Görüş Bildir

TÜRKİYE’DE MASONLAR VE MÜNAFIKLARIN PLANLARI!? (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’de 25 gün sonra, yani 16 Nisan Pazar günü Anayasa Değişikliğiyle ilgili Referandum için sandık başına gidilecek…

Sandığa davet edilen halk, artık aklını başına almalıdır.

Geçmişe yönelik yüzyıl boyunca milletin üstüne çöken boğucu karanlık kâbus baskısına artık son denmelidir.

Zira her zaman bu köşede ifade etmeye çalıştığım gerçek; geçmişten ders-i ibret almayan bir toplum, geleceğini kestiremez.

Kurtuluşunu ise hiç sağlayamaz.

Geçmişe yönelik dönüp bakıldığında, “Cumhuriyet” rejimi adı altında İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Yunanlıların adına bir hıyanet ve ihanet zihniyeti ülkemizi bin yıllık tarihinden uzaklaştırdığını görüyoruz…

Ki uzaklaştırmıştır da.

Kültür acubeleşmiş, inanç ve düşünce özgürlüğü ayaklar altına alınmış, arş-ı aladan yeryüzündeki tüm insanlığa ilahi bir nur olarak gelen Kur’an-ı Azim Şan’ın okunmasına, öğrenilmesine, öğretilmesine bile yasak getirilmişti.

Oysaki cumhurun arkasında bulunmadığı bir cumhuriyet anlayışıyla bu yapıla gelindi…

Günümüzdeki referandumlarla değil, halkın oyuna başvurmadan sadece ve sadece “Cumhuriyet” gibi faziletli kavramları kullanarak ihanetlerliklerini örtbas edebilmişlerdir.

“Cumhuriyet” adına, “Devrimcilik” adına, Kemalist geçinen bazı hıyanet erbaplarının istismarları uğruna bu memleket; tüm varlığından, ciddiyetinden sıyrılmış, başıboş bir kitle haline gelmiş durumda.

Bundandır ki günümüzde toplumsal olarak sıkıntı çektiğimiz; insanlık dışı ahlaki çöküntülerle karşı karşıya kalan bir ülke haline gelmişizdir.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

3 Mart 2004 tarihinde “Hilafete Karşı Komutanlı Panel” Atatürkçü, laikçi, Kemalist, cumhuriyetçi ve ne kadar “çi” eki varsa ekle o kadar kelime bulursun, devrimci ve daha ne gibi isimler altında Atatürkçü Düşünce Derneği Tarafından “Hilafet’in kaldırılışının 80. Yılı ve Günümüz Türkiyesi” konulu panele kuvvet komutanları eşleriyle birlikte katılmış.

Bu panelde, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Av. Ertuğrul Kazancı, Kemalist aydınlanmayı hedef alan kesimlere karşı bir ulusal mutakabatın oluşması gerektiğini söylemişti.

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten Kemalist anlayışın kaynağı nedir, kökeni nerden geliyor bunu iyi bilmek gerekiyor?

Çünkü, Laikçilik anlayışı, İslam ülkesi olan ülkemizin beynine kurşun gibi sıkılmış ve ne yazık ki 90 yıl boyunca bu ülke insanını adeta esaret altına almış, zalimce inim inim inletilmiştir.

Osmanlı Hilafet-i İslamiye’nin yıkılışının temel amacı; kesinlikle İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Yunanlıların adına tehlikeli ve haince bir adımın atılmasıdır…

Ki bu, tarih huzurunda inkâr edilmez bir gerçektir.

* * *

Düşünün, sevgili dostlar.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı 1914’te yenik düşüyor ise de fedakâr Anadolu Halkı en büyük kahraman mücahitler “Allahû Ekber” nidalarıyla Çanakkale Savaşını kazanıyor…

İngilizleri geriye püskürttükleri halde, içten satılan İttihat ve Terakki’nin üç tane paşası ve onların uzantısı olan Halk Fırkası partisini kuranlar, işbirliği içerisinde, anların nam-ı hesabına planlarını uygulamıştır…

İngilizler ve haçlı seferberliği hegemonyası tarafından adım atılmış ve ülke adeta dinsizleştirilmeye çalışılmıştır.

