Görüş Bildir

VİRÜSÜ ÜRETEN ÇAĞDAŞ BİLİM.. (!)

Evet sevgili okurlar!

Nerdeyse iki aydan fazla bir zaman dilimidir, dünya çok büyük korku ve endişeler içerisinde kıvranmaktadır…

Kim ne bilir daha ne zamana kadar, bu hal yaşanacaktır?.. Ki bu da belli değil.

Ama tek kelimeyle ifade etmek gerekirse bu korku, bu tehdit yalnız Türkiye’mizi değil, tüm insanlığı, özellikle Çin’den gelen bu korona virüsü korkusu, yer küresini tehdit etmektedir...

İşte bu tehdit ve korku salan “virüs” oluştu mu, oluşturuldu mu pek bilinmiyor?..

Bir meçhuliyet var?..

Eğer ki adı virüs ise bakteriyel maddelerin bulunduğu bir bataklıktan çıkan çağdaş bir veba hastalığı demektir.

Nitekim bir bataklık varsa muhakkak ki, orada mikrop vardır..

Çünkü bataklık olmasa sivrisinek veya diğer haşereler, pek üreme yapmaz, varlık göstermez!...

Doğanın kanunu noktasında bizde diyoruz ki;

İster Çin olsun, ister ABD olsun, ister İspanya olsun, ister İtalya, her neresi olursa olsun eğer gerçekten insanlık dünyası böylesi korkutucu bir virüsle karşı karşıya gelmişse, ki gelmiştir..

Bize göre buda rastgele bir olay değildir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin dediği gibi;

“Bekleyelim, Mevla’m neylerse güzel eyler?”...

Muhakkak ki, bu şerrin altından büyük bir hayır çıkacaktır..

Ki o da bekleniyor..

Zira şer gördüklerimiz bazen hayır olur,  hayır gördüklerimiz de şer olabiliyor?...

Bu’da ilahi bir kanundur..

Ve nitekim, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır?.

Ama bu da bir gerçektir ki; eğer bu korkutucu virüs nedeniyle insanların tümünün yaşam özgürlükleri ellerinden alınmışsa, ki görülen lüzum üzerine alınması da gerekiyor, alınmıştır?..

Bu da, hayra alamet değil gibi geliyor bize.

Geçmişe yönelik nice kavimlerde meydana gelmiş bu korkutucu veba hastalıkları yeri gelmiş her şeyin altını üstüne getirmiştir.

Günlük hayat akışlarını ters yüz etmiştir..

Bir çırpıda yerin derin titreşiminden dolayı yer yarılmış ve insanlar içine gömülüp gitmiştir..

Ki gidiş o gidiş, bir daha geri dönmemişlerdir.

Bu yerküresi, yani insanlık tarihi hep bu gibi olaylarla dopdolu..

Veya saika denilen çok şiddetli yıldırımlar, gökten gelen afet ve belalar veya bugünkü gibi görünmeyen tehlikeli hastalıkları üreten mikropların varoluşu, hep söz konusu olmuştur.

Hatta tarihte yazıyor, Ad Kavminin başına gelen "Eyyami Nehisat" denilen felaket...

Öyle ki, yedi sekiz gün uğursuz ve korkutucu günlerin yaşanmasıyla o toplum kökten helak olup, gitmiştir...

İşte o “Eyyami Nehisat” denilen ölüm saçan tehlikeli uğursuz günler, ne tesadüf ki hep bu aylarda ve bu günlerde yaşayagelmiştir.

Tıpkı bugünkü insanlığın başına gelen hal ve korkutucu yaşam şekli gibi..!

Tabi, bunun ilacı her şeyi maddede arayan çağdaş bilimcilik taslayan çağımızdaki nice bilim adamlarının görüşlerinde yer almıyor...

Bunun ilacı gerçek ilmi değerlere dayalı Kur’an tespitlerinde yer almaktadır...

Ki ortadadır.

İslam dünyasının tarih boyunca yaşam şekli ortadadır.

Yüce İslam dini nerdeyse 1440 yıldan buyanadır, yeryüzüne getirdiği bilimsel medeniyet , hep gerçek bilime ve ilme dayalı olmuştur...

Ki O medeniyet yalnız İslam dünyasını değil, tüm beşeriyetin yardımına koşmuştur ve gerçek kurtarıcı bir medeniyet olarak, insanlık dünyasına “Şefkat ve merhamet” kapısı olmuştur...

Ama ne yapacaksınız?!

Bugün, bilimsellik postuna bürünmüş nice diplomalı cahil sürüsüyle karşı karşıya kalmış olan insanlık, gerçekten bir türlü pusulasını doğrultamıyor.

Bu bilimsellik taslamaları daha ne zamana kadar insanları vahşileştirmeye sürükleyecek, doğrusu onu bilemiyoruz...

Ama her geçen gün kötüye gidiyoruz...

Sevgili okular...

Sizlerin de dikkatini çekmektedir...

Yaklaşık iki aydan beri ekrandan ekrana koşan nice bilim adamlarını görüyoruz, konuşuyorlar da konuşuyorlar...

Enva-i terimleri kullanıyorlar..

