TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR..?! (III)

Evet sevgili okurlar!

“Türkiye’de Neler Oluyor?” başlıklı yazı serimizin üçüncü günündeyiz.

Birkaç gün daha bu başlık altında çok önemli, tabiri caizse can alıcı mevzuları ele alacağız..

 Hep birlikte irdeleyip, burada hasbi hal edeceğiz...

Bilindiği üzere bir önceki yazımızı İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’ya “ithafen” kaleme almıştık...

Dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı kadar bir şeyler aktardık..

Tabi bu aktarıp, kaleme aldıklarımız da; yaşananlara karşı “devede kulak bile” değil..

Ki dün de, Adalet Bakanı sayın Abdülhamit Gül beye ithafen , özellikle “savunma erkine” odaklı, mevzulara değinmiştik...

Türkiye’deki hukuksal yanlışların ve uzaktan yakından hukukla alakası olmayan davranışların, ranta dayalı bir savunma cihetinin vahim bir şekilde, “sektörel” kimlik kazanarak, işlem gördüğünü irdelemiştik..

Hem de acımasız bir mekanizma oluşturularak bunun yapıldığından bahsederek, “yer ve mekan” belirtmiştik..

Çünkü kişisel rantını ön plana alan hele hele kazancını başkasının zararında gören bize göre hiçbir zaman hukukçu olmaması gereken kişilerin, “savunma erki” libası altında, faaliyet gösterenler cirit atıyor...

Zira sebepsiz yere zengin olma halleri yaşanıyor...

Kandırıyor, aldatıyor ve yargıyı bile yanıltarak “rantına rant katıyor?”.

Beri yanda, bu paralelde yargının da kaşla göz arasında vermiş olduğu birbirine uymayan çelişkilerle dolu kararlarının da haddi hesabı yok.

Düşünün bir mahkeme bir ay önce görülen davada beraat kararı veriyor, bir ay sonra aynı dava, aynı deliller “bu kez ceza” kararına hükmediliyor..

İşte yargı ve bürokraside, savunmada böylesi hal-i durumların yaşanılır olması, der demez; “gelin bu ülkenin hali pür melaline bir bakın” demek zorunda kalınıyor..…

Hani derler ya; İmam ile cemaat meselesi!..

Veyahut “Balık baştan kokar..”

İşte bu vecizeli sözlerin ışığında yola çıkarsak, karşımıza yazımıza başlık olarak kullandığımız  “Türkiye’de neler oluyor?” sorusu ortaya çıkıyor...

Bu soruyu sormamak elde değil...

Ne yazık ki bugün,  Doğu ve Güneydoğu Anadolu, özellikle Diyarbakır’ımız adeta 28 Şubat rezaletini yaşıyor..

Yine vatandaşı mağdur etme pahasına sahte ve yanlış fişlemeler yapılıyor...

Uyduruk, uyduruk “PKK adına” yazılan belgeler havada uçuşuyor...

Vatandaşı, sindirme, korkutma gibi hallerin haddi hesabı yok.

Fuhuş, uyuşturucu, cinayetler zinciri, ailelerin çöküşü vahim bir seyirde; “buldozer” gibi yakıp gidiyor..

Yaşanan ve yaşatılanlar karşısında; millet kime sesini duyuracağını bilemez hale gelmiş durumda..

Çünkü, kilit noktalarda bulunan bazı bürokratların ellerinden gelen bir şey yok.. Ki yapacakları bir şey de yok..

Var olan, sadece şovmenliktir, göz boyamadır, dostlar alışverişte görsün misali, tavır içerisindedirler..

Gerçekten bazı resmi kurum ve kuruluşlardaki keyfilik, ceberuti dayatmalar, rastgele kanundışı uygulamalar bu coğrafya insanını, dün olduğu gibi bugün de çok tehdit ediyor ve ürkütüyor.

Hiç kuşkusuz ki, vatandaşın en güvendiği mekan, makam ve kurum yargı erkidir. Ve yargının üç saç ayağından biri olan da “savunma erkidir?”…

Yani vekil veya müvekkil... Her ne ise…

Ranta dayalı savunmaların haddi hesabı yok.., O batıl ve yanlış savunmadan da en zirvedeki rakamla paraları ceplerine indirirlerken, tek bir kuruş dahi vergi vermiyorlar...

Ne gariptir ki, vergi daireleri de suskunluğu, görmezliği, duymazlığı tercih ediyor.

Evet..!

Gel gelelim, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı sayın Zehra Zümrüt Selçuk’a “ithafen” söyleyeceklerimize...

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, mevcut kabine üyeleri içerisinde Sayın Selçuk hanımefendinin çalışma stili, bir hayli acayiplik içeriyor...

Yani insanları hayrete düşürdüğü gibi, derin düşüncelere de daldırtıyor...

Sayın Bakanın fiziksel haline bakıldığında bile ve bugüne kadar bir taşı kaldırıp başka taşın üzerine koyamama yorgunluğu doğrusu evlere şenlik demekten başka bir şey diyemiyoruz.

Hele SGK denilen kurumun bünyesinde o kadar yanlışlıklar, usulsüzlükler, yolsuzlukların zinciri yaşanıyor ki, “dış kapılarını” aşmış durumda..

Uçtan uca her şey ulu orta cereyan ediyor, görünüyor.

Her Allah’ın günü, kurumun skandal halkalarına bir zincir daha ekleniyor.

İşçi sömürülüyor, işveren sömürülüyor ve hiçbir vatandaş sigortalı olmasına rağmen doğru dürüst bir hak tecelli edemiyor...

 Kimin eli kimin cebinde belirsiz..

Ve sayın Bakan hanımefendi ise sadece görüntü ve fiziksel güzelliğini (!?) göstermekten başka bir şey yapmıyor.

İşveren ve işçi arasındaki anlaşmazlıktan faydalanan bu kurumun mensupları bildiğini okuyor.

Yasa, kanun tanıma diye bir şey yok.

Dirayetli, ehil ve işini bilen müfettişlerin bu kurumun bünyesindeki işleyişe sıradan bir “mercek” tutup, irdelese nice yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, kirli ve yasadışı işlemlerin “nasıl ve kimler tarafından” düzenlendiği aşikar olur..

Yeter ki, bir neşter vurulsun...

En derin saygı ve sevgilerimle…