Barış barış demekle barış gelmiyor. Barış oğlunuz da olsa, çağırdığınızda gelmek için, sizden bir hörmet istiyor.
Her gittiğimiz yerde süreç nasıl işliyor konusu ilgililerine soruluyor ve sorunsuz(yani kendinden emin) sorumlular hiç sektirmeden cevaplar veriyorlar.
İyi gidiyor.
Dün akşam da yine böyle bir toplantıda bulunduk.
Ak Parti Genel Başkan yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin çelik beye pek tabii aynı soru soruldu ve iyi gidiyor cevabı alındı.
Hüseyin bey aslında hepimize geniş bir ufuk turu attırdı.
Ak Partinin iktidar olmasından hemen sonra yaşananlara işaret etti. (Kimi bilgileri kısarak vermek durumundayım C.T) Balyoz davasından hükümlü Özden Örnekin günlüklerini daha o günlerde okuduğunu ve kurulan tuzaklardan haberi olduğunu söyledi.
Hükümetin Sayın Başbakan tarafından kurulması ile birlikte kimi sergerdelerin hemen harekete geçtiklerini, hükümeti devirmek için plan ve program yaptıklarını, böyle bir ortamda bu ülkenin demokratikleşmesi konusunda istenilen bütün adımları bir anda atmanın mümkün olmadığını ifade etti.
çok badireler atlattık, biz sağlam durduk, çevremizi sağlam tutmaya çalıştık, ama hiç kuşkusuz Yüce Allahın yardımı, müminlerin gece gündüz yaptıkları dualar sayesinde bugünlere geldik dedi.
Yapılacak daha çok iş var.
Hiç kuşkusuz 2010 yılında yapılan 27 maddelik Anayasa değişikliği ve bu değişikliğin 12.Eylül.2010 tarihinde referandumda Halk tarafından kabul edilmesi, çok önemli virajları, handikapları atlatmamıza sebep oldu.
Türkiye artık hiçbir zaman eski hali ile dünya gündeminde yer alamaz. Bunu ne Türk halkı/Türkü, Kürdü beraber/ kabul eder ve ne de dünya ulusları nezdinde muhal olan eski hal ile ortaya çıkmayı kimse içine sindirir.
Ak Parti hükümetlerinin ülkenin normalleşmesi konusunda el atmadığı alan kalmamıştır.
Bakınız Askeri Liselerin ve Harp Okullarının eğitim programı bizim tarafımızdan yeniden düzenlendi.
Daha önceleri böyle şeylere kimse kalkışabilir mi idi. O düzende eğitim alan gençlerin hemen tamamı ihtilalci olarak yetişiyordu/yetiştiriliyordu/.
Yetiştiği toplumun değerlerinden yoksun olan bu gençler Nasyonalist felsefenin kurbanları olarak, pek tabii Kürdün her çeşidine, Türkün milli ve manevi değerlerine bağlı olanlarına öcü gibi bakıyordu.
Bunlar kendi çocuklarına vasiyet olarak İran düşman, Irak düşman, Suriye düşman, Rusya Düşman, Bulgaristan düşman, Yunanistan ezeli ve ebedi düşman, Arnavutluk düşman, İtalya düşman, Almanya düşman, Fransa düşman, ABD düşman, Afganistan ileriki düşman, Müslüman düşman, Alevi düşman, Kürt düşman, Laz düşman, çerkez düşman, Boşnak düşman, Terekeme düşman, Şia düşman vasiyetnamesi bırakmış ve bir gün bu vasiyatname okunduğunda içlerinden birisi sayımız bize bir fikir veriyor değil mi demek zorunda kalmış.
İşte bu anlayış üzerine yetiştirilen/daha doğrusu güdük bırakılan/ insanlarımız, başkalarının kulu kölesi oldu. Sürekli düşmanlık üreten, kavga çıkaran, onun bunun eline bakan, başka ülkelerin insanlarının alın terini borç alarak tüketen ve bunun sonucunda milli ve tabii tüm kaynaklarını ipotek altına alınmasına sebep olan garip varlıklar olarak ortaya çıktılar.
