BU DA SİLVAN ÇİFTLİK BANK!…

Gülünür mü, ağlanılır mı bilmem?.. Ama, şunu ifade edebilirim ki, "bizim insanlarımız" ya çok saftırlar, ya da çok "ahmaktırlar..!"… Bakar mısın ya, Türkiye günlerce, 25 yaşındaki Mehmet Aydın adlı "tosuncuğu" konuştu..

Kurduğu bir alavere dalavere şirketi aracılığıyla; piyasadan yarım katrilyon para tokatladı.. 750 bin kişiyi dolandırdı.. Paraları alıp, "sevgilisiyle", yurtdışına kaçtı.. Şimdi, keyifle "o paraları" çıtır, çıtır yiyor..

***

Milleti neyle, çarptı… Din dedi, iman dedi, zenginlik dedi. Bol kazanç dedi. Yahudi mantığıyla, "reklam-magazin" boy boy resimlerle, "al beni" oluşturarak, herkesi "yemlik" yaptı.. Biraz da, nüfuz edicilik noktasında, devlet-i aliyeden şahsiyetlerle "kol kola" girdi..

***

Yani o biçim bir algıyla, "milyonları" kazaya aktardı.. Saadet "zinciriyle" bir de arada bir "toplu yemekler" hele bir gelin; "işte kazancınız" deyip, "kar payı" adıyla, cüzi para aktarımı yapılınca; "varımız yoğumuz sana kurban" noktasına geldi..

***

Ne gariptir ki.. Kimse "dönüp ya da başını kaldırıp", tosuncuğun "tüysüz" yüzüne bakmıyor.. Kim bu demiyor.. Güvensiz veren haleti ruhiyetine, buna güvenilir mi, ya da "güvencemiz nedir" gibi bir düşünceye de kapılmıyor…

***

İşte bu hakikat çerçevesinde, o gün "tosuncuğun" mağdurlarına, gösterdikleri tepki, veryansın, "ah vah" hallerine, şu tepkiyi vermiştim.. Asıl size veryansın etmek gerekir.. Bu adama para kaptırılır mı?.. Siz, "müstahaksınız!?" diyeceğim ama!… Neyse diyorum…

***

Öyle ya.. Bir dönem Diyarbakır Et Balık Kurumunu da birileri; "saadet zinciri" karargahı yapmıştı… O gün çok yazmıştık.. Yahu siz kelli felli adamlarsınız.. Doktorsunuz, akademisyensiniz, iş adamısınız, bölgenin ileri gelen aşiretlerine mensupsunuz; "nasıl oldu da" bunlara kandınız, demiştim..

***

Hatta dönemin, Bakanıyla bu konuda "mahkemelik" olduk.. "Saadet Zinciri" yok diye.. Sonra "kep düştü kel göründü" misali, şebeke ortaya çıktı.. Mağdurlar ortalığa düştü.. Yargı, organize şube el koydu.. Ki dava hala, yargıda görülüyor.. Yani şu hayvancılık ve tarım alanında; "ilginç" işler o biçim dönüyorsa; keramet "saflıkta" değil, "ahmaklığın" çok olmasındandır..

***

Şimdi gelelim şu Silvan Çiftlik Bank'a!.. Tıpkı, Tosuncuğun; "vur kaç" vurgunu gibi!.. Adamın teki, Mardin'den Diyarbakır'ın Silvan ilçesine geliyor.. "Kiralık" bir çiftlik ayarlıyor.. Sonra, bölgedeki "çiftçilerle, hayvanı olanlarla" temasa geçiyor… "Gelin sizi zengin yapacağım" diye..

***

 

Eee!.. O da, tosuncuk gibi "dinden, imandan, örften, adetten, bölgenin siyasi ve ideolojik" yapısından giriyor..  Silvan'ın hatırı sayılır zevatıyla da teşkili mesai içerisinde görünür.. Ciple, lüks araçlarla, toplu yemek ziyafetiyle.. Yanında bir iki de siyasi.. O biçim algı geliştiriyor.. Bir anda, "güven abidesi" oluyor.. Sonra; "gelsin paralar, gelsin tosuncuklar, öküzler, inekler, koyunlar?"..

***

Salt Silvan'la kalmıyor.. Hazro, Bismil, Kocaköy, Lice ve Hani.. "Saadet zincirine" katılarak, iştahlı iştahlı "paraya para, tosuna, tosun" katacağız aklıyla "kuyruğa" giriyorlar.. O biçim bir "tezgahla" bizim Mardinli tosuncuk, söğüşledikçe söğüşlüyor… Tabi bir iki taksit ödemesi de yapıyor.. Yani, "yanağa bir parmak bal çalma" hesabı...

***

Mardinli tosuncuk.. "İşin patlak" vereceğini, "maskenin" düşeceğini, kolluk kuvvetlerinin işin farkına varacağını, anlayınca!.. "Pıııırrr" diyor.. Kasa olan paraları, çiftlikte bulunan küçük ve büyükbaş hayvanların hepsini alarak; "bir gece" sırra kadem basıyor…

****

Ve şimdi!.. Çiftliği kiraya verenin "kiraları" alamayışından mı, para kaptıranı mı, ineğini, öküzünü, tosununu "zenginlik hayaliyle" sorgusuz sualsiz teslim edeni mi, dersiniz!.. herkes ayakta, veryansın ediyor.. "Dolandırıldık, soyulduk, paramızı çaldı" deyip duruyor.. 

