RAMAZAN VE YAŞAM HİKMETİ!….

Bugün!… Evet hafta sonuna özgü… Siyaseti konuşmayalım..

İstanbul seçimleri ne oldu?

YSK ne dedi?

Ak Parti neyi planlıyor?

CHP kimlerin kapısını çalıyor..

Saadet aday gösterecek mi?

DSP ne yapacak?

HDP'nin özellikle, Kürt seçmenler yeni bir düşünce yaratacak mı?

Beri yanda meclisteki Milletvekillerinden; "kim imanlı, kim imansız?"…

Kim Müslüman..

Kim Müslüman değil..

Kim oruç tutuyor, kim değil?

Türkiye bir Müslüman ülkesi mi, laik ülke mi?

Beri yanda, Yeni bir parti kurulacak mı?

Gül mü, Davutoğlu mu, Babacan mı?

Hangisi genel başkan olacak?

Tabi ki, yeni bir çözüm süreci başlıyor mu?.

İmralı, Ankara trafiği var mı?..

Sınır ötesi operasyonlar..

Avrupa Birliği..

ABD'nin "döviz kuru" üzerindeki operasyonlarının siyasi etkisi!!!..

Ekonomideki dengesizlik..

Çarşı, pazardaki file doldurulamayış..

İşsizlik..

Emeklinin bekleyişi..
Sözleşmelilerin, kadro çığlıkları...

Hele ki, Dilipak'ın "kızım sana gelinim sen anla" misali, iktidara yaptığı gönderme!!..

Aslında biraz da, geneli bağlar..

Ne diyor?

Yazının, başlığı "Ah şu bizim Müslümanlar…"

Ve satır arası cümle!!!..

"Haram para ile saadet, hizmet, ibadet olmuyor..

Para, kadın ve makam hırsı bizi perişan etti."

Hasılı kelam enva-i yaşanan travmatik halin mevzularını kısa süreliğine geride bırakalım..

Zaten, her saat, ki "Pazartesi" haşin bir şekilde hepsi hücuma geçerler..

Neyse!..

Hazır, Ramazan-Şerif'in manevi atmosferine girmişken azıcık bu yörüngede hemhâl olalım!…

Çünkü feyzi büyüktür..

Zaman da akıp gidiyor..

Ramazan-ı Şerif, kaçıncı gündeyiz!.. Haftayı devirdik bile!!...

Aha da size, hemhâldan çıkarabileceğimiz bir kaç ders!…

Buyurun, bir demet "yaşam" serüveninden çıkarabileceğimiz, küpeler...

Tabi kulağa monte edilsin..

****

KIYAMETİN KIZGIN SICAĞI!!!

Hasılı kelam...

Ramazan ayıdır…Kızgın bir sıcaklık var.. Çöl, yakıcı!!

İşte böylesi bir zamanda, Haccac ve adamları..

Kervanlı bir şekilde; Mekke ile Medine arasında yolculuk yapıyorlar..

Yolculuk sırasında, bir suyun başında, mola veriliyor..

Sofralar kurulur…  Sebze, meyve su taşınıyor…

Hayli zengin ve menüsü yüksek bir sofra kurulmuş…

Tabi, iftar sofrası değil.

Oruç tutan yok..

Öğlen vakti, yemek yenilecek..

Haccac, iştahlı iştahlı yemek yiyor… Yerken de etrafına bakınıyor..

***

Gözü, bir adama ilişiyor.. Üzerinde bir tek hırka var.. Belli ki fakir ve yoksul biri!!…

Adamlarına sesleniyor… O adamı buraya getirin…

Hizmetkarları giderler..

Seni Haccac çağırıyor.. Adamın kolundan tutup huzura getiriyorlar…

Haccac söyleniyor..

Belli ki fakirsin.. Açsındır da.. Gel beraber yemek yiyelim…

Adam, Haccac'ın beklemediği bir cevap verir..

Der ki;

"Senin yemeğini yemem.."

Haccac şoke olur.. Kimse bugüne kadar teklifini geri çevirmemiş..

Emrine, verdiği karara karşı çıkmamış..

Fakir, üzerinde bir tek hırka olan kişi, "yemeğini yemem" diyor…

***

Haccac.. Adama seslenir, peki sebebi nedir söyle bakalım?

Adam cevap verir…

"Beni senin sofrandan daha zenginleri çağırdı. Onların sofrasına, konuk olup, yemek yiyeceğim..!

Haccac bu.. Zalim olduğu kadar da zengin biri.. Ama Zulümkar…

Karşısındaki adama hiddetleniyor.. .

