SİYONİZM'İN HAKİMİYETİ - MÜSLÜMANLARIN ZAFIYETİ!

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten yaralar çok derin, eştikçe acıyor ve kanama yapıyor.

Dertler büyük.

II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ve Cumhuriyetten günümüze dek tüm olup bitenler, başlı başına rasgele olaylar değildir.

İttihatçıların 1909’da kurdukları İttihatçı hükümetten sonra oluşan I. Dünya Savaşı, ne yazık ki Osmanlının mağlubiyetiyle sonuçlandı.

Müstevli, işgalci haçlı emperyalist İngilizler, İstanbul’a girdiler.

Mondros mütarekesi, Sevr Antlaşması, Lozan Zaferi (!) derken, kurulan cumhuriyet ve bugünkü işgalci İsrail’in İslam dünyası üzerindeki hâkimiyeti.

Hele hele ABD’nin, İsrail’in kirli emellerine çanak tutması da apayrı bir garabet ve ibretliktir..

Maalesef, vuku bulan her olaydan sonra İslam dünyası kendini toparlayıp ders alması gerekirken, ne yazık ki hiç de kıpırdayamıyor.

Ders almıyor…

Zafıyet içerisinde kalıyor...

Ne acı bir durumdur ki; İslam ülkelerindeki sonradan kurulan bazı devletçikler de, nerde ise bu tür olaylara alkış tutuyor.

Böylesine gayretsizlik, şerefsizlik, adilik görülmemiştir, düşünülmemiştir.

Yalnızca Türkiye insanı olaya karşı büyük infial gösteriyor ve lanetliyor…

Tüm Siyonizm ve Haçlı dünyasını tükürüğüyle boğmak istiyor.

Silahlarıyla demiyorum.

Zira silah yok ki; neyi, kimi vuracak?

***

Çok sevdiğim, saydığım, hürmet gösterdiğim, kalbi derinlikleriyle takdir ettiğim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gerçekten meydan okuyor.

Siyonizm’e karşı, haçlılara karşı, tüm dünya keferetül fecerelerine meydan okuyor…

Mücadele ediyor, çaba gösteriyor ve herkesi gayretli olmaya davet ediyor...

Ama ne çare ki; "yalnız" kalıyor, direnen tek lider…

Ne hazindir ki anamuhalefet partisi lideri başta olmak üzere muhalefet, İsrail’i ve ABD’yi bu hususta kınamak, eleştirmek bile işlerine gelmiyor.

Karşı duruş sergilemiyorlar…

Nitekim, İslam ülkelerinin bir çoğunda durum aynı..

Onun içindir ki…

“Ard-ı Mev’ut” denilen vaat edilmiş coğrafya olarak gösterilen “Nil ile Fırat” arasındaki coğrafya için; mülkiyeti “bize aittir” diyen Yahudi kefereleri, ne yazık ki her gün biraz daha dev adımlarla ilerliyor.

Bakınız, önceki akşam Trump'ın Kudüs-i Şerif’i İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi, bir meydan okumadır.

Bu bir vurdumduymazlıktır.

Bu bir küstahlıktır ki; böyle yapıyor.

Tüm bu saydıklarımın hepsinden en acısı, en düşündürücüsü olan da şudur ki; İslam dünyasının birbirine güvenmemesidir.

Birbirini sevmiyor..

Yani, İslam’la bir alakaları kalmamış gibi…

Zira Erdoğan hariç…

İslam dünyasının başındaki diğer liderlerin yüzde 90’ı ajan, piyon ve satılmış gamsız insanlardan oluştuğunu söyleyebiliriz.

Ne var ki, ümmet de İslam’ın gerçek çizgisinde yürüyemiyor.

Sadece kelime itibariyle, kavram olarak “Ben Müslüman’ım”, biz ümmetiz, biz amentünün şartlarına inanıyoruz deyip dururuyor..

İş, uygulamaya gelince tam tersine İslam’ın, Kur’anın, Şeriat-ı Garra-yı Ahmediye’nin semtinden bile geçilmiyor.

Sadece şekilciliktir, madrabazlıktır, küstahlıktır, riyakarlıktır almış başını gidiyor.

Zaten mevcut rejim ve sistem itibariyle de “böyle gerekiyor” düşüncesiyle herkes yola çıkmış durumda.

Buna da “Ilımlı İslam” diyorlar.

Namaz kılıyor, şeklen kılıyor.

Tabii istisnai haller hariç.

Elbette ki çok ihlaslı, çok iyi niyetli, çok değerli, Kur’ana bağlı gayretli Müslümanların sayısı giderek azalıyor..

Bugün Türkiye’mizde 81 ilin kapsadığı 80 milyon insanın yüzde 90’ının namaz kılması gerekirken, bu namaz kılma şekli yüzde 35’lere kadar inmiştir.

Uyuşturucu alışkanlığı, ne yazık ki bırakın ilkokul, ortaokul, lise veya üniversiteyi, kimse kusura bakmasın altı yaşına kadar düşmüş durumda olduğunu duyuyoruz.

Dedik ya her şey, herkes şekilcilik, Müslümanlığın şekilcilik tarzıyla yetiniyor, kandırıyor, aldatıyor.

Münafıkça İslam’ı arkadan vuruyor.

İbadet yapıyorum derken, nerdeyse ihanet yapıyor.

Hele hele “hac ve umre” tanzim eden bazı önemli Turizm Şirketlerinin yaptıkları edepsizlikler, diz boyu.