Ve böylece İngilizler elini kolunu sallayarak 1918’lerde İstanbul’a girebilmişlerdir.

Tek bir kurşun sıkmadan.

Hayrola sormazlar mı?

Bayram değil, seyran değil…

80 yıl önce edepsizce atılan bu adım, kesinlikle milli irade egemenliği lehine olmamıştır.

Tam tersine hilafet dağılmıştır…

İslam dünyası bölük pörçük hale gelmiş ve küçük devletçiklere bölünmüştür…

Ve o devletçiklerin de başına geçen, anılan o üç dört tane haçlı emperyalist devletlerin hegemonyası adına taşeronluk yapmış piyonlar olmuştur.

Nice kiralık maşalara “Paşalık, kurtarıcılık, kahramanlık” gibi isimler, ünvanlar takılmıştır.

Bin yıllık Şeriat-ı Muhammedi’ye inanan bir toplum, şeriatından ve Kur’anından böylece uzaklaştırılmıştır.

“Devrim ve İnkılâplar” adı altında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin savunduğu bu hıyanet girişimi, ne yazık ki hala günümüze kadar devam ede gelmiştir.

Bunun da en önemli tarafı “memlekete sahip çıkıyorum” diye kendini suret-i haktan gösterip, nice masonik kafalarla münafık erbaplar olmuştur…

Ki her şeyin başında onlar rol oynamıştır…

Bunu da özeleştiri olarak söylüyorum.

Bunlardan daha büyük tehlike odur ki; bunlara karşı susan bazı ulema kesimleri olmuş.

Yalnız susmayı değil, tam tersine onların saflarına geçmiş, deyim yerindeyse tebdil-i kıyafet olmakla beraber, bukalemun tipi tebdil-i iman da etmişlerdir.

Yani imanlarını dahi değiştirerek, bu küfür kepazeliğine ayak uydurmuşlardır.

Bin yıldan beri ülkemizde söz sahibi olan ulema kesimleri, Osmanlının temel taşı olup, en büyük yük taşıyan ana kolon olmaları gerekirken, tam tersine hemen Kemalizm, Atatürkçülük, laikçilik, cumhuriyetçilik, demokratçılık vs. vs. daha neler neler, bu kavramların varlığına boyun eğmişler ve susmuşlardır.

Açıkça söylemesi gerekirken, mutlak bir küfre girmişler ve İslam’dan çıkmış olmaları da kuşkusuzdur.

Bunlar, bunun hesabını ne bu dünyada verebilmişler ve ne de huzur-i ilahi de verebilirler.

Bunların hakkında, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Bakara” suresinin 159. Ayeti ile “Âli İmran” suresinin 187. Ayetinin mealini, aynen sizinle paylaşmaküzere buradan sunmak istiyoruz.

Herkesin bundan bir ders-i ibret alması gerekir.

“Bakara” suresinin 159. Ayet-i celilesinin yüce meali aynen şöyledir;

“İndirdiğimiz hakikatin ve rehberliğin delilini ilahi kelam aracılığıyla insanlığın önüne koyduktan sonra onu gizleyip örtbas edenlere gelince; onlara hem Allah lanet eder, hem de yargılama yeteneğine sahip olan bütün lânetçiler lânet eder.”

Evet, bu ayetin devamı mahiyetindeki “Âli İmran” suresinin 187. Ayeti de şöyledir;

“Allah, geçmişte kendilerine kitap verilenlerden: “Onu(n hükümlerini) insanlara açıklayacaksınız ve ondan hiçbir şeyi gizlemeyeceksiniz!” diye güçlü bir taahhüt almıştı. Ama onlar bu taahhütlerini önemsemeyerek arkasına atmışlar ve küçük bir kazançla (dünyalık menfaatle) değiştirmişlerdi. Ne kötü bir alışverişti bu!”