***

Hal-i vaziyet bu iken!.. Şimdi kime veryansın edeceksin… "Mardinli Tosuncuğa mı?.." Bence değil.. Çünkü, "hırsız hırsız, dolandırıcı dolandırıcı" o bir "üçkağıtçı…" Bunun yaptığına "veryansın" etmek yerine!… Yem olana, oyuna gelene, sorgusuz-sualsiz, tahkikatsiz, belgesiz, dökümansız, resmi kayıtsız elinde-avucunda olanı getirip teslim edene aslında "veryansın" etmek gerekir..

***

Diyeceğim ki; "Müstehaksınız!.." Ama diyemiyorum… Lakin, "mal canın yongasıdır" derler ya; "canınız yandığı" için, onu demiyorum.. Ancak şunu söylemek istiyorum.. Vakıada bir saflık ya da ahmaklık var.. Kim hangi kulvarda ise ona da "Silvan Bank mağdurları" tercih koysun!…

***

PEKİ BİZİM KABAHATİMİZ!…

Sibel Ünli isimli kızımız!.. Üniversite öğrencisi.. Önceki gün; "intihar" etti.. Yani kendi canına kaydı, yaşamına son verdi.. Ölüm acı.. Ama; "utanç verici" ölümler, kahredici!.. Çünkü böylesi ölümlerde; "kabahatli" kişi, birey, ya da bir zümre değil.. Kabahatli, komplikedir, geneldir; ülkede yaşayan tüm bireylerdir… Devlet-i aliyedir de..

***

Sibel'in ölümüyle ilgili; sosyal medyaya bakıyorum.. Özellikle, son dört gündür; "inanılmaz" bir, iğrençlik, saldırganlık, mide bulandırıcı suçlamalar, ithamlar havada uçuşuyor… İlginç olan da, "belden aşağı" iktidarı vurmak.. Tek sorumlu, iktidardır deyip vakıayı "politize" bir cenderenin içerisine sıkıştırmak…

***

Sibel'in "sosyal medya" hesabındaki paylaşımlar.. Evet, "avazı çıktığı kadar" isyanları, veryansınları, tepkileri, serzenişleri, istek ve talepleri var.. Yoksulluktan, işsizlikten, ekonomik gelir düşüklüğünden yakınıyor.. Ben de her genç kız gibi "güzel yaşamak istiyorum, güzel olmak istiyorum" diyor.. İlgi, alaka istiyor.. Kredi Yurtlar Kurumuna olan borcundan söz ediyor..

***

Kısacası, sosyo-ekenomik yönde, denir ya "berbat" bir hayat içerisinde!.. İşte buna, "intiharıyla" alakalı bir sonuç çıkarmak gerekiyorsa.. Yani; suçlu ve kabahatli hakikatı bulmak istiyorsak; "önce ideolojik ve siyasi" kalıplaşan, anlayıştan uzak, samimi ama bir o kadar da utanç duygusu içerisinde; "düşünmeliyiz..!"

***

Nitekim aile dün yazılı açıklama yaptı.. Diyor ki, "psikolojik sorunları, küçük yaşlarda geçirdiği bir hastalıkla başlamış.. Sara, epilepsi.. Psikiyatri tedavisi görmüş.. Bu evrede bir çok kez intihar girişiminde bulunmuş.. İki kez de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde tedavi altına alınmıştır.." Yani demek ki, "etkenler" farklı ama sorumluluk, demek ki hepimizde!.. Hasılı kabahatli biziz..

***

Çünkü, Sibel'in "hayata" dair isyanında, herkes vardır.. İktidar vardır.. Muhalefet vardır.. Devlet vardır.. Rektörlük vardır.. Sivil Toplum örgütleri vardır.. Mahallesi vardır.. Ailesi vardır.. Arkadaş çevresi vardır.? Yani var da vardır? Kimse, "hayatı karartan" ortamdan kendini sıyıramaz!.. Herkes sorumlu.. Ve herkes "sorumluluk" noktasında üzerine düşeni yapmalı!… Eğer ki, birey olarak "bizler" üzerimize düşeni yapmış olsaydık; Sibel gibi nice kızlarımıza, evlatlarımıza, "isyanlara" sürükleyip, "kendi canına kıyabilecek" bir vahşeti yaşatmazdık..

***

Onun için de!.. Ucuz bir fikriyatla, algı zafiyetiyle, kör, sağır, dilsiz moduna girme gafletinden, kendimizi arındırmalıyız… Çünkü, intihar eden Sibel kadar; "insanlığımızdır?"… O insanlığı da "siyasi-politik" mevzulara "ezici malzeme" yapmayı bırakıp, hakikatlerimize yönelelim!…

***

 

E BE YARATIK…

Neyi anlamıyorsun hala!… Coğrafyandaki "ha bir karış toprak, ha bir avuç deniz suyu alanı.."  İkisinin arasında ne fark var?.. İkisi de; kutsal, ikisi de senin.. Ve ikisi de, şehit kanlarıyla "alınmış" vatan!.. Denizini, nehrini, çayını ayrı, toprağını ayrı mı, tutacaksın?. Ya da, "kara benim, denizde herkes cirit atabilir mi diyorsun?.." İşte bizdeki bazı siyasi zevat, gaflet ve delaletin çukurunda debelenip duruyor!.. Ne diyeceksin, e be yaratık hala anlamıyorsa!...

***

GÜNÜN SÖZÜ…

Ahmak misafir, ev sahibini ağırlar…