TOPLUMSAL DEJENERASYON!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

“TOPLUMSAL DEJENERASYON” dedik.

Tabi bu dejenerasyon kelimesi mana itibariyle; "bozulma, yozlaşma, yıpranma" demektir.

Evet, gerçekten toplum olarak maneviyatına, kültürüne ve tarihine bağlı bir millet olarak aba ve ecdatlarımızdan almış olduğumuz ibretnuma hayat derslerine, sahip olmamız gerekiyor…

Ama ne yazık ki tamamıyla tefessüh edilmiş, bozulmuş, dıştan ithal edilmiş, ahlak dışı, insanlık dışı, deyim yerindeyse adeta maymunlaşma gibi ahlaksızlıklarla karşı karşıya bırakılmışız.

Onun için dejenerasyon diyoruz.

Dejenere edilmiş bir millet olarak, artık özeleştiri yapmamız gerektiğine de inanmamız gerekir.

24 saat TV ekranlarında gördüğümüz haberler.

Gerçekten üzücü, yıpratıcı ve yozlaştırıcı.

Bakınız, ekonomik sıkıntıdan dolayı eşini kucağındaki bebekle birlikte 2 saat boyunca kemerle döverek işkence eden eş…

Öbür yandan haber geliyor, Anne çocuğunu boğarak öldürmüş...

Bakıyorsun, kız babasını kesiyor.

Daha fazlası, baba her iki çocuğunu odaya alıyor, hem çocukları öldürüyor, hem de kendisi intihar ediyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, Türkiye böyle mi olmalıydı?

Bin yıllık bir iman meşalesiyle dünyaya medeniyet saçan, aydınlık getiren, yüce İslam dininin nuruyla yaşayan, Kur’anın gölgesinde yürüyerek bütün dünya emperyalizmine meydan okuyan bir millet…

Ne yazık ki, bugün derin kirli bir manzarayla karşı karşıyadır..

Ki açık ve nettir.

Kimse bunu inkâr edemez.

Biz yetkililere söylüyoruz.

Lütfen, Allah aşkına diyoruz.

Bu yakın tarihimizde özellikle yüzyılın ilk çeyrek asrını, yani dipçik ve şeflik döneminin diktasını gözden geçirin..

Bu görev, TBMM’ne düşer.

İktidar partisine düşer.

Hatta ve hatta Cumhurbaşkanımızın yüksek iman dolu gayretine düşer.

Artık bu millet, bunu kaldıramaz.

Millet çok dejenere oldu…

Ahlaki çöküntüler diz boyu.

Fuhuş, nerdeyse her kentte meşrulaştırılmış bir sektör haline geldi.

Keza uyuşturucu ticareti...

Yolsuzluk, üsülsüzlük, tefecilik başını almış gidiyor.

Terör, kan, kumar vs.

Hepsi birer sektör olarak; "hayatı" ter-ü mar ediyor…

Bizden rahmet ve fatiha dualarını bekleyen aba ecdatlarımız hiçbir zaman bunu yapmamışlar.

Evlat ve torunları da bu rezaleti seyrettikleri için, başlarını kaldırıp tükürebilirlerse gerçekten bu haldeki sistemi ve bu sisteme inananları kendi tükürükleriyle boğacaklardır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

O büyük Üstat Bediüzzaman Hazretleri, bizlere şöyle hitap ediyor;

“Ey asırlardan beri Kur’anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallayı ihraz etmiş olan ecdadın evlat ve torunları!

Uyanınız.

Âlem-i İslam’ın fecri sadıkında (gerçek şafak söküğünde) gaflette bulunmak, kat’iyyen akıl karı değil.

Yine Âlem-i İslam’ın intibahında (uyanışında) rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için, Kur’anın ve imanın nuruyla münevver olarak İslamiyet’in tecrübesiyle tekemmül edip hakiki medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslamiye’ye sarılmak ve onu hal ve hareketinde kendine rehber eylemek lazımdır.

Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakikatte yine İslam’ın malı olan fen, teknoloji ve sanat ruh-u tevhit içerisinde yoğurarak, Kur’anın bahsettiği tefekkür ve harfi nazarıyla, yani onun sanatkarı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-ı imaniyenin (iman ve Kur’an hakikatlerinin) tümüne olan nurlara Risale-i Nur kitaplarına doğru ileri arş demeli ve dedirtmeliyiz.

Evet, Üstad Bediüzzaman Hazretleri millet-i İslamiye’yi uyanışa çağırıyor ve toparlamaya davet ederken, şöyle devam ediyor;

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter.

Artık Kur’anın sabahında uyanınız.

Yoksa Kur’an-ı Kerim’in güneşinden gözlerinizi kapatarak, gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Yüce Kur’an-ı Kerim’in mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz.

Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi Kur’an-ı Kerim’in saadet ve selamet mecrasında ittihat ederek (birleşerek), sefahet (alçalış) ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp bu vatana ab-ı hayat olan hakikat-i İslamiye sularını akıtınız.

Kur’anın mecrasından ayrılarak, birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz...

Yoksa o toprak sizi yutacaktır ve nitekim hal-i âlem meydanda.

Biz İslam dünyası olarak bugün o tehlikeyle karşı karşıyayız.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dün ajanslara düşen şöyle bir haber okuduk.

Gerçekten skandal durumunda olan bir haber…

İslam’ın zirvesine tırmanmak isteyen, İslam’ın yüce perdesiyle çok büyük servet toplayan o kutsal toprakların zengin yeraltı kaynaklarıyla saltanat sürdüren Ortadoğu’nun bazı ülkeleri, nitekim başta Suudi Arabistan olmak üzere, kendini bir türlü Siyonizm emperyalizmine köle olmaktan kurtaramıyor.

Ne yazık ki hala da İsrail hayranlığı onların içinde yaşaya gelmektedir.

Haçlı Amerika ve diğer batı ülkelerinin varlığı ile kendini himaye altına almış olma safsatasıyla yaşayan bugünkü Suudi Arabistan hükümeti ne yazık ki çok büyük, vahim bir skandala son günlerde imza atmıştır.

Gerçi Suudi Arabistan hükümeti ile inandıkları bazı ulemalar fersah fersah Resulullah (S.A.V)’ın sünnetinden uzak duruyorlar ise de kendilerini öyle göstermiyorlar.

Ama ne yazık ki iki gün evvel Suudi Arabistan müftüsü ve ulema heyeti başkanı olarak bilinen Abdulaziz Ali Şeyh’in verdiği uyduruk fetvada; Filistin’deki Hamas hareketini terör örgütü olarak ilan ediyor.

İsrail ile savaşmanın caiz olmadığını zırvalıyor..

Hizbullah’a karşı İsrail ordusuyla işbirliği yapılabileceğini de savunuyor…

Düşünün, Siyonist İsrail rejimi İletişim Bakanı Eyup Kara, Abdulaziz Ali Şeyh’i vermiş olduğu skandal fetvadan ötürü tebrik etti ve İsrail işgali altındaki topraklara davet etti.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Olup-bitene;  gülelim mi ağlayalım mı?

İşte İslam dünyasının ortadan bölünme hali…

Tarih boyu Müslüman ülkelerin içine sızan ve kendine yer edinen münafıklar; ne yazık ki çok büyük başarılı roller oynamaktadır…

Kandırıcı mekir ve hileyle kılık kıyafet değiştiriyorlar…

İslam kültürünü öğreniyorlar,  cübbeleriyle, sakallarıyla, sarıklarıyla halkın karşısına çıkıyorlar…

Maalesef; İslam’ın yüce vakarını üzerinde taşıyarak mezhepçilik hastalığıyla ortaya çıkan “Vahabilik” anlayışıyla İran’daki “Şia” mezhebini birbiriyle çatıştırıyorlar…

Ne yazık ki İslamiyet’e çok büyük ağır yük getiriyorlar.

Silahı alıyor, düşmana teslim ediyor ve “Vur beni” diyebilecek kadar aptallaşan münafıkların varlığını da; kimse inkâr edemez.

En derin saygı ve sevgilerimle.