"Bundan daha zengin sofra mı olur?

De bakalım... Kim çağırdı, nereye çağırdı, kimin sofrasına gidiyorsun.."

Haccac'a adam der ki..

"Beni Allah'ın misafirliğine çağırdılar.. Ben oruç tutuyorum.. İftarımı, orada açacağım!.."

***

Haccac!..

"Adama bak ya.. Üzerinde çulu yok.. Bu çöl sıcağında.. Kızgın güneşte; oruç mu tutulur?" der gibi!..

Ki diyor, "Oruçlusun" demek!!!

Ders-i ibret nokta-i nazarda adam cevap verir.. Ve şöyle der…

"Evet, Haccac… Bu sıcakta.. Bu kızgın çölde oruç tutuyorum..

Oruç tutuyorum ki, kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım…"

***

ELMA AĞACI VE ÇOBAN!!

Zamanın birinde!!.. Yaşlı bir adam, çobanlık yapıyor..

Yaylaya çıkıyor.. Sürüsünü otlatmak üzere, tepe-bayır geziyor..

Yoruluyor..

Her yorulduğunda da, dinlenmek üzere, yakın tepenin üzerindeki elma ağacının dibine sığınırdı..

Gölgesinde, dinlenirdi.. Bir evlat gibi sevgiyle, ağaçla konuşurdu..

Yine öyle yapıyor… Ağacın altına uzanıyor.. Dallara ve elmalara bakıyor..

Elma mevsimi.. 

Yaşlı adam ağaca seslenerek, şöyle der…

"Hadi bakalım evlat.. Bu ihtiyarın elmasını ver artık…"

Ve bir elma düşer…

En güzelinden, en olgunundan.

Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır…

Küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra yerdi..

Daha sonra da, babasından kalan "Kur'an'ı Kerim'i" okumaya başlardı..

***

Yaşlı adam.. Elma ağacını, 30 yıl önce buraya dikmiş..

Sık sık da sularmış.. Bunun için de büyükçe bir güğümü yanında taşırmış..

İçindeki suyu hem içermiş, hem de abdest suyu olarak kullanırmış..

O sudan, içtiği kadar içermiş.. Abdestini alırmış.. Geriye kalan suyla da; ağacı bi güzel sularmış!…

Kısa sürede büyüyen ağaç meyve vermeye başlar…

Yaşlı adam genç iken, "elini uzatıp" elmaları alabiliyormuş..

En iyisini, en güzelini!

Ağaç büyümüş, adam da artık yaşlanmış.. İki büklüm olmuş!!…

Ne ağaca boyu yetişiyor..

Ne de ağaca tırmanabilme hali…

Ancak yaşlı çoban, elma ağacını bir evlat bilerek, sahiplendiği için de; "hep evladım" dermiş!..

***

Ağacın altına gelip, dinlendiğinde de!.. 

Hep şöyle dermiş…

"Hadi yavrum.. Gönder bakalım bugünkü kısmetimi…"

Ve bir elma ağaçtan düşer..  Yıllar boyunca hep böyle devam ede gelmiş!…

Köylüleri de.. Komşuları da, hep onu böyle izlerlermiş…

***

Günlerden bir gün!.. Yaşlı adam ağacın dibine gelmiş.. Abdestini almış.. Kalan suyu, ağacın dibine boşaltmış..

Namazını kılmış… Ağaca seslenmiş, “Hadi bakalım ver bakalım evladım kısmetimizi..!"

Adam beklemiş…

Sözlerini bir kaç kez tekrar etmiş.. Yok; ne ağaçtan düşen bir elma.. Ne de, herhangi bir hareketlilik!..

Gözyaşı döker… Yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatan gözyaşları içerisinde, oradan ayrılır..

***

Öyle ya, "yavrum" dediği elma ağacı ilk defa onu reddediyordu…

Bir hikmeti vardı durumun!..

İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu..

Düşünceli bir halle, hayvanlarını alıp köye doğru yönelir…

Ve söylenir; "neden ağaç bana meyvemi vermedi “diye?!

Birden ezan sesini duyar.. İrkilir..

Sanki yeni doğmuş gibi… O bel bükük hali, yorgunluk ve güçsüzlüğü gitmiş!!

Sirkelenmiş!

Ve bir müjde misali, çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koşmaya başlar…

Onu kucaklar, şefkatle sarılır..

Hıçkıra, hıçkıra ağlayarak, "canım evladım" der!!!…

Ve der ki;

"Benim güzel evladım, mis kokulum.

Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu?…"

***

MESCİTTEKİ İKİ ADAM!!

