Görüş Bildir

SİYASET DİLİ İNANDIRICI DEĞİLDİR!? (III)

 

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet yazımız, sadece internet sitesinden okur potansiyeli 24 saat içerisinde 55 bine yükseldi.

Evet, elbette ki siz değerli okur potansiyeli bizi memnun ediyor, mutlu kılıyor ve fazlasıyla çalışma azmimizi de artırıyor.

Motive ediyor…

Hizmet aşkımızı zirvelere tırmandırıyor.

Böyle okur potansiyeli yakaladığımız an kendi kendimizi sorgulamaya başlıyoruz.

Yani "nasıl susalım, nasıl sükut edelim, nasıl yazmayalım?" diye...

Dün de ifade ettiğim gibi…

Elbette ki;

“Konuştuğun her söz doğru olmalı, ama her doğru her yerde söylenmemelidir” ifadesi bana ait değil…

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerine aittir.

O büyük Üstattan aldığımız her mesajı elbette ki siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Üç günden beri yazımıza başlık olarak kullandığımız “SİYASET DİLİ İNANDIRICI DEĞİLDİR” sözü artık bir slogan haline getirilmelidir.

Zira yüzyıldan beri, hatta yüz elli yıldan beri “Tanzimat Fermanı”ndan günümüze kadar "siyaset dilinin" konuştuğu her şey içi boşaltılmış, yanıltmaya ve kandırmaya yönelik ifadeler içermektedir.

Ama içi boş, dışı nakışlı, süslü, albenisine hâkim ifadeler…

Lakin, görünen odur ki iş filiyata yani uygulamaya gelince; konuşulan her şey "milli" kimlikten uzaktır..

Çünkü milli değildir…

Hep dışa yönelik ve haçlı emperyalizmin istek ve arzuları doğrultusunda projelendirilmiştir..

Ve bu minvalde oluşan bir siyaset dili kullanılıyor..

Bu siyaset dili tıpkı günümüzdeki gibi oldukça insanları ümitsizleştirdiği gibi, "akı kara, karayı da ak" olarak göstermektedir…

Siyaset alanında verilen tüm milli mücadeleler her neyse, hepsi akamete uğratılmıştır..

Terör potansiyeli oldukça her gün biraz daha artmaktadır…

Gemi azıya vurmuş!…

Halkı tedirgin ediyor….

Nerdeyse Anadolu insanı olarak terörün "kahır ve şiddetinden" nasibini almamış bir aile kalmamıştır.

Evet, sevgili can dostlar.

Bu söylediklerimize delil istiyor iseniz millet olarak, hatta tüm İslam dünyası olarak yaşam, giyim-kuşam, hal ve hareketler orta yerde zaten kendini ele veriyor.

Bir arpa boyu kadar İslam’a yönelik devlet tarafından yapılan bir hizmet bulunmamakla beraber, tam tersine milli irade paralelindeki tüm milli politikalar, dinden sıyrılmış, fıkhi meselelerden soyutlanmış, hukuki gerçeklerden uzaklaştırılmış, nerdeyse terk-i din diyebilinecek hale gelmiştir.

“Bir Türkiye, bir İslam dünyasının bundan sonra yapacağı ne olmalıdır” sorusuna verilecek tek cevap bu olmalıdır.

“Ey millet-i merhume!

Yeter artık uyan.

Siyaset diline inanma, güvenme, sadece göz boyamasıdır, kandırmacalara yöneliktir ve inanan milletimizin gözünü hep maddeleştirmeye yönelik madde propagandası yapıyor.”

Ama din, iman, Kur’an propagandası yapılmıyor.

Böyle olunca da CHP’nin altı oklu hâkimiyeti ortaya çıkıyor ve İstanbul’a doğru yürüyor.

Sormazlar mı?

Ey CHP, sen niye İstanbul’a doğru yürüyorsun?

Sen meclise yürü, mecliste otur, mecliste konuş, hak ve hakkaniyeti oradan ara.

Sokaklarda, yollarda, terör hükmünü icra etme.

Biz bunu söyleyebiliyoruz.

Kamuoyu olarak söylüyoruz, milletimizin adına söylüyoruz.

Ama ne yazık ki milli irade kavramını elinde tutan millete yönelik hiçbir icraat ortaya koymuyor…

Ki görünen de orta yerde…

Hangi iktidar gelmişse, devlet ihaleleri pazarlanmıştır, yandaş ve çağdaşlara teslim edilmiştir.

İslamsız bir ülkenin varlık gücü söz konusu olmadığı gibi, hâkimiyetti de elinde tutamaz…

Hakimiyet-i milliye tamamıyla millilikten çıkarılmış oluyor...

Dümdüz bir sahaya oturtturuluyor.

Hem de yakıcı, kumlu saha.

Kurak, susuz ve bitkisiz bir çöl gibi!…

* * *

Bu nedenledir ki Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur'ân'a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur'ân'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur'ân'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mucize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış.

Lisanın, Kur'ân'ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur'ân'ı oku.

O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.”

O büyük üstat şöyle devam ediyor;

“Ey asırlardan beri Kur'ân'ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları!

Uyanınız!

Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat'iyen akıl kârı değil!

Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur'ân'ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.

Beş yüz senedir yattığınız yeter!

Artık Kur'ân'ın sabahında uyanınız.

Yoksa, Kur'ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.”

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar. 


Bu Makale 1930 kere okunmuştur.