Ama, hiç birisi doğru dürüst sadra şifa verici bir şekilde bu hastalığa, bu virüslü tehlikeye “teşhis” koyabilmiş değil..

Bu illet neyin nesidir diye müspet bir delil ortaya koyabalmiş değiller, bizim sözde Proflarımız!!...

Oysa ki bu hastalığın temel kaynağı, ana sebebi ve gerçek üretici kaynağı insanlık bünyesinden çıkan, inanca dayanmayan, İslam’ın yasakladığı tüm mikropları üreten batı dünyasının yaşam şeklinden kaynaklanmaktadır.

Haram etten tut, alkol şuruplarına kadar, viskilerine kadar, fışkılarına kadar her neyse!…

Hiçbir şeyden kendini mahrum bırakmayan batı dünyası bugün elbette ki netice itibariyle bu virüslü mikroplar bünyesinden üreme gösterecektir..

Vücutlarının içerisinden çıkan nefesler bile birer zehir maddesi halinde olup, diğer insanlara bulaşmaktadır...

İşte en büyük enfeksiyon üreten virüste buna denir.

Bu virüsü, bu enfeksiyonu, İslam dininin ortaya koymuş olduğu maneviyat ilaçlar ve Müslümanca yaşam hali ancak ortadan  kaldırılabilir?

Yoksa alkollü dezenfektanlarla veyahut maskelerle, eldivenlerle kurtulma imkanı yoktur ve olamaz da..

Diyeceksiniz ki, İslam dünyasına ne olmuş da bu virüs İslam dünyasını da kapsamaktadır, ölümler yaşanmaktadır?...

Hatta İslam’ın ana dayanak noktası olan Haremeyn-i Şerifeyn nasıl etkilendi?..

Bugün gece gündüz kapatılmış, ibadet yapılamıyor?

Suudi hükümeti tarafından sokağa çıkma yasağı bile konulmuş..

Evet!

Gerçekten yerli yerinde bir soru?.. Lakin sorunun cevabı da basittir..

Demek ki, İslam dünyası “İslam Medeniyetini, Kur’an hakikatini, Peygamber Efendimizin hadis ve yaşam kültürünü” hayatına adapte etmede, imtina ediyor...

Uzak duruyor..

Batılın, batının, seküler yaşam ve kültürünün “hegemonyası” altına girdiğinden olacaktır ki, “kendi içine” sirayet eden kirlilikler, mikropları, virüsleri, enfeksiyon üreten hastalıkları üretmektedir...

Her ne kadar domuz eti veyahut diğer murdar kan, içki, kumar, alkol yasak ise de A’dan Z’ye kadar olmasa bile birçok İslam ülkelerinin içinde, başta Türkiye dahil olmak üzere batı dünyası gibi aynısının yaşanmakta olduğunu, görüyoruz!...

Daha fazlasıyla şarap, alkol, kumarın yanı sıra zina, fuhuş, uyuşturucu, faiz, kan, gözyaşları, cinayetler, hırsızlıklar, rüşvet artık İslam dünyasının içinde, hele hele Türkiye’mizde olmazsa olmaz durumuna gelmiştir.

İşte bu ibret-numa halin ağır faturası da bugün yalnız yapanlara değil, masumane hayat yaşayan insanları da içine kapsayarak, ödeniyor...

Böylesi belalar halk deyimiyle “yaşla-kuruyu” beraber alıp götürüyor...

Bu da ilahi bir kanundur…

Eğer toplum inancı gereği kendine bir çekidüzen vermezse topluca bir tövbekarlık hali yaşanmazsa ne yazık ki alkollü dezenfektanlarla kendini hiçbir şekilde “böylesi virüslerden” kurtaramaz, arındıramaz!...

Bunu niye söylüyoruz?

İki gün önce Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar Bakanlığının bünyesindeki çalışma şeklini basına anlatırken, şöyle dedi...

“Milli imkan ve kabiliyetleri kullanarak çeşitli tipte maske, tulum ve hijyenik malzeme üretimine başladık. Şu an itibarıyla Dikimevi Müdürlüklerince haftada toplam 1 milyon maske, 5 bin tulum, İlaç Fabrikası Müdürlüğünce de haftada 5 bin litre alkol bazlı dezenfektan üretilmektedir.."

Bakın sevgili dostlar..!

“Haftada 5 bin litre alkol bazlı dezenfektan üretiliyor” diyen Milli Savunma Bakanımızın çare üretişine şaşıyorum…

Acaba gerçekten bugüne kadar alkol içenlerin kaçta kaçı sağlıklı bir hayat yaşamıştır.

“Alkol içiyorum” deyip de sağlığından şikayetçi olmayan var mı acaba?

Bunu, sormak zorundayız...

Alkol, sağlıkla uzaktan yakından alakası olmayan bir madde iken, nasıl mikrop öldürür, nasıl dezenfaktan üretilir ve nasıl bu virüsü ortadan kaldırılabilir?..

Bu soruya yanıt istiyoruz, bakalım kim ne cevap verecek?

En derin sevgi ve saygılarımla..

 


Bu Makale 1289 kere okunmuştur.