İslam’ın adını kullanarak, şeair-i İslamiye’den olan “Hac ve Umre” gibi kutsal ibadetlerini ticarete dökerek, o ticaretle, o zihniyetle bol miktarda para kazanmak için, envai türlü rezillikleri işliyorlar.

Ve buna da “Ilımlı İslam” deyip geçiyorlar.

Ya Diyanet İşleri Başkanlığımız ne yapıyor acaba?

Tabi o da aynen bünyesinde “Hac ve Umre” mevsimlerinde Vakıflar adı altında “nasıl millete ibadet ettireceğiz” yerine “nasıl para kazanacağız” anlayışının hâkimiyeti söz konusudur.

İslam’da olmayan, uzaktan yakından şer’i esaslara uygun olmayan şekilleri “Hac ve Umrecilere” uyguluyorlar.

Fıkhın, şeriatın, Kur’an ve sünnetin kırmızıçizgilerini aşarak, kendi kirli emellerine uygun hareketle yola çıkarak, milletten aşırı derecede “euro ve dolarını” alıp ceplerini dolduruyor o şirketler.

Ama en büyük rezalet olay şudur ki;

Kadınlar üzerine…

Genç ve güzel kadınları ön plana alarak, onlara sözde hac ibadeti hocalığını yaptırıyorlar.

Bilindiği gibi hiçbir kadın mahremi, yani nikahı düşmeyen bir yakını olmadan hac ve umre ibadetini yapamaz.

İllaki yanında nikahı düşmeyen bir yakını olması gerekir.

Aksi takdirde bu ibadetler yerine gelmediği gibi, fesat ve fitneyle dolu günahların işlenmesi kaçınılmaz hale gelir..

Şöyle ki;

Adam diyor; “Senin yakının yoksa hanımefendi, gideriz notere şeklen sen filanca adamı kendine baba olarak göstereceksin, ya da kardeş olarak göstereceksin, ya dayı, ya da amca olarak göstereceksin ki kervanımıza rahatlıkla katılabilesin.”

Evet, sahte bir yakınlık formülüyle, noterden alınan tasdikli belge Suudi Arabistan’a götürülürken, lüks otellerde veya belirtilen belirli mahfelerde, o kadınlarla o şirketin sahipleri veya yakınları veya Diyaneti temsil eden bazı sözde hocalar, ne yazık ki; namussuzca o kutsal “Hac ve Umre” ibadetini kirletiyorlar.

Bu belgelerle Suudi Arabistan vizesini alabiliyor ve otelde aynı odada beraber yatabiliyor olma rezaletini de yaşatıyorlar.

Bunu duyuyoruz, işitiyoruz, belge ve vesikalarla da her an için ıspatlamaya hazırız.

Burada isim söylemeye gerek yok.

Ama bu durum, Türkiye’mizde ne yazık ki olağan duruma gelmiş...

* * *

İşte gelelim buraya.

Evet, sevgili can dostlar.

Biz diyoruz ki; “Biz Müslüman’ız, biz Hz. Muhammed (S.A.V)’in ümmetiyiz”…

Ama niye İsrail’e mağlup düşüyoruz?

Niye ABD Haçlısına karşı yenik düşüyoruz?

Hatta tüm haçlı ve Siyonist emperyalist keferelere yenik düşen İslam dünyası acaba başını iki elinin arasına alıp da derinden derine düşünerek, içindeki fitneleri görmüyor mu?

Ki böyle namussuzca fitne unsurlarını ibadetlerine katıyorlar.

Ve aldatıcı, kandırmacı, riyakar bir biçimle “Ben kutsal topraklara gidiyorum, hac yapıyorum” diyor.

Amma velâkin cenab-ı Allah’ın gayretine de düşüyor ve hak ettiğimiz tokadı da bize yediriyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bunları yazarken, “Hûd” suresinin şu ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum.

Bu söylemek istediğim denklemlerin çözüm formülü olarak bu ayet bize ders-i ibret olsun ve “Müslüman’ım” diyen sözde Müslümanların yüzlerine şamar gibi insin…

Bakınız, yüce Allah “Hûd” suresinin 117. ayetinde şöyle buyuruyor;

“Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn(muslihûne).”

 “Yoksa senin Rabbin, halkı dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu asla helak etmez.”

Bu ayet-i celilenin mefhumu muhalifi;

Eğer helak ediyorsa ki helakta olduğunu da görüyoruz.

Demek ki ehilleri dürüst ve düzgün değillerdir.

Bir de Kasas suresinin 59. ayetinin son bölümünü de “Hûd” suresinin 117. ayetinin başka bir versiyonu ve güçlendiricisi olarak sizinle paylaşalım ve sohbetimize son verelim.

Ayetin son bölümü aynen şöyle;

“Ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).

Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz.”

İşte o yüce Kur’anımız bize neleri gösteriyor ve nelerle karşı karşıya bırakılmış olduğumuzu da görmeliyiz ve öğrenmeliyiz.

Eğer gerçekten “Hac ve Umre” ibadetini yapmak bahanesiyle kutsal topraklara gencecik kadınları, mahremsiz yani nikahı düşmeyen herhangi bir erkek yanında olmadan sahte noter vesikalarıyla, sahte dayı, amca, kardeş göstererek, diğer nikahı düşen yedi yabancı insanlarla o ibadet yaptırılıyorsa ve Diyanet Teşkilatımız da buna geçit veriyorsa…

Vay halimize!...

En derin saygı ve sevgilerimle…

Hayırlı cumalar...