ÜÇÜNCÜ CUMHURİYETE DOĞRU!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel seçimini pekiştiren, güçlendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün TBMM’de etmiş olduğu yemin merasiminde bir kez daha “güçlü liderliğini” gösterdi.

Cumhurbaşkanı, dünkü yeminden sonra Beştepe’deki Külliyede büyük bir kitleye karşı, dış ülkeden gelen konuklara ve tüm davetlilere karşı yapmış olduğu konuşmanın muhtevası, tarihi bir nitelik taşıyordu…

Dosta ve düşmana; “büyük” mesajlar verdiği gibi, “Türkiye eski Türkiye değil” dedi..

Tarihi bir gün..

Tarihi bir süreç..

Tarihi bir değişim…

Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün dünyaya karşı, içimizdeki birçok siyasi kurum ve kuruluşlara karşı, hatta ülke içindeki münafık hainlere karşı anlaşma paralelindeki duruşu, adeta Hudeybiye

Anlaşmasını hatırlatıyor…

Ki Hudeybiye anlaşmasından bir sene sonrasında, Mekke Feth edildi..

Bize göre, Cumharbaşkanı Erdoğan'ın çıktığı sefer işte bu noktada "zafer" olarak, neticelenecektir…

Elbette ki Cumhurbaşkanımızın yıllardan beri "hak dava" uğruna vermiş olduğu mücadele paralelindeki tavrı ve duruşu, iman ve inanç yolundan şaşmaması dikkatte şayandır…

Her halükarda dik duruşu, samimi tutumu, imanlı bir devlet adamı olduğunu, tek kelimeyle özetlemek gerekirse gerçek bir mümin olduğunu gösteriyor…

Ki her gün biraz daha mümin, inanmış bir devlet adamı olduğunu ortaya koymaktadır…

Türkiye’nin beklentisi de zaten bu yöndedir.

Bu halkın, yıllardan beri batıla dayalı tağuti sistemler ve yalan siyasetlerle ne kadar aldatılmış olduğu; tarihi bir gerçektir…

Nitekim, her gün biraz daha "bu çarpıklık" bariz şekilde ortaya çıkmaktadır.

Erdoğan, dün külliyede davetlilere karşı yapmış olduğu konuşmanın içeriği, tüm çıplaklığıyla ruhi derinliklerindeki iman meşalelerini ortaya koymuştur.

Her şeyden önce konuşmaya başlamadan evvel, Allah adını anarak, "hamd-û sena" getirerek; “Allah’a yalvarıyorum” demesi…

Bu ifade, İslam tarihinin değişik merhalelerindeki tüm seferlerin zafere dönüştürülmüş olmasının bir göstergesidir.

Hudeybiye Anlaşması, Mekke Fethi, Selçuklu dönemi, İsrail’i fetheden Selahaddin-i Eyyubilerinden tutun da Fatih Sultan Mehmet’e kadar….

Tüm bu cihad seferlerinin bir zafer sonucu olduğu gibi, bize göre Erdoğan'ın çıktığı "seferler de" bu minvalde, zaferle neticelenmektedir..

Artık öyle inanıyoruz ki, Türkiye gerçek yörüngesine oturmuştur.

Mecrasını almış, istikametine doğru ilerlemektedir...

Bu halk, yıllardan beri hasretle beklediği günleri artık yaşamaya başlamış durumda.

Erdoğan, Türkiye'ye gerçekten yeni bir çağ atlatıyor...

Yeni bir çağ atlatan Türkiye’de yaşıyoruz bugün.

Allah’ı tanıyan, Peygambere inanan ve İslam’ın istikamet yolunu takip eden bir Cumhurbaşkanıyla karşılaşan yeni bir Türkiye var artık…

Onun için Fetih suresinin “İnna fetehna leke fethan mübina” ilahi buyruğu Hz. Muhammed (S.A.V)’e yönelik olmakla beraber, onun davasını takip eden imanlı devlet adamlarını da kapsadığını biliyoruz..

Elbette ki Erdoğan’ın bu zaferini de kapsıyor.

