Görüş Bildir

VİRÜSÜ ÜRETEN VİRÜS!!! (III)

Evet sevgili okurlar!

“Virüsü Üreten Virüs” başlıklı sohbetimizin üçüncü faslındayız bugün.

Dünkü yazımızın son bölümünde;

 “Bir aydan beri Türkiye’mizde de adeta hayat durmuş durumda.

Bütün aileler, iş çevreleri, esnaf, tüccar, sanayi ve işçi dünyası çok büyük bir korku ve endişe içerisinde yaşamaktadır.

Her ne kadar iktidar, devlet, yardım elini uzatmak istiyorsa da bize göre bir aldatmacadan ibarettir, morfinleştirme şeklidir…

Bu sistemle, bu kervanla ne yol gidilebilir, ne de insanlar hedefine ulaşabilir...”  demiştik..

Sevgili okurlar...

Önceki yazılarımızda da, ki nerdeyse bir aydan beridir “Korona Virüsü”nü konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz...

Elbette ki, virüs tüm dünyanın gündemini meşgul ettiği gibi, ülkemizin de gündemindedir..

Görünen o ki, bu virüs daha uzun bir süre yer küresini titretmeye devam edecek?..

Çünkü, her geçen gün vakıa sayısı artmaktadır...

İşte ülkemizde dün itibariyle, virüsten ölenlerin sayısı 277’ye yükseldi..

Ki 24 saat içerisinde, 63 ölü denildi...

***

Peki, yaşadığımız olay nedir, ne değildir?..

Doğrusu, sorunun yanıtı çok kolay.. Ne diyoruz; “Korona Virüsü?”...

Yani pislik bir veba...

Bilinmeyen iğrenç bir virüs..

Kur’an’da geçen “Rics” kelimesinin temel anlamını ifade eden kirli bir hastalık üreten mikrop!!!.

Biz de diyoruz ki bu hastalık bugün gerçekten tüm insanlığın başına bela olmuş bir musibettir.

İnsanlık büyük bir korku ve endişe içerisinde...

“Acaba ben virüsü kapabilir miyim?.. Virüs bana bulaşırsa ölürmüyüm?.. Ölüm sırası bana ne zaman gelecek?.. Ne yapsam, ne etsem virüs bana bulaşmaz...” 

Bunları sorgulayıp duruyor, kendini izole etmenin gayreti içerisinde...

Yanı korku dolu bir şuursuzluk var?..

Ama gerçeğine dönüp; bakmıyor?..

Neden bu müsibet, neden bu salgın felaketi diye kendi kendine “insanlık” öz eleştiride bulunmuyor...

Bunulmadığı için de, tabiri caizse girdaba kapılan boğulup gidiyor...

Sevgili okurlar...

Kur’an-ı Kerimde yer alan ayetlerin ekseriyeti, “insanlığın” portresini çizmektedir..

Gerek geçmiş kavimlerin hallerini, başlarına gelenleri anlatan ayetler olsun...

Gerekse Allah’u Tealanın emir ve yasaklarını bünyesinde taşıyan ayetler olsun...

Hep tarih boyu tüm insanlığın portresini çizmektedir ve insanlığın “yaşananlar” karşısında birer ibret levhası…

Tartışılmaz bir hakikat vardır...

O da şu...

İnsanlık ne kadar inkarcı olursa olsun, kendilerini adeta bir tanrı ve ilah durumunda görürse görsün, insanlığın başındaki devlet yöneticileri ne kadar yücelirlerse yücelsinler, başları göklere dahi değse Allah’ın takdir ve iradesi karşısında birer cüce oldukları unutulmamalıdır...

Ne yazık ki, bugün beşeriyet aklen, fikren olsun yanlış bir yolda ilerlemektedir...

Gerek siyasal gerek sosyal tüm içtimai hayat faktörlerinde; “insanlık dışı” bir yaşam söz konusu...

İnsanlığın uluhiyet inkarını yaşamakta olduğunu kimse inkar edemez.