Vaktiyle padişahlardan biri, şehri dolaşmaya çıkar

Tanınmamak için tebdili kıyafet giyer… Yanına da bir vezirini alır..

Gayesi; "yönettiği" halkın, kendisinden rızası neymiş?

Neler düşünülüyor?

Halkın vaziyeti nedir? Mutlular mı, mutsuzlar mı diye?

Mevsim kış.. Soğuk her yeri kasıp kavuruyor.

Yolu bir mescide düşer..

İki yoksul bir köşede titreşerek oturuyor.. Belli ki, gidecek başka yerleri yok..

İkili konuşuyor..

Onların ne konuştuklarını merak eden Padişah yanlarına sokulur.

Ve kulak verir, konuşmalarına!

Fakirlerden şakacı olan soğuktan şikayet ediyor...

— "Yarın cennete gittiğimizde bizim Padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, papucumu çıkarıp kafasına vuracağım" der..

Öteki adam merakla sorar:

— Onu niye cennete sokmayacakmışsın?..

— Tabiî sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş diyerek cevap verir...

Gülüşürler..

Padişah vezirine seslenir:

— Bu mescidi ve adamları unutma!" der...

Saraya dönünce, mescide adamlarını yollar. İki fakir alınıp saraya getirilir..

Zavallılar, korku ve panik içerisindeler..

 "Başımıza neler gelecek?" diye bekleşirken, onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirirler…

— Burada yiyip, içip, yatacak, Padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmayacaksınız diye tembih ederler..

Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi?

Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:

"Bir mü’mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah; ahiret dertlerinden kurtarır."

***

İNFAK….

İnfak, insanlara yardım en kıymetli hasletlerdir.

İnfak etmek kadar onu ihtiyaç sahibine zamanında vermek de bir o kadar kıymetlidir.

Bir derviş, Hasan-ı Basrî Hazretleri’nden bir şey ister.

O da hemen ayağa kalkıp gömleğini çıkarır ve dervişe verir.

“–Efendim, eve gidip oradan bir şeyler verseydiniz olmaz mıydı?!.” derler.

Hazret şu cevabı verir:

“–Bir defasında ihtiyaç sahibi biri mescide gelip;

"Karnım aç!" demişti.

Biz gaflet edip hemen yiyecek getirmedik.

Sabah namazına geldiğimizde bir de baktık ki, zavallı ölmüş.

Kefenleyip defnettik.

Ertesi gün, bir zuhûrat olarak, fakiri sardığımız kefenin mihrapta durduğunu ve üzerinde; "Kefeninizi alın, Allah kabul etmedi!" yazdığını gördük.

İşte o gün; "Bundan sonra bir ihtiyaç sahibini gördüğümde onu bekletmeyeceğim, hemen ihtiyacını göreceğim." diye yemin ettim.

Mazlum kardeşlerimize mânevî destek de olmalıyız.

Hiçbir şey yapamasak, yapabileceğimiz asgarî destek, beş vakit namazda ve seher vakitlerinde onlar için duâ etmektir.

Fahr-i Kâinat –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz; kardeşliğin üzerinde çok durur, dâimâ kardeşlerine duâ eder ve bizim de duâ etmemizi arzu buyururdu.

 ***

HARUN REŞİT VE İHTİYAR!

Harun Reşit Veziri ile birlikte tebdili kıyafet dolaşırken bahçesinde hurma fidanları diken bir ihtiyar görür.

Selam verir ve aralarında şu konuşma geçer:

- Kolay gelsin, ne yapıyorsun böyle?

- Hurma fidanları dikiyorum.

- Peki bu diktiğin hurma fidanları ne zamana kadar büyür ve meyve vermeye başlar?

- Kim bilir belki on, belki yirmi sene sonra yetişir ve meyve vermeye başlar.

- Peki onların meyvelerini görebilecek misin?

- Bu yaşlı halimle belki göremem. Ama bizden öncekilerin diktikleri ağaçların meyvelerini biz yedik. Biz de bizden sonrakilerin istifadeleri için bu hurma fidanlarını dikiyoruz.

Bu cevap Harun Reşid’in hoşuna gider ve bir kese altın verir.

İhtiyar, Allah’a hamdeder ve:

- Diktiğim ağaçlar hemen meyve verdi.

Bu söz üzerine Harun Reşid bir kese daha altın verir ve ihtiyar yine Allah’a hamdeder ve:

- Herkesin diktiği meyve ağaçları yılda bir defa mahsül verir, benim diktiğim fidan hem hemen meyve verdi hem de senede iki defa ürün vermeye başladı.