HANGİ GEREKÇEYLE?

Evet…

Hangi gerekçe ve nedenden dolayı…

Şu;

Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Cengiz Demir istifa etti?

Ki atanalı daha bir haftası bile dolmamıştı!

Çıktı dedi ki…

"Ben yok’um.. İstifa ediyorum…"

Ve kapıyı çekip, gitti…

Önceki yazımda dile getirdim!

Vakıa…

Tüm kodlarıyla birlikte...

Sağlıktaki "sağlıksız" işleyişinin, dışa vuruşudur!

Başka da bir tanım yok…

***

Ki hiç bir makam…

Hiç bir resmi görevlendirme…

Yetkilendirme…

Atama; "anlık keyfiyete" bağlı, işlem görmez…

İdare rıza gösterir…

Göreve talip olan; "ben yaparım" deyip işlem yapılır…

Nitekim Demir'in Van'dan gelişi de böyle oldu…

O istedi…

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, rıza gösterdi…

Sağlık Bakanlığı da "onay" verdi…

Ki, ataması "ÇKYS"ye düşmüştü…

Hatta…

Demir'in "Başhekimlik" serüveni bugün değil…

8 ay öncesine dayanıyor..

Bu sürede; gel-gitler yaşandı..

Ama nihayetinde, geçtiğimiz hafta atandı..

***

Hal böyle iken..

Sevinçle..

Coşkuyla, göreve başlamışken..

Güle oynaya geldiğiniz şehri..

Daha odanızı..

Daha makam koltuğunuzu..

Sekreterinizi..

Şoförünüzü..

Çaycınızı tanımadan..

Hele ki idarenizdeki yönetim kadrosunu; "görmeden!"

Niye; "uğraş verdiğiniz" bir görevi..

İsteyip, atandığınız bir makamı bırakıp…

Aman ben yok’um deyip havlu atarsınız…

Pes edip, "ben bu görevi bırakıyorum" deyip, kapıdan çıkarsınız…

Hayırdır…

***

Kafalardaki soru şu!

Demir…

Şahsi bazda, yani karakteristik olarak…

Ehil…

Görev bilincinde olan..

Liyakatli…

"Halka hizmet, hakka hizmettir" diye düşünen biri!

Ki, kendi isteğiyle Diyarbakır'a geldi…

Neden;

Bir haftası dolmadan; "istifa" etti?

***

Doğrusu!

İlk yazım üzerine, Sağlık Müdürü Dr. Sait Avar aradı..

Konuya dair…

Verdiği bilgiler..

Ortaya koyduğu bazı gerekçeler…

Genel itibariyle; yaptığımız değerlendirmeye "içerlenme" noktasında, kaldı…

Kendince sitem sıraladı..

Gerekçeler sundu..

"Ak kaşık" misali..

Velhasıl "net bir nedensellik" ortaya koymadı!

Dediği şu…

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü verdiği "muafiyetten" geri dönmüş…

Tabi muğlak bir durum..

Topu Van'a attı…

***

Şu da bir gerçektir ki..

Muafiyeti alınmamış bir "kadronun" başka bir kuruma geçişi mümkün olmaz..

Nitekim..

Bakanlıktan aldığım bilgilere göre!

Muafiyeti alınmamış bir kadronun ataması olmaz…

Hele ki, ÇKYS'ye hiç düşmez…

Yani, "muafiyet" alınmış..

Ayrıca, alınmış bir "muafiyet" kararı da geri alınamaz..

İptal edilemez…

Velev ki, "caydık" denilse bile!

***

Şimdi hal böyle iken!

Demek ki;

Demir'i "istifaya" zorlayan ana etken "başka bir şeydir?!"

İşte o şey de; "meçhuliyet-çürümüşlüktür!"

Yoksa…

Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi…

Hizmete sokulduğu gün itibariyle…

Hep…

Yolsuzlukla…

Usulsüzlükle…

Rüşvetle…

İhale peşkeşiyle..

Hayali iş ve işlemlerle..

Başhekim..

Başhekim yardımcılarının keyfiyet arzıyla; "gündem" olmazdı..

Hele ki, bir yıl gibi uzun bir süre; "geçici" başhekimle yönetilmezdi..

Bakalım olup bitene; resmi ağız bu kez ne diyecek?

***

NİYE KIZIYORSUNUZ?

Kızmayın..

Gerilmeyin..

Laf saldırılarında bulunmayın…

Afrin operasyonu..

Zeytin Dalı Harekâtı..

Hiç bir şekilde…

Hiç bir gerekçeyle; "siyasi ve siyaset" kulvarına sokulamaz..

Anılamaz..

Böylesi bir libas da giydirilemez..

Entegre edilerek; "siyasi" malzeme ve polemik, konusu edilemez…

Ne iç siyasette…

Ne dış siyasette…

Mesele!

Siyaset üstüdür…

Devletin bekasıdır…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "bütünlüğüdür!"

Böyle bilin…

***

TİLERSON NE DİYECEK?

Ne der?

Biz neyi aktarırız?

Çıkacak karar ne olur; bilmem!

Ama şu bir hakikat olmalı; artık!

ABD için…

Müttefikimiz(!) için…

Ya herro…

Ya merro!

Ya bizim safımızda, ya da saf dışımızda…

Ortası yok…

Ki düne kadar hep orta seyir vardı; nalına mıhına misali…

Ne oldu?

Ne dostluk gördük..

Ne de yol arkadaşlığı..

Hep; "iki yüzlülük!”

Önde ayrı, arkada ayrı..

İzahı; "yol" ayırımı!

***

SAHİ BİZ NE OLUYORUZ?

Yani..

CHP'nin zihniyetine göre..

Bu topraklarda;

Osmanlı yaşamadı mı?

624 yıllık bir hükümranlık icra etmedi mi?

Selçuklular olmadı mı?

İslamiyet yaşamadı mı?

Peki,

Dedelerimizin, babası!

Ki onun da babası…

Nenelerimiz…

Onların, anneleri, neneleri…

Teyzeleri…

Halaları…

Soyumuz, sopumuz yok mu?

Soydaşımız hiç mi olmadı?

Bu topraklarda yaşamadı mı?

İlla ki, 1923''ten sonra, "tarihimiz" var deniliyor…

Şimdi soyumuz yoksa…

Sahi biz ne oluyoruz?