Buna Bolşevizm diyoruz, zındıka cereyanı diyoruz, küfür sistemi diyoruz..

 Ki bu sistemlerin varlığı başlı başına beşeriyet için, bizatihi birer fitne ve fesat unsurudur...

Çünkü, anlayış olarak toplumları ve tüm insanlığı küfür sistemiyle morfinleştirerek aldatmaktadır...

 Ne hazindir ki, Kurtuluş çaresi olarak ta, “sekülarizm, laiklik, demokrasi” gibi kavramlar kullanılmaktadır...

 İşte Türkiye’deki hal; “Kemalizm..”

Ve daha bir çok kavram “İnsanoğlunun” başına musallat edilerek, tarihsel bir küfür sistemini zihinlere enjekte etmektedir...

 İnsanlığın geleceğini karartan, ana unsurlar bunlar...

Dünkü sohbetimizde de belirttiğimiz gibi aldatıcı, uyuşturma hareketleri devlet yönetimlerine kesinlikle bir şey kazandırmadığı gibi bilakis Allahu Teala’nın değişmeyen ceza-i kanunlarının “silesinden de kendini” kurtaramaz..

Sevgili okurlar...

Mevcut rejimler ve sistemler adeta birer suç makinesi gibi işlem görmektedir...

Kazuratı beşeriye denilen insanoğlunun birer mahsulü ve ürünü olan kirlenme ve pislik necasetleri öyle bir hal almış ki toplumların vazgeçilmez birer haleti ruhiyesi olmuştur.

İnsanlığın yaşamı nerdeyse onlarla ayaktadır.

Nitekim, Yüz yıldan beri Türkiye’de olup bitenlerin hiç birisi milli olamamıştır, yerli olamamıştır, müstevli işgalci İngilizlerin talimat ve direktifleri doğrultusunda, işlem görmüştür...

Kurulan Cumhursuz bir Cumhuriyetin varlığı ve Osmanlı’yı yıkan İttihat Terakki Partisi’nin bir uzantısı olarak yürürlükte olan müesses nizamı, hiç kimse inkar edemez, açık ve nettir.

Tarihseldir ve bilimseldir.

Ama hukuki değildir..

Tüm bunlara rağmen bir türlü memlekete barış, kardeşlik, huzur kazandırılmamıştır.

Hangi parti olursa olsun hep aynı minval üzerine aynı tarzda iktidarlarını idame edebilmişlerdir.

Sistem adeta suç ve suçlu potansiyelini üretir bir faaliyet içerisinde, çark döndürüyor...

Bakınız yıllardan beri toplumsal olarak işlenen suç potansiyeli yüzünden suçluların varlığı kabardıkça kabarıyor.

Artık cezaevlerinde yer yok.

Kapasite 100 bin insanı kapsıyorsa, bugün 300 bin insan cezaevlerinde yatıyor...

Devlet gerek ekonomiksel olsun, gerek mekan cihetinde olsun, gerek huzur ve barış cihetinde olsun her cihetle çok büyük sıkıntılar içerisinde “suçlularla” mücadele etmektedir..

Peki, çözüm var mı yok?..

Bugün, cezaevlerindeki doluluğa karşı, İktidar Büyük Millet Meclisi’ne yeni bir “İnfaz Kanunu” teklifi verdi...

Aslında Af Kanunudur...

Ama iktidarın, iktidarı temsil eden konuşmacılar ve kanunu sunanlar itiraf ediyorlar ki yer darlığı nedeniyle 90 bin insan bu infaz indiriminden faydalanıp serbest bırakılsın, cezaevleri de kısmi olarak boşalsın...

İyi güzel de...

Elbette ki bu olay sevindirici bir olaydır...

Ama velakin, düşündüren ve üzen olayın diğer yüzü...

Yani madalyonun diğer yüzü...

90 bin insan cezaevinden çıkıyorsa da ne malum ki birkaç yıl içerisinde 190 bin insan gerisine cezaevine girmeyecek?

