Görüş Bildir

KALEMİN DİLİ

MANKURTLAŞTIRICI RUH HALİMİZ

Ah be ah!… Şu "kadim ülkemin ve milletimin" bahtsız hali…

"Kahredici…!"

Ama "kime" diyeceksin…  Havanda "su dövme" misali!…

Bir "boş vermişlik" var..

Bir "keyfiyet" var..

Bir banane "bencilliği ve çekemezliği" var!..

Bana ne; "diyen" bir zihniyetin sömürgesi söz sahibi!!…

Garip olan da… Sözde diyorum…  Ahalinin bir adım" önünde yürüyenlerde bu "icraatın yüksek perdede işlev görmesi!..

Vahim bir "kompleks" var…

"Tepeden, burnunun ucuyla" insanlara bakan bir ruh hali var..

Özellikle siyasilerimiz..

Özellikle, aydınlarımız..

Özellikle, akademisyenlerimiz..

Özellikle, yazar-çizer, mürekkep yutmuş zevat!...

Ve ne hazindir ki; "celladına" aşık olmuş bir de milletimiz var!…

Şu parti, bu şahsiyet, şu siyasetçi, parti başkanı demiyorum; "bilaistisna" hepsi!…

Şizofrenik bir "karakter" zihniyetiyle hareket edip, "kendilerini" idame etmenin yarışı içerisindedirler!…

Çift kişilik.. Kimliksizlik.. Pejmürde olmuş, "kütük" bir hal-i durumla "kumanda" edilmişlikleri var!!!…

Tabi ki bu "travmatik" hal bugüne özgü de değil…

Yeni de payda olmadı…

Yıllar yılıdır "vaki" ve kesintisiz bir mankurtlaştırıcı ve sömürü altına alıcı ruhla büyüdü!…

"Ezberci" bir bağlılık!…

***

Peki bizi bizden eden; "tuhaf" yaratıklara dönüştüren çarkın peşinde niye bu kadar "iştahlı ve soluksuz" koşuyoruz!!!.

"Maraton" koşusu gibi..

Eğitimimizi.. Sağlığımızı.. Kültürümüzü..

Değerlerimizi.. Örf, adet, gelenek ve göreneklerimizi.. Siyasetimizi.. Ekonomimizi.. Dilimizi.. İnancımızı..

Yani hayata dair neyimiz varsa; hepsinin "elimizden" alınmasına sebebiyet veren "etkenlere"  erozyona uğratan, fikriyatlara karşı bu zafiyetimiz nedir?..

Anlamak ve içinden çıkılmaz bir hal!...

Ortada bir beden var, ama velakin, "bir ruh" halinin zerre-i miskali yaşamıyor, ya da yaşatılmıyor..

Yok da yok.. Ruhsuzlaştık!… 

Halk deyimiyle var olan "ruhumuzu" beş kuruşa sattık gitti!…

Ya da birilerinin "emir komutasına" teslim edip o yönetiyor?

Eee.. Hal-i vaziyet böyle olunca; "şirretli ve şiddetli" bir düzen kendini inşa etmez mi?..

***

İşte yaşadıklarımız..

Yoksa; "yabani bir hayata" mahkum edilir miydik?..

Birbirimizi "boğazlar mıydık?"… Cinayetler… Katliamlar… Aile faciaları yaşanır mıydı?…

İnsanlar birbirini "tavuk keser" misali, kesiyor, biçiyor, parçalara ayırıyor.. Poşetleyip; sokağın "çöp" kutusuna atıyor…

Anne babayı, baba anneyi, evlat hepsini "kazandığı(!)" vahşi ruhuyla bedenleri birbirinden koparıyor…

Sokakta, trafikte.. Okulda.. İşyerinde..

Şiddetin, öfkenin, ihanetin, kalleşliğin, hırsızlığın, uğursuzluğun, rüşvetin, usulsüzlüğün, yolsuzluğun tabiri caizse "bini bir para…"

Ahlaksızlık.. Fuhuş, uyuşturucu.. Adam kayırma, "toplumsal" ırkçılığı öne çıkaran, hizip ve ateistlik!…

Maneviyat yok.. Varsa yoksa; "maddiyat" tüm akılların ilk çarkı gibi, "sinsi ve kirli" dönüyor…

Bilimi de, düşünceyi de, hayatı da; "İlahi" bir nizamla değil, Batı'nın "inkar ve asimilasyona" dayalı "haçlı kültürüne" yeğliyoruz!

Kendi soframızı terk etmiş; "onların" ahlakı ve ümmeti " yok eden, tinetli hayat tarzlarına dair sofraya gömülmüş vaziyetteyiz!…

Yaşam; "rotasız.."

Varlık ise "çöl bir" hayatın mahkumiyetiyle, sömürge altında tutulmuş!….

Debelenip duruyoruz..

***

İlim diye, irfan diye, eğitim diye, çağdaşlık diye, batılılaşma diye..

Ama velakin uygulamada; "kırıntısı" olmadığı gibi; "kendi" değerlerimizi, tarihimizi, ecdadımızı yok sayar hale geldik..

Dahası; "kendimize" düşman beller olduk..

Bir ideoloji.. Bir ırkçılık.. Bir kör fikriyat taassubuyla; "kutuplaştıran, bölen, parçalayan" bir çürümüşlüğü kendimize "hayat ve kültür" biçer hale geldik…

Ne nesil.. Ne neslin, ebeveyni.. Ve ne de yarınlara dair "ufukların hedeflenme halinin; varlığı..

Maalesef; "kısır bir" döngü noktasında, yok ta yok!..

Ezberci.. Biat edici..

