SİYASETİ YAZMAYACAĞIM!

Hafta sonu... Pazar'a niyet!

İçimden…

Ki zihnimde de, bugüne özgü…

Diyor ki…

Gel; "siyasetten bugün" söz etme…

Uzak dur…

Yazma…

Zaten, vaziyet herkesin malumudur…

İktidar da..

Muhalefetin sergiledikleri; ortada!

***

Ahkâm kesiliyor.

Hekim de,

Savcı da,

Poliste,

Gardiyanda,

İşçi de, işveren de… Ne varsa.

Hepsi; "siyasetin" argümanı.

Yani, "siyasi" takılıyor…

***

Ki yazsan ne olur?

Yazmasan ne olur?

Söyleyecek "sözcük" kalmadı...

Dilin de ise "tüy" bitti…

Ama "siyaset" bildiğimiz gibi.

Değişen bir şey yok…

Varsa yoksa "kendi bildiği ve kolay olanı seçmesi."

***

Vatan, Millet Sakarya!

Anlayacağınız.

Siyaset; "milli" meselelere Fransız…

Ki insan söz edince…

Hakikatten "strese" giriyor, sinirler geriliyor.

Ağızdan çıkacak sözcükler.

Öylesine bir "aksiyonlaşıyor ki".

Aman ha aman!

***

Ne edep. Ne adap.

Ne de!

İnsanı bir duruş, sergilemesi!

Yok.

Olmadığı gibi; kırıcı, üzücü ve nefret duygusunu köpürten!

Zihin bunalımı…

Hal böyle iken, bugüne özgü diyerek…

Bizde siyasete "Fransız" kalalım.

***

Bakarsınız ki!

Hiç beklenilmeyen, "kâmil" olur.

Siyaset.

O bildiğimiz "kirlenme çukurundan" çıkar.

Kendini temizler.

Milletin,

Devletin,

Ülkenin "farkına" varır, milli meseleleri görür…

***

Kendisine has ürettiği…

O vahşi; "ihanetliklerin" yarattığı tahribata vakıf olur.

"Vay be! Aman ben yapmışım" der.

Kutuplaşmayı.

Ötekileştirmeyi görür.

Özellikle; tarumar ettiği "toplumsal barışı" vahim haline mutalılaşır.

Anlayacağınız.

"Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" oluşmaz!

***

Ama!

Diyeceksiniz ki nerdeeee?

Bir hayal âlemi!

"Can çıkar huy çıkmaz…"

Aynen de öyle.

Baksanıza, "biz bile" bağımlısı olmuşum…

"El çekemiyoruz."

İlla ki, "takılıp" gidiyoruz.

***

Nitekim!

Nerdeyse; yazıya nokta koyacağım.

Ama hala.

"Siyaset yazmayacağım" sözündeyim.

Siyaset dışı bir konuya dâhil olamadım.

İşte.

Siyaset böylesi bir; "illete" sahip…

Ne onlu.

Ne onsuz olmuyor.

***

Farkındayım.

Sizde de; bir gerilme oldu.

"Yeter" diye...

Ne diyeceksen de.

Neden söz edeceksen et…

Sen de kurtul.

Bizde ne söylediğinden kurtulalım.

***

Sahi. Ne konuşalım…

Bence…

"Havan da su" dövüyoruz ya, hal-i hazırdaki hasbilerimizde.

Devam edelim.

Ama hayata dair bir iki ders-i ibret hikâyeyle!

İşte size; "hayata" dair…

Siyaset dışı, "kulağa küpe", iki kıssadan hisse hikâye!

Buyurun.

***

EN İYİ BUĞDAY…

Çiftçilerin yarışması var.

Her yıl…

"En iyi buğday" yarışması…

Ne var ki.

Bu yarışmanın "galibi" hep aynı çiftçi…

Değişmiyor.

Sormuşlar çiftçiye; "bu işin sırrı" nedir?

***

Neden!

Hep senin yetiştirdiğin buğday "iyi buğday" çıkıyor.

Bizimde tarlamız var.

Bizim de tohumumuz var.

Bizde, suluyoruz, çapalıyoruz.

Ama bir türlü; "senin ki" gibi olmuyor.

De bakalım.

***

Çiftçi, anlatıyor.

Tabi ki ders-i ibret içererek.

Sırrım.

Buğdayımı. Tohumunu.

Komşumla.

Çevredeki çiftçi komşularımla "paylaşıyorum.".

Birileri atlıyor söze.

"Kaliteli tohumunuzu niye paylaşıyorsunuz ki."

***

İşte, o söz çıkıyor çiftçinin ağzından…

Bilmediğiniz bir şey var…

Rüzgâr.

Olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır.

Tarladan tarlaya taşır, savuşturur…

Eğer ki.

Komşularımın buğdayları "iyi yetişmez" ise.

Benim ürünümde "kalitesiz" olur.

***

İyi buğday yetiştirmek istiyorsam…

Komşularımın da "iyi buğday" yetiştirmesi gerekir.

Birlikte güç.

Destekte, "iyilik", bolluk, bereket, kazanç çıkar.

Sevgi paylaşmakla gelişir.

Yayılır.

Kin, cimrilik, nefret ise; "husumet" üretir!

Husumetin olduğu yerde; "iyilik" olmaz.

Fakru zaruret olur.

***

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!

  ARKADAŞ

Savaşın en kanlı günlerinden biri.

Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü.

İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.

Asker teğmene koştu ve:

 — Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?

 Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...

 — Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın.

***

Asker ısrar etti…

Teğmen "Peki " dedi.

"Git o zaman."

İnanılması güç bir mucize…

Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.

Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü.

Birlikte siperin içine yuvarlandılar.

Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.

**

Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:

 — Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş.

 —Değdi teğmenim" dedi asker.

 — Nasıl değdi? Dedi teğmen.

Bu adam ölmüş görmüyor musun?

 — Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.

 Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:

 — Mehmet!

"Geleceğini biliyordum!" demişti arkadaşı... 

 ***

ALTIN ÖĞÜTLER

İslam Âlimi, Şeyh Edebali'den öğütler.

Osman bey'e veriyor.

Ki 70 yıl önce söylenmiş…

Sözleri tüm zamanlar için geçerli.

İşte bir kaç sözü…

* Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz...

ÜÇ KİŞİYE ACI

* Cahiller arasındaki âlime,

* Zenginken fakir düşene,

* Hatırlı iken itibarını kaybedene…

***

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

***

"Bilesin ki atın iyisine DORU,"

"Yiğidin iyisine DELİ derler."