Mühim olan cezaevinin yer darlığından insanları boşaltma değil, mühim olan suç ve suçlu potansiyelini azaltma hali olmalıdır.

Eğer sen devlet olarak, yönetim olarak sistem ve rejim olarak suç ve suçluları azaltamıyorsan...

Özelliklede içimize ithal edilmiş antidemokratik, hukukun üstünlüğünden uzak bir sistemle, bir yasalar zinciriyle ülkeyi yönetmeye çalışıyorsan devlet olarak bu millete demek bir şey verememiş durumdasın.

Zira topluma huzur getirilmemiştir...

Barış yok, ekonomiksel hal oldukça düşük, ahlaki çöküntüler oldukça her tarafı kirletmiş durumda..

Peki bu hal ne olacak?

Toplumsal olarak orta yere konulan düşünce ve fikir herkes bunu söylüyor.

“Biz huzur istiyoruz, barış istiyoruz, kardeşlik istiyoruz, ekonomiksel güç istiyoruz, sanayi istiyoruz, teknoloji istiyoruz”

Tüm bunlar milletin isteği ve talebi durumunda olduğu halde millet hiçbirisini bulamıyor.

Bu yetmiyormuş gibi son bir ay içerisinde toplumu korku, titreşim ve büyük endişelere boğduran “Korona Virüsü” ortaya çıktı.

Netice itibariyle sözü fazla uzatmamakla beraber şu gerçeği de sizinle paylaşalım ondan sonra yazımıza noktayı koyalım...

Evet, “Korona Virüsü”

Dün de yazmıştık, bu virüs hem maddi, hem manevi virüstür.

En büyük virüs toplumsal hukuksuzluktur...

Allah’ı tanımama, zındıka cereyanlarının varlığıdır..

Bolşevizmin hükümranlığıdır..

Ahlaksızlığın toplumun içine hatta ruhi derinliklerine yerleşmiş insanlık dışı kirlenmedir...

Yani, fuhuştur, cinayettir, hırsızlıktır, uyuşturucudur , rüşvettir ve adam kayırmadır.

İşte bunlar Korona Virüsü getiren temel virüsün dik alasıdır.

Bu nedenle yüce kitabımız Kur’an Müdessir suresinin ilk ayetleri bize bunları hatırlatıyor:

“Ey örtüsüne bürünen!

Kalk ve uyar!

Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir.

Elbiseni tertemiz tut.

Her türlü pislikten uzak dur.”

Bakın sevgili dostlar Kur’an nasıl bizi uyarıyor.

Hem de inandığımız ve intisabıyla iftihar ettiğimiz, övündüğümüz o yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)in nezdinde bizi uyarıyor.

Bu surenin 4 ve beşinci ayeti bizi şöyle uyarıyor:

Elbiseni tertemiz tut ve her türlü pislikten uzak dur.”

Bunun mefhumu muhalifi budur ki eğer insanlık kendini temiz tutmazsa, her türlü pislik ve ahlaksızlıktan kendini arındırmazsa yaşamını daha nice nice “Korona” mikroplarından koruyamaz.

Bu da Kur’an uyarısıdır.

Hele Hele Ebu Cehil ve onun karakterinde olan inançsız kişilere şöyle hitap ediyor.

Kıyamet Suresi’nin 31 ve 32’inci ayeti şöyle diyor:

“Vaktiyle o hakka inanmamış, namaz da kılmamıştı.

Aksine inkâr etmiş, haktan yüz çevirmişti.”

Evet buyurun bu ayetin manevi hükümlerine bakın…

Yani nasıl uyarıyor?

Demek ki namaz kılmayıp, namaza inanmayıp yalan dolanlarla gününü gün eden sistemler, yönetimler ve insanların hali pür melali ve neticesi “Korona Virüsleri”dir.

Ey insanlık uyan artık yeter demekten başka bir şey diyemiyoruz.

En derin sevgi ve saygılarımla…

 


Bu Makale 1264 kere okunmuştur.