Ben densiz "mahkumiyetiyle" zihni "köleleştirme" girdabında, sözde yaşıyoruz!…

Siz deyin; "halimiz, yaşamımız, kültürümüz ve ruhumuz" hazırdaki "ürpertici" havayı solumuyor mu?..

***

Anlayacağınız!…

Ülke ve millet olarak; "helak" olmak istemiyorsak..

Özellikle; "nesli" benliğinden ve ufuklarından uzaklaştıran "ruhsuzluktan" kurtarmamız gerekir!…

Ki bizi yarınlara taşıyan; "nesildir?"…

O nesli de; "çift kişilik karakterden" arındırıp, salih emele yönlendirmeliyiz!…

Çok şey kaybettik…

"Maneviyat" yoksunu olan bir "eğitim sistemiyle" nesiller yetiştirdik..

Hasılı kelam…

İşte bu "özenti, ezberci ve maddiyat" odaklı membayı "maneviyat" çeşmesine döndürmeliyiz!..

                                           

***

HEKİMİN İSYANI?…

Biliyorum!…. Yine mi, "sağlık" diyeceksiniz!.. Ne yazık ki… İyi de; "her işin başı" sağlık demiyor muyuz!… Diyoruz.. Benim de; "Sağlık" denince, fikrimde, zihnimde, ruh halimden; "akan sular" durur.. Ki Eğitim de dahil!…

Neyse!… Sağlık'la alakalı; "bir hekimin" serzenişi noktasında, bana ulaşan bir yazı notu var.. Aslında bu serzeniş; Cimer'e yapılmış…

Hekimin ismine gerek yok…

Cimer'e yaptığı şikayette bakın neler diyor… Tabi, değerlendirme, yasal işlem veya cevab-i durum ilgili ve yetkili zevat'a ait.. Gönül ister ki; "cevap" verip, soruna çözüm bulunsun.. Hep demişimdir; bizim tek gaye ve amacımız var.. Daha sağlıklı, daha kaliteli, hizmet üreten bir "sağlık kurumuna" ihtiyacımız var.? Batı illerine hep özeniyoruz..

Ki hükümette, "Sağlıkta" devrim yaptık diyor.. İnkar edilmez bir gerçektir.. Ama velakin; Diyarbakır'da "Sağlık" denilince, en yıkıcı kurum diye biliniyor…

Bir politize olmuşluk..

Bir liyakatsız, ehliyetsizlik, keyfiyet.. Bencil bir "yönetim" anlayışıyla; har vurulup harman savrulma misali!…

Kısır bir çekişme ve iç hesaplaşma söz konusu!… Yani kurumu ve hastaneleri daha nasıl "sağlıksızlaştırabilirim" kumpası ve düellosu söz konusu!...

Makam ve mevki; "çatışması.?!"

Diyeceksiniz ki, az önce ülkenin ve milletin pür halini; "dile" getiren felsefi bir yorumunu okuduk.. Ülkede hal bu ise, Diyarbakır'da "hal-i durum" nice olur?…

Neyse!.. Gelelim; hekimin serzenişine!…

***

Şöyle diyor…

"Ben… Diyarbakır Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesi'nde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünde uzman doktor olarak çalışmaktayım.. Diyarbakır şehir merkezindeki tüm hastanelere sözleşmeli uzman kadrosu verilmekte, sözleşmesi olmayan uzman hekimlere (Mecburi hizmeti olmayanlar dahil) kura çekmektedirler. Ama nedense çalıştığım, kadrosu fazla geldiği için bakanlığa kadrolar geri gönderilmektedir. (Mecburi hizmet yapan hekimler hariç)… Bu nedenle birçok hekim arkadaşım ayrılıp özel hastanelere geçmiştir veya başka illere tayin istemiştir. Daha önce de bu isteğimizi bimer yoluyla belirtmiştik. Ama hiçbir sonuç alamadık. Diyarbakır'ın en yoğun olduğu hastanede çalışmamıza rağmen döner sermayelerimiz oldukça düşük ve sözleşmemiz yoktur. Diyarbakır ilinde hastanelerimiz ve doktorları üvey evlat muamelesi görmektedir. Çalışma motivasyonumuzu bozan, çalışma şevkimizi kıran bu adaletsiz durumun düzeltilmesini hakkaniyetli bir muamele görmek ve sözleşmeli hekimliğe geçmeyi kendim ve arkadaşlarım adına talep ediyorum…"..

***

Evet.. Hekimin "tek gayesi" sözleşmeli hekim olabilmek!.. Nedeni; işte onu da ilgili ve yetkili zevat'ın vereceği cevapta; "saklı..!"

İyi niyetli mi, kötü niyetli mi?

Akçeli mi, hizmet aşkı mı?… Bakalım; kim ne diyecek?…

***

TAHTAKURUSU MU?…

Yine mi?.. Galiba; "tahtakuruları" yine Gazi Yaşargil Hastanesi'nde "fırsat" kollayıp, işgal hücumuna geçmişler.. Yoksa; yerel gazetemizde, haber olmazdı?..

Baksanıza; "yeni yeni servisler" işgal edilmiş.. Dezenfekte için; "yataklı tedavi" bölümleri, kapatılmış..

Vakıaya der demez, söylenecek söz bu!… Acaba; "hastaneyi" tahtakurularına bırakıp, "hastaları" buradan tahliye etsek; çözüm olur mu?… Ki başka "hastaneleri" işgal altına almasınlar.. Yoksa "bağışıklık" kazanırlarsa, dört bir tarafı işgal ederler..

Ne İl Sağlık Müdürlüğü..

Ne kentteki Hastaneler..

Ne ilçelerdeki hastaneler..

Pek tabi ki, Diyarbakır'ın genelinde; "işgal altına" alınmayacak yer bırakmazlar bu "tahtakuruları…"

Aman ha!...


Bu Makale 1255 kere okunmuştur.