Görüş Bildir

TOPLUMSAL DEJENERASYON!? (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde dile getirdiğimiz güncel konulara okurlarımızdan gelen "destekleyici yorumlar", bizi çok memnun etmiştir.

Ne mutlu bizlere ki "yüce Kur’an-ı Kerim’in" mimarı, ahlaki prensip ve düsturları paralelinde hareketle yola çıkarak, sesimizi tüm İslam dünyasına ve hatta beşeriyete duyurabiliyorsak..

Evet, ses bizim sesimiz değil.

İslam’a inanan, İslam davasına ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp yaşam tarzlarını İslam’a göre dengeleyen ümmetin sesidir…

Bu ses; "sizlerle" hep var olacaktır?.

Çünkü dava bizim davamız değil, ümmetin davasıdır.

1438 sene önce Mekke-i Mükerreme vadisinin sarp kayalıkları içerisinden çıkan o yüce İslam Peygamberinin dava sesidir.

O ses, Hz. Cebrail’in sesidir.

O ses, Beytullah’ı inşa ederken insanları Beytullah’a davet etme emrini alan Allah’ın dostu Hz. İbrahim’in sesidir.

Bu itibarla diyoruz ki;

Ülkemiz; milletiyle, taşıyla, toprağıyla kıymetli bir topraktır…

Mübarek bir milleti içinde barındıran; bir coğrafyadır..

Elbette ki bu toplum, bu davasını yeryüzüne tebliğ etmek için koro halinde Allahû Ekber nidalarıyla Tevhit kelimesinin inancıyla yola çıkmıştır ve hareket halindedir.

Ta kıyamete dek; yürüyecektir ve hareket halinde olacaktır…

Ama diyoruz ki;

Son yüzyıl içerisindeki olup biten maceraları artık hükümetlerin, "deşifre" etmesi lazım.

Hem Batı ve Amerika'nın, hem de haçlı ve Siyonistlerin güdümünde olan siyasete ve siyasilere “yeter artık" denmelidir.

Ki bu siyaset kendine çekidüzen versin.

Yoksa siyaset el uzatıp dost elini yakalayamıyorsa, o siyasetin demek ki herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Etkili değil, yetkili olarakta kendini göstermesin!?..

Çünkü, günümüze kadar milli bir egemenlik içerisinde maddi ve manevi olarak milleti çağdaş muasır medeniyet seviyesine taşıyamamıştır…

Bakınız, kan var.

Gözyaşları var.

Şehitlerin cenazeleri orta yerde…

Sahte “geçmiş olsunlar” ile “kanı yerde kalmaz” gibi eski sloganlarla atılıyor…

Şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri artık buna inanmamalıdır. 

Zira bu slogan, 1960’lı yıllardan günümüze dek revaçtadır ve atılmaktadır.

Her siyasetçinin kendine şiar etmiş olduğu ifadelerdir.

Ama kalplere şifa verilebilecek herhangi bir siyaset uygulaması, ne yazık ki ortaya konulmuş değil…

Dün de aynı sütunlarda ifade etmeye çalışmıştık ve demiştik ki;

“Bin yıllık bir iman meşalesiyle dünyaya medeniyet saçan, aydınlık getiren, yüce İslam dininin nuruyla yaşayan, Kur’anın gölgesinde yürüyerek bütün dünya emperyalizmine meydan okuyan bir millet iken…

Ne yazık ki, bugün derin kirli bir manzarayla karşı karşıyadır..

Ki açık ve nettir.

Kimse bunu inkâr edemez.

Biz yetkililere söylüyoruz.

Lütfen, Allah aşkına diyoruz.

Bu yakın tarihimizde özellikle son yüzyılın ilk çeyrek asrını, yani dipçik ve şeflik döneminin diktasını gözden geçirin..

Bu görev, TBMM’ne düşer.

İktidar partisine düşer.

Hatta ve hatta Cumhurbaşkanımızın yüksek iman dolu gayretine düşer.”

* * *

Sevgili okurlar.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “Tarihçe-i Hayat” adlı kitabının “Barla Hayatı” bölümünden bazı alıntılar almıştık…

Can alıcı konuları sizinle paylaşmıştık.

Gerçekten çok müspet etki topladık.

Demek, İslam vardır.

Fakat ne yazık ki omzuna sorumluluk taşıyabilecek ciddi din adamları bulunamıyor…

İlim adamları bulunamıyor…

Bir türlü doğru bir politika dünyası oluşturulamıyor…

Bugün ülkemiz, ne yazık ki çok büyük bir terör belasıyla karşı karşıya kalırken, nerdeyse bu terör belası kurumsallaşmış, devletin bünyesinde adeta bir kurum haline gelerek faaliyet yürütmektedir…

Ve bu endişe içerisinde siyasetçilerin de çok dayandırdığı bir nokta olmasa nerdeyse “nemelazım” diyecekler.

Çeşitli rant ön planda…

Birer menfaat perest olarak, kendilerini idame ediyorlar..

Onun için, Üstad Bediüzzaman Hazretleri İslam dünyasına seslenmiş ve şöyle demiştir;

“Hakikat-i İslamiye suları ile bu topraklarda iman ziyası altında hakiki medeniyetin fen ve sanat çiçekleri açacak, vatan maddi ve manevi saadetler içerisinde gül ve gülistana dönecektir inşallah.”

Ama Kur’an deyimiyle mümin olduğumuz takdirde bu gerçekleşebilir.

Zira önceki sohbetlerimizde “Âli İmrân” suresinin 139. ayet-i celilesinin mealine değinmiştik...

“Öyleyse, yılmayın/gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız mutlaka (insanların) en üstünüsünüz (ve inandığınız sürece de üstün olmaya devam edeceksiniz)”

Ondan sonraki gelen 140. ayette ise mealen şöyle buyuruyor; 

“Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın, imana erenleri seçip ayırması ve aranızdan hakikate (hayatları ile) şahitlik yapanları seçmesi için bu günleri (bazen galibiyet ve bazen mağlubiyet şeklinde) insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.”

Bu günler, öyle günlerdir ki tarih boyunca insanlar arasında gidip gelen günlerdir.

Ki bir gün üstün kılınacaksın, bir gün de başarısız.

Ama bu bir gerçektir ki "sen mümin olduğun takdirde üstünsün ey sevgili dost!"

* * *

Bu itibarla Bediüzzaman Hazretleri bize şöyle sesleniyor;

“Dinsizliğin hükümferma olduğu o dehşetli devirde ehl-i din rezil edilmeye çalışılıyordu.

Hatta Kur’anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dini akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş.

Fakat millet-i islamiyece bir aksül ameli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş, yalnız şu karar alınmıştır.

Mekteplerde yaptıracağımız yeni öğretim usulleriyle yetişecek gençlik Kur’anı ortadan kaldıracak ve bu suretle milletin İslamiyet’le olan alakası kesilecektir.

Zira gerçekten İslamiyet’e ve İslam’a inanan Müslümanlara hep tuzaklar kurulmuş.

Hile, oyun, mekir ve nihayetinde o netice itibariyle ülkemiz; altmış seneden beri terör kargaşasından kendini kurtaramıyor.

Eğer ki, bunla mücadelede başarı sağlayamazsak, kimse kusura bakmasın "tüm ümitlerimiz" boşa çıkacaktır.

Ki maazallah..

En derin saygı ve sevgilerimle.

  


Bu Makale 4449 kere okunmuştur.