SOSYAL ÇÜRÜME ALANLARI OLDUKÇA GENİŞLİYOR!? (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre her zaman bu köşede çok önemli konuları, özellikle memleket meselelerini sizinle paylaşmak istiyoruz.

Sosyal, siyasal ve tüm içtimai faktörler içerisinde ülkemizin mevcut anayasası ve bu anayasadan oluşan nice yasalar, adli ve hukuki meseleler olsun, idari meseleler olsun, ekonomiksel meseleler olsun, ahlaki meseleler olsun, her ne olursa olsun…

Gerçekten, orta yerde bir tutarsızlık var.

Olaylar birbiriyle çelişiyor.

Muazzam bir çelişki var.

Devlet, hükümet, gelen giden iktidarlar ne yapmışlarsa, bir türlü suç ve suçlu potansiyelini azaltamamışlar.

Ve toplum olarak, her gün biraz daha oldukça kabaran suç ve suçlu potansiyeliyle karşı karşıyayız.

Onun için;

“SOSYAL ÇÜRÜME ALANLARI OLDUKÇA GENİŞLİYOR!” diyoruz.

Öyle değil mi?

Gerçekten de öyle.

Hele hele şu Diyanet İşleri Başkanlığının hali pür melaline bakalım.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş; İslam dinine ait sosyal meseleleri ne yazık ki Kur’andan, Hadis’ten, Fıkıh’tan, Akaidden çıkan hükümlere göre değil, bilakis anayasa, yasalar ve mevcut siyasi otoritenin uygulamaları paralelinde fetva veriyor.

Gerçekten, çok üzücü bir haldir bu.

Üzücü olduğu kadar da düşündürücüdür.

Zira ulusalcı, laikçi, Kemalist bir medyanın nerdeyse her dediklerine uymak zorunda olduğunu hissettiriyor.

Oysaki onların işleri güçleri İslam’ı öcü ve tehlikeli bir unsur olarak göstermek ve toplumun önemli kesimlerini her gün biraz daha İslam’dan uzaklaştırmak…

Ve ne yazık ki bir Cuma hutbesinde bir konuyu işlerken, anlatırken, ertesi gün medyanın karşısına çıkıp, “ben öyle değil de başka şekilde söyledim” diyor.

Bakınız, o hutbede “Evlenme çağına gelecek kız çocuklarının yaşı 17’dir, aşağı olmaz”  ifadesini kullanırken…

İki gün önce basına vermiş olduğu açıklamada ise; “Evlenme çağının 18 yaşında olması gerekir” diyor.

Bu ise zaten mevcut anayasal ve yasaların hükümleridir.

Ama İslam’a göre hiç de öyle değildir.

Erkek olsun, kız çocuğu olsun, evlenme çağı; erginlik halinin mevcudiyetidir.

Ki Hanefi mezhebinin görüşüne göre; erginlik çağı erkekler için 15’tir, kız çocukları için coğrafyalara göre değişiyor.

15 de olabilir.

Daha aşağı veya daha yukarı da olabilir.

Fıkhi meseleler bundan ibarettir.

Bu halk da Müslüman’dır.

İtikat, iman ve inanç olarak İslam dininin hükmüne göre kendini uyarlamak istiyor, mevcut laikçi anayasanın hükümlerine göre değil.

İşte bu da toplumsal bir çürüme alanının genişlemesine giriyor gibi geliyor bize.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Bir de şu TEDAŞ’ın uygulama madrabazlığını ele alalım…

Şimdi, biz bu coğrafyada yaşıyoruz.

Yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında…

Halkın en muhtaç olduğu alan; elektrik, su ve gıda alanlarıdır.

Bu teknoloji çağında 24 saat ihtiyaç hissedilen temel unsur; elektrik ve sudur.

Bu her iki temel unsur; toplumun olmazsa olmazıdır.

İlla ki kullanılıyor ve ihtiyaç duyuluyor.

Nasıl ki nefes alıp vermek için oksijene ihtiyaç varsa, bu iki unsur da 24 saat gibi bir süreçte kullanılmasına ihtiyaç duyulan toplumsal gereksinimlerdir.

Ama buna gelelim.

Halk, her iki unsurun kullanımından çok büyük ızdırap duyuyor.

Hele hele elektrik…

AK Parti iktidarında, üç dört yıl önce Enerji Bakanı Taner Yıldız döneminde “özelleştirme” adı altında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Elektriği, yani “TEDAŞ”, bir firmaya çok cüz’i bir fiyatla satıldı.

Yani bunca büyük bir gelir potansiyeline sahip bir devlet kaynağını adeta birilerine peşkeş edercesine çok cüz’i bir fiyata sattı.

Sattı da ne oldu?

