Görüş Bildir

SOSYAL ÇÜRÜME ALANLARI OLDUKÇA GENİŞLİYOR!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

“SOSYAL ÇÜRÜME ALANLARI OLDUKÇA GENİŞLİYOR” başlıklı yazı serimiz üç beş gün daha devam edecektir.

Zira gerçekten toplumun neresine el atarsanız atın, ülkenin neresini dolaşırsanız dolaşın, İslam dışı helal ve haramı birbirine karıştıran, çürümüşlüğü görürsünüz…

Ki devlet eliyle birçok kamu kurum ve kuruluşlarında başta faiz, fuhuş ve yasadışı keyfi uygulamaların varlığı, bu geniş alanlı çürümenin ne yazık ki, başını çekmektedir.

Zira helalı helal olan taraf geriye itilmiştir…

Nerdeyse tozlu raflara kaldırılmış, ama haram olan her şey meşruiyet karinesi içerisinde, görülmektedir…

Bu da, toplumsal çürümenin alanını hayli genişletmektedir..

Faiz mi?

Rüşvet mi?

Tefecilik mi?

Uyuşturuculuk mu?

Zina mı?..

Ne derseniz deyin…

Hepsi mevcut…

Ne yazık ki. bu tür "ahlaki çöküntüyü" körükleyen suç unsurlarına  hükmen de olsa meşruiyet kazandırılmıştır…

Ama helal olan birçok şeyler de adeta rafa kaldırılmış…

Kimi de "yasak" statüsüne alınmıştır...

Hep harama, geçit verilmiştir.

Ve toplum bu haramın girdabında adeta suç işlemeye zorlanmaktadır.

Nitekim genel itibariyle izleyicilerimizden ve okurlarımızdan şikâyet ve dert yanma mesajları hep bu yöndedir.

Tabi bu saydığımız "çürümüye" neden olan, unsurların varlığı ve zemin bulma hali, yalnız bugüne yönelik değil..

Ta kurulan cumhuriyetimizin başladığı dönemlerden bugüne uzana gelmiştir.

Sözde eşitlik, kardeşlik, adalet vs. gibi kavramlar üzerine…

Bu kavramlar kelimeden ibaret olarak kullanılıyorsa da oysaki uygulamada bu musavvat denilen eşitlik, adeta ırkçılığa, tahakküme ve tağallübe yönelik olmuştur...

Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede (toplumsal hayat biçimlendirilmesinde) bir çığır açan, kanun-i fıtrata eğer ki mutabık hareket edilmezse hiçbir zaman hayırlı işlerde o memleket terakki edemez, ilerleyemez, yükselemez.

Kamu kurum ve kuruluşlarındaki bütün hareket, şer (kötülük) ve bozgunculuk hesabına geçer.

Zira Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

“Madem kanun-i fıtrata (yaradılış kanununa) tatbiki harekete mecburiyet var...”

Yani demek oluyor ki; "tüm yasalar, insan kaderini çizen yaradılış kanununa uygun olması lazım..."

Elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak musavat (eşitlik kanunu) tatbik edilebilir.

Evet, Bediüzzaman diyor ki;

“Ben neseben (nesep olarak) ve hayatımca avam tabakasından (halk tabakasından) ve meşreben ve fikren musavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim.

Ve şefkaten ve islamiyetten gelen sırr-ı adalet ise burjuvazi denilen özel ve seçkin tabakaların istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım.

Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme (tam bir adalet) lehinde zulüm ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Fakat nev-i beşerin fıtratı, insanoğlunun yaradılış kanunu ve sırr-ı hikmeti musavat-ı mutlaka kanununa (mutlak eşitliğe) zıddır.(Terstir)

Çünkü fatır-ı hakim kemal-i hikmet ve kudretini göstermek için az bir şeyden çok mahsulat aldırır.

Ve bir sahifeden çok kitapları yazdırır.

Ve bir şeyler ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi nev-i beşer ile de binler nevin vazifelerini gördürür.

Yapılan tarassut, burjuvaziciliği ortadan kaldırmış.

Yepyeni bir gerçek hukuka dayalı bir kanun-i esasi bize nasip olabilir mi acaba?

Yani yaradılışımıza ve insanın ru-i zemin üzerindeki halife olma kabiliyetine layık bir hayat hakkı verebilir miyiz?

İşte orada biraz soru işareti var.

Evet, o azim sırdandır ki cenab-ı hak nev-i insanı binler nevleri sümbül verecek ve hayvanatın sair binler nev-ileri kadar tabakatı gösterecek bir fıtratta yaratmıştır.

Diğer hayvanat gibi kuvalarına, latifelerine, duygularına had konulmamış.

Serbest bırakıp, hadsiz makamatta gezecek, istidat verdiğinden bir nev-i iken binler nev-i hükmüne geçtiği içindir ki arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zihayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

"İşte nev-i insanın (insanoğlunun) en mühim mayesi ve zembereği müsabaka ile (yarış ile) hakiki imanlı fazilettir.

Fazileti ve insan cevheri olan yaradılış kanunun tersine kaldırmak mahiyet-i beşerinin tebdiliyle (değiştirilmesiyle), aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle her şey meydana çıkabilir."

Evet.

Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı mezalimi taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmağa layık iken ve halbu iken o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zatın yanlış olarak yüzüne savrulan devlet uygulaması kamilane şu sözün;

“Ne mümkün zulüm ile bidat ile imha-yı hürriyet, çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten (insanlıktan)”

Yerine bu asrın yüzüne çarpmak için bir de derim ki;

“Ne mümkün zulüm ile bidat ile imha-yı hakikat, çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten (insanlıktan)”

“Ne mümkün zulüm ile bidat ile imha-yı fazilet, çalış vicdanı kaldır muktedirsen âdemiyetten (insanlıktan).”

“Evet, imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz.

Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir...

Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.

Lillâhilhamd, Allah’a hamd olsun, bu meşrep üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor...

Ben kendimde fazilet var diye fahir suretinde dâvâ etmiyorum...

Fakat nimet-i İlâhiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki:

Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur’âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir.

Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda, lillâhilhamd, tevfik-i İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur, onlardan kaçıyorum.

Yirmi sene eski hayatımı zayi ettiği için onları kendime muzır görüyorum...

Fakat Risale-i Nur’u beğenmelerine bir emâre biliyorum, onları küstürmüyorum...

***

İşte, ey ehl-i dünya!

Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallip ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz hangi kanunladır?

Hangi maslahatladır?

Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan bu kadar bed (Kötü) muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki kâinat küsüyor...”

En derin saygı ve sevgilerimle…

 


Bu Makale 3144 kere okunmuştur.