Bizi tanıyanlar bilirler.
Hatan, doğrudan, gerçeklerden milim sapmamız söz konusu değildir.
Çünkü günde en az 40 defa ihdtinassiratel müstakim, siratelleziyne en emte aleyhim, ğayril mağduvbi aleyhim veladdallin -Yarabbi bizi en doğru yola ilet, o yol senin kendilerini nimetlendirdiklerinin yoludur, bizi sapanlardan ve azgınlardan eyleme-Amin diye dua ediyoruz.
O doğru yolda gidenler bakımından herkese Allahın lütfu vardır, ihsanı, keremi vardır.
O yolda gidenler azgın ve sapkın olmazlar. Rebbana, hep bana demezler.
Başkalarının da hak ve hukukunu gözetirler.
Hoşlarına gitmese de adaletten sapmazlar.
Eğriyi doğru, doğruyu eğri yapmazlar.
Kendileri için istediklerini başkaları için de istemekten geri durmazlar.
Yalana, dolana, üç kağıda müracaat etmezler, iki yüzlü davranmazlar.
Şimdi çocuğumuz Türkçe konuşuyor. Ana babasından öğrendiği dil Türkçe. Okula başlayacak.
Eğitim dili Kürtçe diyorsunuz. Ayşe bundan sonra Kürtçe okuyacak, arkadaşların ile Kürtçe konuşacaksın.
Siz Ayşenin o halini, psikolojisini bir gözünüzün önüne getirin. Masum, tertemiz iç dünyasının bir anda nasıl allak bullak olduğunu düşünün.
Ayşe, Kürtçeyi bilmiyor, Öğretmenin veya arkadaşlarının dediklerini tekrar etmeye çalışıyor.
Ama söylenenlerden hiçbir şey canlanmıyor kafasında.
Ne anlama geldiklerini bilmiyor Ayşe.
Bazı kelimeleri tekrar ediyor, telaffuzundaki yanlışlıklar belki başka manalara geliyor ve etrafındakiler gülüyorlar ona.
Utanıyor Ayşe.
Terliyor Ayşe.
Yüzü kızarıyor Ayşenin.
Çar naçar gayret ediyor. Başka çıkış yolu yok. Kürtçeyi öğrenmeye çalışıyor.
Arkadaşları bülbül gibi Kürtçe konuşuyor iken, Tarihte, coğrafyada, Matematikte, Dil bilgisinde, Din bilgisinde epey mesafe kat ederken, Ayşe daha yeni yeni söylenenleri anlamaya, öğretmeni ve arkadaşları ile diyalog kurmaya başlıyor.
Ayşe arkadaşlarını en az üç yıl, dört yıl geriden izliyor.
Tabii şimdi siz bunu da nereden çıkardın, okullarda Kürtçe eğitim mi var? çocuğumuzun başına böyle bir musibet gelsin, diyorsunuz haklı olarak.
Tabii ki yok. Ve hiçbir Türk çocuğu böyle bir sıkıntıyı yaşamıyor, Türkiyede bu türden bir sıkıntıyı yaşamak akıllarının ucundan bile geçmiyor.
Hatta kimileri hafazanallah benim başıma böyle bir şey gelseydi, Vallahi yeri göğü biri birine katardım diyordur belki de.
İşte sevgili dostlar Türkiye vatandaşı olan Kürtleri bu türden empatiler yaparak anlamaya çalışmalıdır.
Biz empati yapmaz ve kendi doğru bildiklerimizi sürekli dayatır isek, cingar çıkmasına ta başından sebebiyet vermiş oluruz.
Hiç lamı cimi yok, sorumlusu da biz oluruz.
Devlet yazdırmadı, okutmadı, öğretmedi ama Kürtler halk arasında sözlü geleneklerini sürdürdüler, dillerini konuşmaktan vazgeçmediler, tabir caiz ise büyük çaplı asimilasyon çabalarına direndiler.
Medreselerinde aldıkları İslami eğitim sırasında Kürtçe konuştular, Arap harfleri ile Kürtçe yazdılar. Kürtlerin dini hayatlarının önder kişileri olan Melleler(mollalar), İslamdan kopan, Müslümanları batının eşik yalayıcısı haline getirmek isteyenleri çok iyi anladılar ve bezen düzgün bir lisanla ve bazen de işte böyle büyük kavgalarla yapılanları halklarına anlattılar.
Türk Ulus Devletinin asimilasyon politikası, ret ve inkarcı anlayışının geldiği nokta günde 40 a varan şehit cenazesi ve karşı dağlarda kurtlara kuşlara yem olmayı bekleyen kardeşlerinin ölüleri. Hepsi de 20 li yaşlarda.
Türk Ulus Devleti Kürtlerin başına getirdiklerinin beş beterini Türk-Kürt ayırımı yapmaksızın vatandaşı olan bütün Müslümanların başına getirdi.
Ama Allaha şükürler olsun Türkiye Müslümanlarının kahir ekseriyeti, başta Bediüzzaman Saidi Nursi olmak üzere İskilipli Atıf Hocaları, Necip Fazılları,Fethullah hocaları dinlediler.
Başlarına sarılan işkencelerin, hapislerin, idamların öcünü almak için silaha sarılmadılar, dahilde kardeş kavgasına sebebiyet vermediler. Ama teslim de olmadılar, direndiler.
Fikren, zirken, dua ile, sabahlara kadar dökülen göz yaşları ile Yüce Rabbin yardımını beklediler.
Hiç lafı eğip bükmeye gerek yok. İnsanımıza yapılan zulümler nerede ise bir yüz yıl sürdü. Ama Millet uyandı. Başına gelenlerin iman ve inancında açılmış olan gediklerden kaynaklandığını anladı, bu gedikleri onardı ardından halkına husumet besleyenleri cezaevlerine, iman ve inancına sahip olanları da iktidara getirdi.
Şimdi bu iktidar sahipleri Ayşenin başına gelenleri anlamaya, kavramaya çalışıyor. Zaman ve zemini kollayarak, onun çektikleri ızrdıraba Fatmaların, Hüsnaların düşmemesi için gayret gösteriyor.
Elbette ki işler çok seri bir şekilde yürümüyor. Ama bir gelin gibi yola çıkmış, ya nasip diyor.