“Saff” suresinin 13. ayetinde “Nasrun minallahi ve fethun karib” ayetinin sırrını bize hatırlatıyor.

Evet, yardım Allah’tandır, sabırla mukadderdir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Burada size tarihi bir olayı hatırlatayım.

Hani diyorlar ya; laf lafı açıyor.

Bu zafer, bugünkü Türkiye’nin girmiş olduğu yeni zafer yörüngesi, bize 57 sene önceki Türkiye’nin ne kadar baskıcı bir düzenle karşı karşıya olduğunu ve tek parti şeflik ve dipçik döneminin günlerini hatırlatıyor.

27 Mayıs’ları hatırlatıyor.

Evet.

Tarihi bir vakayı sizinle paylaşmak istiyorum.

Dünkü SÖZ Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir haber vardı;

“SAİD-İ NURSİ’Yİ TAYYAREDEN AŞAĞI ATTIM”

Bu başlıklı haber, şöyle devam ediyor;

“Tarihçi Murat Bardakçı’nın Haber Türk’te yayımlanan “Said-i Nursi’nin cenazesi muammasının son şahidi de gitti” başlıklı makalesinde, Çağın allamesi Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin cenazesiyle ilgili sırları bir ölçüde deşifre ederken, 1960 Temmuz’unda açılan Said-i Nursi’nin cenazesinin bir uçağa konarak bilinmeyen bir yere götürülmesi hadisesiyle ilgili dönemin paşası Faruk Güventürk tarafından uçaktan atıldığını ifade etti.”

* * *

Evet, özetlemek gerekirse Türkiye nereden nereye geldi?

Bakınız, o tarihlerde Türkiye’de devletin resmiyetini kirli emelleri doğrultusunda kullanarak, dinsizliğini, imansızlığını hiç gizlemeyen böylesine hain adamlarla Türkiye tanışmıştı.

Düşünün.

Yüzde 99,9’u Müslüman olan bir Türkiye insanının içinde büyümüş, okumuş bir din alimi, çağımızın İslam allamesi, mağdur, masum, hak dava uğruna, inanç ve İslam hakikatleri uğruna bütün mevcudiyetini feda eden Bediüzzaman’ın vefatından tam üç ay sonra Şanlıurfa’da kabri açılıyor, naaşı alınıp uçağa konularak meçhule doğru götürülüyor.

Yıllar yılı saklı kalıyor.

Nihayetinde Tarihçi Murat Bardakçı’nın yazısında ifade ettiği gibi bir Türk Generali “Ben Said-i Nursi’nin cenazesini tayyareden attım" diyebiliyor.

O günleri hatırlarsak, insanın tüyleri diken diken olur.

Türkiye ne kadar mezalim ve badireler geçirmiştir.

Türkiye insanı ne kadar sıkıntı çekmiştir.

Bu devletin, milletin bütçesinden nemalanıp maaş alan ve İsrail namına konuşan nice Kemalist, Atatürkçü geçinen resmi sıfatları gördük.

Ve bugün de yepyeni bir Türkiye, yepyeni bir devlet, yeni bir çağda yaşayan bir milletle tanışıyoruz.

Bediüzzaman Hazretleri, o dönemlerde Türkiye insanı üzerinde gösterilen imansızlık baskınını Afyon Mahkemesi huzurunda tutuklu iken dile getirmiştir…

Mahkeme heyetine şöyle seslenmişti;

“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”

İşte, bakın bu sesleniş, bu haykırış o sıkıntılı günlerde yapılan bir haykırıştı.

O büyük insanların duaları, bugün Türkiye’yi yeni bir Cumhurbaşkanıyla tanıştırdı.

O da büyük devlet adamı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Tüm ciddiyetimizle tebrik ediyoruz.

Başkanlığını kutluyoruz.

Allah, yar ve yardımcısı olsun diyoruz.

Yüce Allah’tan ona uzun ömür vermesini diliyoruz.

Allah, onu insan ve şeytanların şerrinden korusun diye dua ediyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.