Uluslararası Kriz Grubu, dünyadaki sorunlu bölgeler üzerine çalışmaları ve raporlarındaki isabetli tespitleriyle tanınan bir düşünce kuruluşu imiş.
Bizim her şeyi bilmemiz tabii ki imkansız.
Bazı hususları basından takip ediyoruz. Ama sayın okuyucularımız şunu bilmeliler. Bu tür kuruluşlar olayların ilk patlak verme istidadı içerisine girdiği günlerde böyle raporlar yayınlamazlar. Hatta olayların patlak verdiği günlerde bile gerekli ikazı yapmazlar. Atı alan Üsküdarı geçer, sonra biz bu konuda meydana gelen gelişmeleri şöyle şöyle yorumluyoruz derler.
Hani ahkam keserler demiyeyim, şimdi bir gerçeğe parmak basıyorlar ise, bu bile büyük bir kazançtır.
Bu kuruluş 30 Nisanda yayınladıkları Buharlaşan Sınırlar: Suriye Krizinin Türkiyeye Sıçrayan Riskleri başlıklı rapor, Reyhanlı saldırısıyla gün ışığına çıkan riskler için adeta erken uyarı niteliğindeydi. HYPERLINK "http://www.hurriyet.com.tr/index/recep_tayyip_erdoğan/" \o "Başbakan Erdoğan" \t "_blank" Başbakan Erdoğanın Washington randevusunun ardından Ankara açısından Suriye denkleminin ne noktaya geldiğini Uluslararası Kriz Grubunun Türkiye Proje Direktörü Hugh Pope şöyle değerlendirmiş.
Ben bu konuda Hugh Popeun genel değerlendirmelerine değineceğim, daha sonra Diyarbakır Söz Gazetesindeki siteme girip, Suriye başlığını yazarak, bugüne kadar bu meseledeki görüşlerimin nelerden ibaret olduğunu imkanınız var ise okumanızı isteyeceğim.
1-Huge Pope Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Washington ziyaretinde ABD den çok açık olarak şu mesajı aldı. ABD Esed rejimini devirmeye yönelik bir Askeri Operasyon düzenleme niyetinde değli. Bir buçuk yıldır Esedin gitmesini talep eden ve bu konuda keskin bir politika izleyen Türkiye, yalnız kalmıştır. Suriye yangınına Türkiye kadar kimse yakın değil. Yaşananların bedelini Türkiye ödüyor. ABD biz sizin arkanızdayız deyip sırt sıvazlıyorlar, ama aslında Türkiye ile beraber değiller. Bu kriz, Türkiyenin tek başına bölgede askeri ya da diplomatik olarak bir şeyi değiştirecek kadar kritik bir baskı mekanizmasına sahip olmadığını ortaya koydu. Maalesef Türkiye 5 yıl önceki herkesle konuşabilen güçlü ve tarafsız konumunu kaybetmiş durumda. 5 yıl önce bölgede herkes Başınıza iş almak istemiyorsanız Türkiyeyi kızdırmayın diyordu. Ama bugün bakın 2 senedir gitsin diye uğraştığı Esed hl koltuğunda oturuyor. Tahmin ediyorum, Erdoğan bugün bu görüntünün ortadan kalkması için ne gerekiyorsa yapıyor. O nedenle de ABD temaslarında bu yönde umutlar beslediğini tahmin etmek zor değil.
2-Beklediğini alamadı mı sizce?
Suriye konusunda tahmin ediyorum, hayır alamadı. Ancak ABD Başkanı Obamanın akşam yemeğinde ağırlamış olması elbette Erdoğanın imajı açısından fevkalade bir durum. Washington, Türkiyeye oldukça yoğun ilgi gösteriyor. Ama ABDnin ilgisi daha çok Türkiyenin muhteşem coğrafi konumuyla ilgili. (ANAHTAR NİTELİĞİNDEKİ BU CÜMLEYE DİKKAT ETMEK LAZIM. KİŞİLERDEN çOK TÜRKİYENİN STRATEJİK KONUMUNA BAKIYORLAR DEMEK İSTİYOR- C.T.)Yani aslında ülkenin içinde olanlarla fazla da ilgilenmiyor. Türkiye dediniz mi ABD için dosyaların başlıkları şöyledir; Türkiye ve İrana karşı radar, Türkiye ve Suriye içi istihbarat. Ama Türkiyede yüzlerce insanın KCK gibi bir davadan tutuklu olmasıyla ilgilenmiyor mesela.
3- Huge Hope bu gezinin en başarılı yanının ABD başkanı ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Obama tarafından akşam yemeğinde ağırlanmalarını gösterdi.(Ama gerçekten basına kapalı akşam yemeğinde de istediklerini alamadı ise, tanıdığım Sayın Başbakanın bu yemeği o kadar önemseyeceğini zannetmiyorum. Lokmalar boğazından zor geçmiştir. C.T)
Görüşmelerde Kıbrıs konusu, burada kalıcı bir barışın nasıl sağlanacağı, Ada açıklarındaki Doğal Gazın nasıl çıkarılacağı ve bu Gazın Türkiye üzerinden Avrupa Pazarlarına nasıl sevk edileceği gibi konular da görüşülmüş. Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde İsrailin Gazının da Türkiye üzerinden Avrupa Pazarlarını taşınmasının imkan dahiline gireceği gibi konular da ele alınmış.