Gerek ekonomiksel cihette kaynak bulamayan mağdur aileler olsun, gerek tarımsal alanda tarım için kullanılması gereken elektrik olsun ve gerekse sanayide kullanılması gereken hususlar olsun…

Bu özelleştirme yoluyla TEDAŞ’ı satın alan firma, çalışma stiliyle adeta halkın cebinden parasını zorla çekiyor.

Ve acımasız faturalar gönderiyor.

Hatta gününde faturasını ödemeyen herhangi bir sanayici veya tarımcı, Pazar günleri dahi olsa ki Pazar günleri resmi tatildir,  anılan firmanın memurları tarafından hemen baskın yaparcasına, o iş merkezinin elektriğini kesmeye kadar kalkışıyorlar.

Dahası.

Bu memlekette tarım alanında devletin; hibe olarak, mazot, gübre veya buğday destekleme primleri olarak halka tanımış olduğu yardımlaşma imkânından dolayı Bakanlıktan gelen cüz’i paraları dahi hak sahibi gününde alamıyor.

Bankaya gidiyor bir bakıyor ki ne görsün; hesabına bloke konulmuş.

Ne blokesi, hayrola?

DEDAŞ’ın alacağı varmış.

Alacaklı olan DEDAŞ’ın talimatıyla o vatandaşın bankadaki hesaplarına bloke konuluyor.

Velev ki 10 Lira dahi olsa, hesapta bulunan 100 Liraya gaspen ve cebren, yasa dışı bloke konuluyor.

Alacak 50 Lira ise rahatlıkla 5 Bin Liralık, 50 Bin Liralık, hatta 100 Bin Liralık hesaba el konulabiliyor.

Bu ne demek?

Bu; burjuvanın, varlıklı olan kesimin, fakru zaruret içerisinde kıvranıp duran vatandaşın gelirine göz koyması demektir.

Eğer gerçekten vatandaş elektrik faturasını zamanında ödemediyse zaten günlük gecikme faizini alıyorsun.

Artı alacaktan dolayı rahatlıkla herhangi bir malına da icra koyabiliyorsun.

İcra yoluyla her ne şekilde olursa olsun, rahatlıkla alacağını tahsil edebildiğin halde, devletin vatandaşa hibe veya destekleme primi olarak göndermiş olduğu yardımına göz dikiyor, aylarca o para orda bekliyor, ne hesabını yapıyor, parayı mahsup edebiliyor ve ne de vatandaştan alacağını tahsil ediyorsun.

İlla ki o para aylarca banka hesabında blokeli olarak bekliyor.

Orada faydalanan kim?

Hiç kimse!

Ancak banka o hesabın faizinden faydalanabiliyor.

Peki, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı bunu hiç düşünmüyor mu?

DEDAŞ, gerçekten Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından gönderilen destekleme primlerine bloke koyuyor.

Tarımcı köylü vatandaşlardan sulama sezonunda sulamadan dolayı kullandığı elektrik borcunu, istenilen şekilde her an için her yöntemle tahsil edebiliyor.

Ama etmiyor.

Faiz kabarıyor ve olan o mağdur vatandaşa oluyor.

Biz buna ne diyoruz?

Türkiye Cumhuriyeti, demokratik laik bir devlettir.

Hakka, hakkaniyete dayalı bir hukuk devletidir.

Anayasamızda bu yazılıdır.

Fakat uygulamaya gelince; ne yazık ki adeta sosyalist ülkelerdeki totaliter rejimlerin uygulaması gibi ülkemizde de zaman zaman bunlar vatandaşa reva görülüyor ve vatandaşı bu şekilde birilerine adeta boğduruyor.

Aslan’ı kediye boğduruyor gibi…

Yani vatandaşı bir totaliter, burjuvazi, elit tabakaya boğduruyor.

Ve buna da hukuk devleti deniliyor.

Kişisel olarak düşüncemiz o yönde değil.

Halkına karşı acımasızlıkla değil, acıyan şefkatli bir baba nasıl evladına bakıyorsa, devletin de vatandaşına karşı biraz saygılı olması lazım.

Vatandaşın haksız yere banka hesaplarına bloke konuluyorsa, hatta 5 Bin Lira değerinde bir alacağa karşılık 500 Bin Liralık hesabın çalıştırılmasına engel teşkil ediliyorsa…

“Yazıklar olsun” demekten başka söyleyecek bir söz bulamıyoruz.

Bize göre eskiye yönelik AK Partili Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın özelleştirilmeye yönelik yapılan bu satışları, devlet, hükümet, iktidar yeniden gözden geçirmelidir.

Aksi takdirde bu halkın içi çok doludur.

Her gün biraz daha bu uygulamalar yüzünden AK Parti iktidarı milletin gözünden düşüyor ve küçülüyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.