız, Kuzey Irak.

Öyle oyunlarla karşı karşıya kaldı ki…

Enva-i kumpaslar, hileli, kurgulu senaryolar üretiliyor ki, akla ziyan...

İşte, “Haşdi Şabi…”

İran’la Irak arasında yanlış bir mezhebe bağlı olan, sözde Alevilik Rafızilik Kızılbaşlık bir mezhep içerisinde; yola çıkan bir örgüt…

Ve oraya gelip Kürtleri, Türkleri, Arap’ları katlediyor.

Mezhepçilik adına yapacağını yapıyor.

Ve Bağdat dahi onu koruyor.

Hatta Türkiye dahi nerdeyse onun yanında yer alacak konuma gelmiş?.

Haşdi Şabi Farsça bir kelime olup sekiz değişik fraksiyon demektir.

Yani, 'Sekiz mezhep' demektir.

Ve “Allah” mefhumu hiçbirisinin bünyesinde bulunmuyor.

Ama kime anlatırsın?

Geldi Kerkük’e dayandı.

Kerkük Türkleri de pek "kendi içlerinde" barışık değiller…

Zira en büyük bölümü Alevi ve Rafızi anlayışına sahip olup, en küçük bölümü ise Sünni inanmış bir grup olarak biliniyorsa da o da etkisiz ve yetkisiz durumdadır.

Hâlbuki İran, bu işin çok büyük kışkırtıcısıdır.

“Bağdat’ı destekliyor” görünümü veriyor kendine.

Keza Irak’ın Amerika ajanı İbadi de aynı şekilde.

Sonuç itibariyle; kimin eli, kimin cebinde olduğu belli…

Ama heyhat!

Demekten başka bir çaremiz de yok.

Cumhurbaşkanımız, çok büyük deneyimlerden geçmekle beraber Allah onu koruyor, yol gösteriyor ve geç olsa bile kendisi de kendine geliyor ve bazı şeyleri görüyor.

En derin saygı ve sevgilerimle...