Huge Hopeun mensubu olduğu düşünce kuruluşu tarafından seslendirilmeyen, ama Türkiyenin şimdi gerçekten yumuşak karnı haline gelmiş olan Irak meselesi de, bir büyük handikap olarak karşımızda duruyor.
Türkiye Kuzey Irak Kürt yönetimi/Kürdistan/ ile bu bölgede birlikte gaz ve petrol çıkarımı ve çıkarılan petrolün pazarlanması konusunda önemli anlaşmalar yapmış bulunuyor.
Irak Anayasasına göre yer altı zenginliklerinden elde edilen gelirin yüzde on yedisi Kürtlere, geri kalanı ise Irakın diğer kesimlerine ait olacak.
Barzani yönetimi Türkiye ile anlaşma yaparak, petrol çıkarımı ve bunun pazarlanmasını temin edince, Irak yönetimi bu işleme içerledi ve Türkiye ile olan bütün münasebetlerini adeta dondurdu. Hatta Başbakan Nuri El Maliki Türkiyeyi adeta düşman safına koydu.
ABD Dış İşleri Bakanı Kerry bir iki defa Maliki ile görüşüp,iki ülke arasındaki sorunları gidermeye!!! çalıştı ise de, Türkiyenin Kürt yönetimi ile yapmış olduğu anlaşmalardan vazgeçmemesi! üzerine, ipler yeniden gerildi.
Bu gezi esnasında ABD, Türkiyenin Kürtlerle yapmış olduğu anlaşmayı, Nuri El Malikinin istekleri doğrultusunda revize etmesinin istendiği biliniyor. Türkiye bu konuda nasıl bir söz verdi, bunu öyle uzak değil, çok yakın zamanda göreceğiz.
ABD nin istekleri bitmez.
İran ile ilgili olarak da neler telaffuz edildi, bu da kısa süre sonra ortaya çıkar.
Zaten Türkiye asla kendi sorunu olmadığı halde ABD nin isteklerine uyarak, İrana kısmi Ambargo uygulayan ülkelerden birisi haline geldi. İran doğalgazının alımını asgari seviyeye çektik. Ve buradan oluşan açığı Libya,Cezayir gibi ülkelerden tankerler vasıtası ile almaya çalıştığımız petrol ile kapatıyoruz. Yanı başımızdaki ülke ile aramızdaki boru hatlarından taleplerimizi karşılamak mümkün iken, ABD nin istekleri yerine gelsin diye, tankerlerle petrol ve gaz taşımacılığına mahkum olduk.
Suriyeye ilişken politikalarımız, yanı başımızdaki dünya devi Rusya ile de çeliştiğinden, çevremizin giderek husumet yumağına dönüşmesine sebep oldu.
Bırakın diğer Arap ülkelerini, bizimle birlikte hareket ettiği söylenen Suudi Arabistanın bile Esede doğrudan karşı çıkmadığı söyleniyor.
Bütün bunlar elbette zil çalıp oynamamıza mı sebebiyet veriyor?
Ahhh aahhh asla, kata.
Önce ülkem,sonra bölgem adına, tüm Müslümanlar adına içimiz vallahi de billahi de kan ağlıyor.
Bölgemizde oluk oluk kan akarken, sorunun çözümünde en büyük dayanak olarak görünen ABD bize git kendi işini kendin çöz diyor, hani tabir caiz ise git ne halin varsa gör diyor, İsrail bağımsız bir ülkeyi bombalıyor, Golan tepelerine oturmuş İslam toprağından elde ettiği ürünlerle keyif çatıyor.
PEKİ İŞİN İçİNDEN NASIL çIKACAĞIZ.
1-Bir kere bize doğru bilgileri verebilecek olan insanlarla oturup bu sorunun nasıl çözülebileceğini çok ciddi olarak konuşmamız gerekiyor.
2-Suriye muhalefetinin bütün unsurlarının bir araya getirilmesi, hali hazırdaki yöntemle sonuç alıp alamayacaklarının sorulması lazım.
3-Bir tek Türkiyenin maddi desteği ile Suriye Muhalefetinin Esed güçlerine karşı sonuç almasının mümkün olmayacağını görmemiz lazım.
4-ATEŞ KES. EVET ATEŞ KES. Türkiye, Suriyede tüm çatışan taraflara, 2014 başkanlık seçimlerine kadar, bir ateş kes ilan ettirmeye çalışmalı, daha fazla Müslüman kanının akmasının önüne geçmelidir. Ancak bu halde batının politik çıkarlarının önüne geçmiş ve yeniden bölgemizde savaşı dayatan değil, barışı isteyen bir güç haline geliriz. PKK örneği ortada. Türkiyenin ateş kesi isteyen taraflardan birisi olduğunu herkes görüyor. Ve başta MHP olmak üzere CHP ve diğer muhalif kesimlere şu anda bir insan kanının akmadığını söyleyen Hükümet, bunu en büyük koz olarak görüyor. Türkiye halkı da bundan çok memnun. Suriyede de ateş kes ilan edilmesini sağlamak bizim için bir zül olmaz.
4-ABD ittikçe çekmeye, kovalanınca yakalamaya çalışır. 1 Martta itilince çekmeye çalışmadı mı? Unuttuk mu?