28 ŞUBAT'IN SENE-İ DEVRİYESİ…

Sahi, o günden, bugüne ne değişti?.. Ya da, 28 Şubat'ı nasıl bir ders-i ibret olarak, tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize, yaşam değerlerimize… En önemlisi de, yarınlar açısından, bir daha yaşamama adına; "nasıl doküman" yaptık?.. Evet üzerinden 23 yıl geçti.. Yani çeyrek asır bir zaman dilimi!…

***

28 Şubat.. "Post Modern" darbe olarak, Türkiye'nin "siyasi tarihine" not olarak düştü.. Birileri "bin yıl sürecek" dedi.. Ama sürmedi, lakin "zihniyet ve anlayış" henüz "kökten" temizlenmiş, ya da bir daha "yeşermeme adına" söküp atılmış değil.. Bir direnç, bir "pusu" kurucu hal-i fikri var… Yoksa, hala "darbelerden" söz eder olur muyduk?...

***

Nitekim; "Laiklik ve Kemalist" anlayış üzerine kendilerince süreç başlatan, yürüten ve bir noktaya getirip sonuçlandıran "o zorba, o aşağılık, o ırkçı, o şoven ve o İslam düşmanı" 28 Şubat akımında, eğer ki "direnç" gösterip milli ve yerli bir "duruş" sergilemiş olsaydık, ne Çevik Bir'ler, ne de "onun" zihniyle hareket edenler; "başarıya" ulaşamazdı?…

***

Ama yapılmadı.. "Siyaset" irade ortaya koymadı.. Muhalefet, "milli irade" varken "siz kim oluyorsunuz" demedi… Hele ki, "şapkasını alıp" gitmede rekor kıran Demirel zihnini değiştirmedi?… Medya, "asli misyonunu" yerine getirmeyip bilakis "şakşakçılık" yapıp, "Genelkurmay'ın ışıkları sönmedi" deyip durdu…

***

Hele ki, Sivil Toplum Örgütleri.. Üniversiteler.. Eli kalem tutan, fikir üreten, devletin bizatihi "halkın güvencesi" olabilme, noktasında "misyon" ortaya koymadı.. Bir ketumluk, bir rıza göstermişlik, sergilediler.. Bir onbaşıya, bir astsubaya "ülkenin Başbakanını kurban vermede" rıza gösterdiler..

***

Ya, "Peygamber Ocağı" diye görülen Asker ocağı.. Kışlalar.. O şerefli kutsal üniformayı giymiş, ama "ABD ve AB'nin" zihninin ürünü olan "laiklik" kisvesi altında, sömürü ve ülkeyi milleti gerileme, "kendilerine" biat edeci politikaya "biz niye alet oluyoruz" deme cesaretini, ortaya koysalardı?…

***

Hakimler.. Savcılar… Kısacası, yasama, yürütme ve yargı mekanizması "bir bütünlük" içerisinde, "zorbaca" atılan adımlara küçük bir karşı koyuş ortaya koymuş olsalardı; 28 Şubat'ın "piyon aktörlerinin" hiçbiri, cüretkar olamazdı.. Çünkü cesur değillerdi.. cüretkarlıkları  "omuzlarındaki" rozetlerdi?…

***

Bu grup yapının "iştahını" kabartan en büyük etken; "yancılıktı ve eyyamcılıktı?.." Çünkü, keyfi zorbalığa, işkenceye, yargısız infazlara, despotik uygulamalara yönelmelerini "tetikliyordu?…" Andıçlamaları da, brifinglerdeki "estirilen" rüzgarları da; "bir resmi görüş, bir sivil görüş" diye; pısırıklaşılan, demagoji duruşu "vurucu" kılıyorlardı!…

***

"İrtica" bahaneydi çünkü "Laiklik" şahaneydi!.. Bugün bile "laiklik" kendini idame ettiği gibi; kesimi de aynı yerde hala duruyor.. 15 Temmuz sonrası bir kesimi "bükemediği" ayak bileğini "öpme" noktasına gelmişse de, "eski günlerin" özlemiyle yanıp tutuşanlar da yok değil…

***

Yoksa, başörtüsüne, türbana, giyim kuşama dair "dil uzatma" müdahale edici fikir ve beyan ile fiziki haller cereyan etmezdi?…

***

ÇIKARILACAK DERS….

Netice itibariyle, 28 Şubat'tan, 23 yıl sonra bir "ders" çıkarıldı mı, sorusuna verilebilinecek, cevap hiç kuşkusuz ki, bu şıklar üzerine olurdu?.. Ne denirdi;

-Herkes; "bir daha askeri zorbalık mı" asla diyebiliyor mu?

-Herkes; "gücü gücüne yetene anlayışı mı" asla diyebiliyor mu?

-Herkes; "Sivil ve milli irade temsiliyet olmasın mı" asla diyebiliyor mu?

-Herkes; "İnsan hakları ve eşitlik, özgürlük herkes için" diyebiliyor mu?

-Herkes; "Seçilmişler, öz iradelerine sahip olmalı" diyebiliyor mu?

-Herkes; "Hak, hukuk, adaleti 81 milyon ülke nüfusu için istiyorum" diyebiliyor mu?

-Herkes; "Irk milliyetçiliğini, sınıfsal üstünlüğü kabul etmiyorum" diyebiliyor mu?

