"Ben bu konuyu adeta matematik olarak görüyorum, iki kere iki dört eder ve bunun bilimsel bir alt yapısı var. Yani asimilasyon tanımını şöyle masaya yatırdığımız zaman, iyi ele alırsak bir insanın değerlerinin devşirilmesidir. Bu, zaman zaman zorla devşirilmesidir. Bu, dinde, kültürde, bir değişime zorla tabi tutulmasıdır. Örflerinden, adetlerinden, geleneklerinden zorla tecrit edilmesi soyutlanmasıdır ki insanoğlunu bura zorlamak kesinlikle bir insanlık suçudur. Bu düşüncemde herhangi bir değişikliğin olması mümkün değildir. Bunu ben söylemiyorum, bunu bilim söylüyor. Aynı şekilde entegrasyon noktasında da bir insanın bulunmuş olduğu farklı topluluğun yaşamına, değerlerine her şeyine saygı duyması, onlarla uyumlu olması, bir entegrasyon içerisinde, bir yaşam birliğini orada sağlamasının da çok çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu noktada soydaşlarımızın Alman toplumu içerisinde üzerindeki görevi yerine getirmesi gerekir. Alman toplumu ile bir uyum içerisinde olmasını kendi mutluluğu, kendi huzur içinde önemli olduğuna inanıyorum. Alman toplumunun da huzuru için önemli olduğuna inanıyorum. Eğer burada elli yıldır yaşıyorsak bu entegrasyonu sağlamamız lazım ki mutlu bir yaşam içerisinde olabilelim"
Sayın Başbakan bu cümleleri iki sene önce Almanyayı ziyaretinde Alman Başbakanı Merkel ile yapmış olduğu görüşmede söylüyor. Yani Alman yetkililerin Türk Devlet yetkilileri ile yapmış oldukları her görüşmeden şikayet ettikleri konuyu nasıl anlamamız gerektiğini lafı eğip bükmeden ortaya koyuyor.
Almanyada 3 milyonun üzerinde Türkiyeli yaşıyor. Bunlar içersinde Türkler, Türk kökenli Araplar, Lazlar, Çerkezler,Kürtler var. Almanlar bu vatandaşlarımızın nerede ise tümünün yaşam biçimlerinden şikâyet edince, Sayın Başbakan yukarıdaki cümleleri ardı arkasına sarf ediyor.
Sayın Başbakan Alman yetkililere "vatandaşlarımızı kendi içinizde eritmeye kalkışmayın. Onların birer Alman gibi yaşamalarını kendilerinden beklemeyin. Onların kültürüne, diline, inancına, örf ve âdetine, yaşam biçimine saygı duyun. Elbette onlar da size saygı duysunlar. Hiç kuşku yok ki, bu vatandaşlarımız büyük Alman toplumu içerisinde ve sizin koymuş olduğunuz hukuki kurallara riayet ederek, hayatlarını sürdürmeleri gerekir. Bu durum onların şahıslarına sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilmez, devredilmez haklarının ortadan kaldırılmasını asla gerektirmez. Entegrasyon başka bir şey, Asilimasyon başka bir şeydir. Vatandaşlarımız size entegre olsunlar, fakat asla Asimile olmasınlar, benliklerini, karakterlerini, seciyelerini, ahlaklarını yok etmesinler.
Bu genel ilkeler hepimiz için her zaman geçerli ve gereklidir.
Türkiye Osmanlı Bakiyesi bir ülke.
Osmanlı çok dilli, çok kültürlü, çok medeniyetli, çok dinli ve dönemine göre vatandaşları arasında entegrasyonu sağlamış dünyanın en önemli ülkesi idi.
Birinci dünya harbi ile imparatorluk parçalandı.
Balkanlardaki birçok devlet, orta şarktaki birçok Arap ülkesi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Onlar ilan etmediler de, Büyük Britanya İmparatorluğu bu bölgeye kendi kurallarını dayattı.
Lozandaki görüşme masasında son olarak Kürtler ile ilgili kozlar paylaşıldı, ancak her iki ulusun bin yılı bulan birlikteliğini kopartmak kolay olmadı.
İmparatorluğa sonradan katılan toprakların ve ulusların ayrışması Anadolu insanına ve coğrafyasına zor gelmedi. Fakat yukarıda da değindiğimiz üzere Türkler ve Kürtler biri birlerinden ayrılmak istemediler. Anadolu coğrafyasında taşlar yerine oturunca Şeyh Saidi Kürdi gibi kanaat önderlerinin isyan harekâtını bastırmak zor olmadı. Aslında dünya Konjonktürü, gerek birinci dünya harbinin yorgunluğu ve gerekse dünya zenginlik kaynaklarının nerede ise tamamının Anadolu coğrafyasından koparılması sebebiyle böyle bir ayrışma harekâtına zaman, emek, masraf, silahlı güç ayırmaya uygun değildi.
Bu durumu fırsat bilen ittihatçı gelenek, kralı öldürdü fakat yaşayabilmek için yeni kral ve kralcıklar üretmeden geri kalmadı.
Krallar her yerde kendi hükümlerini koyarlar ve bunun dışına çıkan hareketleri asla tasvip etmezler. Tüm yetkilerini seçilmiş parlamentoya ve bu parlamentolardan çıkan hükümetlere devreden batı Avrupa Krallıkları hariç, zorbalıkla ele geçirdikleri yönetimlere saygı duyulmasını isteyen kişiler, bunu kendi ömürleri boyunca olsun sürdüremiyorlar.
Türkiye Adnan Menderes ve arkadaşlarının harekatı ile batı Avrupa Krallıklarının da ötesinde(Çünkü bizim demokrasimizde kral yok) bir demokratik harekete geçti. Ancak bu hareket kendisini hep milletin üstünde KRAL GİBİ GÖREN ASKERİ VESAYET REJİMLERİ İLE KÖSTEKLENMEK İSTENDİ. Yarın devam edelim İnşallah.