AB İLE MÜZAKERELER
Eklenme: 7.01.2011 00:00:00

Geçen gün bir muhabir İstanbul Eminönü meydanında vatandaşlara AB liğini, ne anlama geldiğini, Türkiyenin bu birliğe girip girmediğini soruyor, onlar da dilleri döndüğünce cevaplıyorlardı. Büyük çoğunluk Türkiyenin AB liğine girmiş olduğunu söylerken, onlardan geri kalır ne yanımız var ki, diye de ekliyorlardı.

Bir vatandaş, "birliğe katılım için Türkiye mücadelesini sürdürüyor, ama bana kalırsa bu gayretkeşlikten vazgeçmemiz lazım, çünkü artık bizim onlara ihtiyacımız yok" dedi.

Bir diğer vatandaş " biz ne yaparsak yapalım, onlar bizi bu birliğe almazlar, çünkü onlar bir Hıristiyan kulübü oluşturmuşlar, kapıları da iyice kapatmışlar, birliğe alma bahanesi ile Türkiyeyi sıkıştırdıkça sıkıştırıyorlar.

Kıbrısta da taviz ver,

Yunana da taviz ver,

Eğe adalarının statüsünde de taviz ver, (Lozan anlaşmasına göre bu adaların askerden arındırılmış olması gerekir iken, Yunanlılar adaları asker ve mühimmat ile donatmış, görüşmelerde Türkiye bu durumun düzeltilmesini istiyor)

Şu ana kadar birliğe girmeyi başarmış ülkelerin katılım öncesinde, vatandaşlarının birliğe dahil üye ülkelerde, serbestçe dolaşması hakkını bize tanıma, Şunu ekme, bunu biçme, eee yok artık, ben böyle bir birliğe dâhil olmak istemiyorum" açıklamasını yaptı.

Türkiyenin ekonomisi düzelip, insanları çok zorlanmadan iş ve aş bulacak duruma gelince, AB liğine katılma isteklerinde belirgin azalmalar yaşanıyor.

Demek ki, insanlarımızın büyük çoğunluğunun AB liğine üyelik isteklerinin altında yatan gerçek, iş ve aş kaygısıymış.

Avrupa ülkeleri insanlarının ekonomik olarak belirli bir doygunluğa ulaşması, onları iş tercihine yöneltti. Avrupalılar verilen her işi beğenmez oldular. Hatta bazı işleri yapacak adam bulamaz hale geldiler. Mesela Madencilikte, Hizmet sektöründe bugün Avrupalılardan işçi bulmak nerede ise imkânsız hale gelmiş bulunuyor. Onlar bu ve bunun gibi yüzlerce alanda çalışacak elemanları ülkelerinin dışından temin ediyorlar.

Köprülerin altından çok sular aktı.

Türk insanının eğitim seviyesinin yükselmesi, ekonomik alanlarda en azından günlük ihtiyacını karşılamak bakımından erişilen düzey, bizim insanımızı da yabancı ülkelerde iş ararken, ne olursa yaparım düzeysizliğinden kurtarmış bulunuyor.

İnsanın bir yerde karnı doyuyor ise, kolay kolay kendisini yaban ellere atmaz.

Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de ah vatanım demiş.

2004 yılında Avrupa birliğine katılım ile ilgili müzakereler başlatıldı. Bu müzakereler başladığında, en geç 10 yıl içerisinde Türkiyenin Avrupa Birliğine tam katılımının gerçekleşeceği umut ediliyordu.

Aradan 6 yıl geçti. Birliğe katılım için, aday ülkelerin halletmesi gereken 35 fasıldan oluşan konular, açılıyor, müzakere ediliyor ve sorun halledilmiş olarak algılanınca o fasıl kapatılmış oluyordu.

Evet aradan 6 yıl geçti, açılıp kapatılan fasıl başlığı 5 i geçmemiş bulunuyor. AB liği 35 fasıldan oluşan konuların 18 ini siyasi nedenlerle, bloke etmiş durumda. Yani bu 18 faslı hiç görüşemiyoruz. Bloke edilen fasıllardan bazıları Kıbrıs ile ilgili. AB liği Türkiyeden bütün limanlarını Kıbrıs Rum Yönetimine açmasını, Ercan Havaalanının Rum Uçaklarının uçuşuna serbest hale getirilmesini istiyor.

Bu konular ile ilgili olarak Türkiye Uluslar arası ilişkilerde olmaz ise olmaz bir kuralı işletiyor ve mütekabiliyet istiyor. Siz bir limanınızı bize açın, biz de size bir limanımızı eş zamanlı olarak hizmete açalım diyor. Ama Rumlar zinhar böyle bir şey olmaz, olamaz. Niye diye sorulduğunda, Çünkü siz bize mahkumsuzunuz, bizim kararımız olmadan birliğe girmenizin imkanı var mı? diye cevaplıyorlar.

Peki Türkiye bu ve buna benzer bir şeyi tek taraflı yapabilir mi? Rumlara, siz bize limanlarımızı açmasanız, havaalanlarını uçuşlarımıza serbest hale getirmeseniz bile, gelin limanlarımızı tepe tepe kullanın diyebilir mi? Türkiyede böyle bir kararı verebilecek hükümet var mı?

Kıbrıs tüm Türkiye halkı için, uyuyan bir dev konumundadır. Çünkü bu topraklarda daha çok taze olarak kokusu hissedilen şehit kanları var. Yani tek taraflı tavizi ifade eden bir kararı hiçbir hükümetin vermesi mümkün değil.

Böyle blokajlar sürdükçe hem Devlet katında, hem de vatandaş nazarında AB liğine katılım isteği giderek önemini yitirecektir.

Fakat ben bir konuya özenle dikkat çekmek istiyorum.

Türkiye AB liğine katılım isteğinden vazgeçmemeli, heyecanların pörsümesine imkan vermemelidir. Zira Türkiye Demokrasisinin gelişmesinde, insan haklarında ülkemizin batıdan alacağı çok önemli gelişmeler ve "ders"ler var. Olayı sırf ekonomik darboğaza sıkıştırmanın anlamı yok. Evet ülkemiz ekonomisinin gelişmesi, hiç kuşkusuz haklar ve hürriyetler alanında daha fazla liberal düşünceyi görünür hale getiriyor. Ama kabul edelim ki, Türkiye haklar ve Hürriyetler bağlamında kendi başına bırakılacak bir ülke konumunda değil. AB liğinin(batılı ülkelerin) hem kendilerinin, hem de Türkiyenin geleceği için bu alanda daha onlarca yıl işbirliğini sıcak tutmaları şart.

Batılı ülkeler şu anda sahip oldukları haklar ve hürriyetleri, çok uzun yıllar süren mücadeleler ve bedellerle elde ettiler. Kıymetini de çok iyi biliyorlar. Ama bizim böyle bir mücadelemiz olmadı. O nedenle, batılıların tecrübelerine, desteklerine olan ihtiyacımız bitmiş değil.

Ben ekonomisi düzelmiş, insan haklarında, temel hürriyetlerde batılı standardı yakalamış bir Türkiyenin ille de AB liğine girmesini şart olarak görmüyorum. Olsa da olur, olmasa da olur.

Ancak o güne gelmeden münasebetlerin pörsümesinden biz zarar görürüz.

Hele o güne gelelim, bakalım kim bizi dışarıda bırakıyor.