***

Velhasıl…

Herkes.. Ama herkes; "ülkenin milli sorunlarının" çözümünde, ülke kardeşliği fikrinde buluşup, aynı çatıda, durabiliyor mu?.. Ya da; "uzlaşı" içerisinde, "birliği, dirliği, bütünlüğü" koruma adına, elbirliği içerisine girebiliyor mu?.. En samimi ve halis olanı da; bugün dahil olmak üzere.. Yasama, Yürütme ve Yargı "erkleri" bağımsız, hür ve "güçler" noktasında, "milli ve yerli" bir zihnin çatısı altında; somut mu….

***

DEĞİŞEN NE?…

Şöyle, 28 Şubat'ın "ilk, son ve bugünün" resmine baktığımda, değişen pek şey yok.. Sadece; "zaman ve yer" değişikliği var…

Çünkü;

Ne 28 Şubat'ın "zalimleri ve zorba" anlayışları…

Ne 28 Şubat'ın "mağdur ve mazlumları.."

Ne 28 Şubat'ın "üst aklındaki" emperyalist güçler..

Ve ne de, 28 Şubat'tan ders-i ibret noktasında "akıl alan" siyasiler!…

Yani değişen yok!…

***

SÖYLENECEK SÖZ…

O da şudur.. Katilin, caninin, katliamcının, işkencecinin, faşistin, zorbanın, despotun, terörün, teröristin, yalancının, yağmacının, eyyamcının, hainin, kalleşin, rüşvetçinin, uçkurunun "milleti ve ırkı" olmaz… Çünkü, iyilik ya da kötülük "milli bir özellik" taşımıyor; taşıdığı "insani" özelliktir…

***

28 ŞUBAT'IN BİZE YAŞATTIKLARI?..

Ne de çok… Unutulmaz bir, "zulümlük.?" Ağır bir cefa çektik…

Çatık kaşlı, nice "hakimlerin ve savcıların" mahkemelerinin "müdavimi" olduk?

Adliye koridorlarını epey arşınladık..

Gözaltılar..

Andaçlaralar..

25 gün içerisinde, üç farklı "fraksiyonun" üyesi diye; "JİTEM'in" sorgu odalarında epey, "işkence" gördük…

Günlerce, ağırladılar…

Nuh Mete Yüksel'in "hışmına mı" uğramadık?..

DGM'lerdeki, "keyfi uygulama ve kararların" "tacizine mi" uğramadık?..

"Kürdüm" dediğim için..

Şeyh Said'in kıyamında "ona kumpas" kuranlara "işbirlikçiler" dediğim için..

Yüksekova çetesini "yazdığım" için..

İşkencecileri yazdığım için..

Urfa kapıda, tuğla fabrikası sahibinin oğlunun Özel Harekatçılar tarafından "öldürüldüğünü" yazdığım için…

Yani, 28 Şubat'ın karşısında duran, sürecin "şirretliğini" ortaya koyan…

Faili meçhul cinayetleri..

JİTEM'i..

İtirafçıların, gündüz cezaevinde gece "eylem ve meyhanede"…

Kısacası sürecin sefa çekenleri değil, cefa çekeni olduk…

Zora, boyun eğmedik!..

O gün de, bugün de, ömrün zaman dilimiyle yarın da; 28 Şubat gibi "zihniyet ve anlayışın" zalimlerine, "dik" duracağız, karşı olacağız…

İnanışı, ideolojisi; ne olursa olsun..

Ya da siyasiliği...

***

 

VİRÜSE DAİR!….

Ömür törpüsü bir hal var… Günlerdir, Türkiye "bu virüse" karşı, mücadele veriyor.. Olağanüstü tedbirler alıyor.. Kapıları kapattı. Uçuşları yasakladı.. Geleni sınıflandırdı… ve şu ana kadar da şükürler olsun ki, "tek bir vakıa" yok.. Duamız ve temennimiz de odur ki; "bu bela" bize bulaşmaz.. Ve virüslü bir vakıa olmaz…

***

Ne var ki; "içteki" hain ve şeref yoksunu bazı kesimler var ki!… 28 Şubat'tan beter bir tahribat üretme gayesiyle; "algı operasyonuna" körük oluyor… Neymiş "virüs Türkiye'ye bulaştı?.. Şurada var, burada var.." Bakan Koca bu şerefsizliklere karşı, "ha bire yalanlamaya" gidiyor.. Yani, sinsiler mücadelenin eforunu "yalanlarına" harcanmasını istiyor ki; bir yerden gedik çıksın..

***

Gayeleri ne?… Elbette ki, korku ve panik atmosferi oluşsun.. Hükümet te, millet de "derin bir tahribatın" içerisine girsin.. Turist gelmesin.. Ekonomi çöksün.. Ülke, "kendini zorunlu" bir içe kapanmaya dair, karantinaya alsın.. İşte bu içteki "şeref" yoksunu virüslere karşı, hassasiyetle sağlam durmamız lazım..

***

Dedikoduya, onun bunun lafına.. Hele ki sosyal medya üzerindeki "sinsiliğe" aman ha kanmayalım.. Resmi "beyanlara" itibar edelim.. Hatırlarsanız, "domuz gribi" denildi, sonra "kuş gribi" diye de, algılar üretildi.. Ülkede, "kanatlı canlı hayvan" bırakmadılar..

***

Tedbirli olalım, ama doğru bilgi üzerinden virüsten kendimizi koruyup kollayalım…

 

***

GÜNÜN SÖZÜ...

Kavganın bahanesi yumruk sayısına odaklı tartışılıyorsa bil ki şeytanı hesap vardır?


***

Hayırlı Cumalar…