* * *

İşte bu her iki ayet-i celilenin paralelindeki Hadis-i Şerif ise aynen şöyledir;

“Bir insan, bildiği İslami gerçekleri örtbas edip topluma tebliğ etmezse kıyamet gününde atın ağzına vurulan gem gibi ağızlarına ateşten gem vurulur”

Ama bu tür insanlar hakikatlere karşı susmuşlar ise de Allah’a yüz binlerce şükürler olsun ki hayatını, varlığını, dünyasını, hatta ahretini o yola feda eden âlimlerimiz de olmuşlardır.

Nitekim İskilipli Atıf Hoca “Şapka” risalesi yüzünden İstiklal Mahkemelerinde yargılanırken, Mahkeme Başkanı Kel Ali Paşa soruyor;

“Senin başındaki sarık da çaputtur, şapka da bir çaputtur.

Sen o çaputu niye değiştirmiyorsun, niye bu çaputu giymiyorsun?

Çaput giymekle insan kâfir olur mu?” diye hiddetlenmiş…

Tabii ki Atatürkçülük, laiklik adına kurulan bir mahkeme başkanı olarak bunu sormuş…

Merhum şehit Atıf Hoca bu soruya karşılık, ne cevap verse iyi olur sevgili dostlar?

Verdiği cevap aynen şöyle;

“Hâkim Bey!

Senin arkandaki bayrak da çaputtur, İngiliz bayrağı da çaputtur.

O zaman o bayrağı at, İngiliz bayrağını getir oraya koy.

Bunu yapabilir misin?”

Bu net, ciddi ve gerçek soruya karşı susan Mahkeme reisi cevap vermeyince, daha doğrusu köşeye sıkışınca hemen kalemini kırıyor ve idam kararı veriyor.

* * *

Düşünün, sevgili dostlar.

Türkiye nereden nereye gelmiş?

Hele hele Şeyh Sait Efendi’nin hareketine de isyan denilmesi, elbette ki içimizden değil, İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanların talimatıyla denilmiştir.

Evet, o dönemin Kürt ulemalarından Molla Said-i Kürdi “İkdam” gazetesine şöyle bir takriz vermiştir.

“Evvelki günkü gazeteler Paris’te Şerif Paşa ile Ermeni heyeti murahhası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir itilaf akdedildiğini yazarak, Kürt kamuoyuna bir açıklamada bulunuyorlardı.”

O büyük Üstad aynen şöyle diyor;

“Siz, Kürtleri Ermenilerle eşdeğer tutamazsınız.

Hiçbir zaman bir Kürt, müstevli, haçlı anlayışın hegemonyasına ‘Evet’ demez, diyemez.”

Devamla Üstad şöyle diyor;

“Dört yüz elli seneden beri vahdet-i İslamiye’nin fedakar ve cesur hadim ve taraftarları olarak paşamız ve dini ananesine sadakati gaye-i hayat bilmiş olan Kürtler, henüz beş yüz bine yakın şehitlerinin kanı kurumadan, (Kudüs kentini ve Mescid’ül Aksa’yı kast ediyor) şişlere geçirilen, yetimlerin gözleri oyulan, ihtiyarların hatıralarını teessürlerle ona rükn-u İslamiyet zararına olarak tarihi ve hayatı düşmanlarıyla itilaf akdedemezler.

Akdetmek (bağlamak) suretiyle salabet-i diniyeleri, hilafette iftirakcuyane amali takip edemezler.

Binaenaleyh.

Kürt vicdan-ı milliyesinin bu tarz tahassisine muğayir hareket eden zevatı da Kürtler tanımazlar.

Yegâne emelleri de vahdet-i dini ve millileri muhafaza olduğundan keyfiyetin izahına dalalet buyrulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.”

* * *

Evet, sevgili okurlarımız.

Bugün için sizinle paylaşmak istediğimiz tarihi gerçekler bunlardan ibaret..

Şimdilik, Üstad’dan aktarabileceklerimiz bunlar…

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 7121 kere okunmuştur.