TÜRK SİYASETİNE SAF KAN GEREKİR!!! (II)

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere dünkü yazımızın ana çizgileri paralelinde “Türk Siyasetine Saf Kan Gerekir” başlığını kullanmıştık....

Bugün yine aynı minval üzerine, aynı başlık altında sohbetimize devam edeceğiz.

Daha bazı önemli konuların detayına girerek, geniş bir açıklamayla, mevzularımızı, konuşacağız...

Gerçekten “Türk siyasetine Saf Kan Gerekir” cümlesi siz değerli okurlarımız tarafından büyük bir memnuniyetle kabul gördü...

Telefon ve sosyal medya üzerinden bize ulaşan, çok değerli okurlarımız oldu.

Bilinen şudur ki, Türkiye yüz yıldan beri Cumhuriyetle yönetilmektedir...

Ama Cumhuriyetten önceki Türkiye’nin hali neydi, Meşrutiyet ne yaptı o da tüm tarihi gerçeklerin ispatlarıyla bir devleti yok etme hareketiydi.

Uzun ömürlü bir Osmanlı devletini çok kısa bir süreç içerisinde, 10 yıl gibi bir zaman diliminde; “çökerttiler..”

Devlet yıkıldı gitti…

Bu olay tümüyle Meşrutiyet döneminde oldu...

Ki, Meşrutiyetin yöneticileri olan meşhur üç paşanın eliyle bu “çökertme” operasyonu gerçekleşti...

Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa…

Meşrutiyetten önceki dönem ise Mutlakiyet Dönemi idi…

Yani söz Padişahındı…

Bu süre 33 yıl ulu Hakan Sultan Abdülhamid’in süreciydi.

Çok büyük mücadelelerle devam etti.

Devletin bünyesini sağlam tutan bu muhterem devlet büyüğü sayesinde milletin tümü büyük bir bütünlük içerisinde yaşamaktaydı.

Türküyle, Kürdiyle, Arabıyla, Acemiyle kocaman bir Bi’set ve Risalet inancıyla devlet yönetildi.

Ama tabi ki Abdülhamid’in yönetim dönemi 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın il yıllarıyla devam etti.

Ülkenin, coğrafyanın bölünmesine yönelik herhangi bir şaibe yaşanmadığı gibi, milletin de bir bütünlük içerisinde bölünme tehlikesi de söz konusu değildi.

Ancak ne vardı ki kimliksiz  devşirme, Selanik Yahudi dönmelerinin ve içteki bazı münafık tinetli hıyanet şebekeleri ve Ermeni lobileri işbirliği yaparak Sultan Abdülhamid’i tahttan indirebildiler..

Ondan çok kısa bir süre sonra önce Balkan Savaşı, sonra da Birinci Dünya Savaşına sokulan Osmanlı Devleti, hiç alakası olmadığı halde bile bile savaşa sokularak, sonunu getirdiler...

Demek ki burada Mutlakiyet dönemindeki başı dik alnı açık bir yönetimin memleketi büyük bir üstünlük seviyesiyle yaşatan yönetim Mutlakiyet devriydi.

Ondan sonra Meşrutiyet ise beceriksiz, kimliksiz, iradesiz gizli ajanlarla ittifak ederek devlet yıkıldı..

Her ne kadar 1915’te büyük iman anlayışıyla Çanakkale Zaferle sonuçlandıysa da ama iki sene sonra çok rahatlıkla İngilizler elini kolunu sallayarak İstanbul’u istila etti.

Büyük çaresizlikler içerisinde kalan padişah Vahdettin ülkenin kurtuluşunu Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderip milli mücadeleyi başlatmak üzere yola çıktılar.

İmanlı, kahraman mücahit Anadolu insanları Haçlı ve Siyonist müstevli emperyalistleri ülke çapında ayaklanarak kovdu.

O milli mücadele ruhu imanlı bir ruhtu.

Saf Anadolu halkı yeni kurulabilecek bir rejimin siyaseti saf ve sade bir kan siyaseti yapmak üzere yola çıktı.

Düşmanı kovdu..
Hem de denize dökerek düşmanı kovdu.

Ama o mücadelenin içinde değil ön saflarında yer alan kahraman ulemalar, mücahit ulemalardı.

Sarıklarıyla, cübbeleriyle, sakallarıyla, ilim ve irfanlarıyla halkı heyecana getirerek Anadolu insanını harekete geçirdiler..

İşte o Milli Mücadele kahramanlığı meydana çıkınca, gavurun esamesi kalmadı.

Bu safhadan sonra olup bitenler Cumhuriyetin kuruluşundan sonra oldu.

Ne oldu?

Evet Cumhuriyet kuruldu…

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk yapılan iş Tevhid-i Tedrisat’tan başlamak üzere ümmetin bin yıldan beri yaşadığı bir iman mefhumuna karşı mücadele başlatıldı.

Hem de Cumhuriyetçilerle halk arasında yapılan bir mücadele..

Lozan Antlaşması’nda imzalanan sözleşme gereğiydi bu…

İngiliz Baş murahhası, yani bugünkü deyimle Dışişleri Bakanı Lord Gurzon’un direktif ve talimatları paralelinde kurulan bir Cumhuriyet, Cumhurun anlayışıyla ters düştü.

Kavgalar başladı..

İstiklal savaşında mücadele veren memleketin en ileri gelen insanları asıldılar, kesildiler, sürgün edildiler, idam edildiler, sakıncalı görüldüler.

Camiler, Medreseler, Tekke ve Zaviyeler tamamıyla kapandı.

Ezan-ı Muhammedi değişti…

Cumhuriyet Halk Parti’nin Altı oku Cumhuriyetçilik adı altında, Laiklik adı altında 26 sene hükümran oldu..

Siyasetin kanı değişti…

Yani Mutlakiyetten ve Meşrutiyetten gelen bin senelik siyasetin saf kanına ne yazık ki karışım yapıldı.

O kan biraz bozuldu…

Halkla bir türlü barışı sağlayamadı.

Darbeler üstüne darbeler gerçekleşti.

Bu darbeler de sözde Atatürkçülük, Cumhuriyetçilik, Laiklik adına yapıldı ise de ama hiç de öyle değildi.

Ancak Cumhuriyet Halk Parti anlayışının milletle yaptığı kirli bir mücadeleydi.

Ve o mücadele dün olduğu gibi bugünde devam ediyor..

Bir türlü devlet, milletle inanç ve kültür bakımından imtizaç sağlayamadı…

Hülasa itibarıyla diyoruz ki;

Bu geçen yüz elli yıl içerisinde yaşanmış olan olaylar üç ana noktada toplanabilir.

Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet…

Mutlakiyeti görmedik ama tarih bize onun gerçeğini anlatıyor.

Hem de yalan söylemeyen tarih.

Meşrutiyeti de görmedik, olaylar zaten kendini ele veriyor.

Ama Cumhuriyet döneminin içindeyiz ve siyaset arenasında özellikle bazı siyasi parti liderlerinin yaptığı siyaset hep karmadır, yabancı bir karışıma sahiptir…

Sade siyaset kanı taşımıyor.

Allah encamımızı hayreyleye..

Bakalım bundan sonra ne olacak…

“Görelim mevlam neyler

Neylerse güzel eyler” diyelim…

En derin sevgi ve saygılarımla…