Üstüne üstlük bir de PKK belası başına sarılınca, yıllar yılı ne yapacağını şaşardı, doğru dürüst kavga etmesini bile beceremedi. İşte o sebeple Irak yönetimine çattı, Barzaniye çattı, niye PKK lıları derdest edip getirip teslim etmiyorsunuz denildi, onlar da çıkıp ya kendi ülkenizde, Kulpta, SAĞGÖZE KAMPINDA, Bingölde, Şırnak, Tuncelide bunlardan binlercesinden siz söz ediyorsunuz, niye bunlar derdest edip de Ankaraya götüpür yargılamıyorsunuz cevabını verdiler. Biz elimizden gelen desteği veriyoruz, dünyanın 3.büyük ordusuna sahip siz, kendi dağlarınızı temizleyemiyorsunuz, gelip bize getirin PKK lıları teslim edin diyorsunuz, bu doğru bir çıkış kapısı değildir, oturun konuşun, sorunları bu yolla halletmeye bakın dediler. Bir de baktık baldırı çıplak Kürtler bize akıl veriyorlar, ama doğru söylüyorlar.
Sayın Başbakan bu işe elini değil, her şeyini koydu. Herkes de bunun farkında. Onun siyasetteki dirayeti, liderlik anlayışı olmasa idi, Türkiye, şimdi dağlarından örgütün tamamen çekildiği bir ülke haline gelebilir mi idi? Bunun imkansız olduğunu herkes görüyor ve biliyor. Bu konuda Sayın Başbakan tam bir güven oluşturmuş durumda. Sözlerine itibar ediliyor. Bakın biz PKK ile oturup da işte sen şunu verdin, al bunu, sen bunu verdin, al şunu pazarlığı asla yapmadık. Demokratik sürecin işlemesi ile meydana gelecek gelişmelerden herkes çok umutlu ve barışın paylaşmak olduğunun herkes farkında.
Önce kanı durdurmaya çalışıyoruz. Dört aydan beri Şehit cenazelerinin gelmeyişi Bahçelinin niye canını sıkıyor. Barışın gelmesinden niye korkuyorlar. Sebebi çok açık ve basit. Bunlar savaş ortamından beslenen partilerdir. çok açık söylüyorum, barış gelsin, MHP de BDP de, hatta bu hali ile CHP de siyaset sahnesinden silinir giderler. Özellikle MHP ve BDP korkuya dayalı siyasetin baş aktörleri konumundadırlar. Halka korku salarak Demokratik bir düzen kurulamaz. Zira Demokrasi halkın özgür iradesi ile ortaya çıkan fikirlerden birisine temayül göstermesidir. Dünyanın demokrasi ile idare edilen hangi ülkesinde, oyunu vermezsen başına şu gelir, bu gelir diye tehdit var. Böyle bir şey olabilir mi? Ama maalesef Türkiyede herkes bu ve buna benzer tehditlerin varlığından açık ve net olarak farkında.
Barış sürecine dört bir yandan çomak sokmak isteyen haramiler, barış gelmesin, Türkiye içerisinde bulunduğu çöplükte debelenip dursun diye elini oğuşturan silah tüccarları, uyuşturucu baronları, insan kaçakçıları var. Biz tüm bu olup bitenlerin farkındayız. Sadece biz değil, barış sürecine destek veren, yaptığı açıklamaları ile Kandili, BDP yi ve Avrupa ayağını cesaretlendiren Abdullah Öcalan da önemli bir faktör olarak gayret gösteriyor ve herkes bunun farkında.
Sayın Bakanım örgüt Türkiye dağlarından çekildi, sonra ne olacak, bu konuda alınmış olan tedbirler var mı, dağdan gelmek çekilmek kadar zor değil, bu açıdan alınmış olan kararlar nelerdir diye sordum.
Sayın Bakan tedbirli ve temkinli bir insan, bir hikayesini anlattı. çocukken Vanda bir Koyunumuzu yılan ısırmıştı. Karar verdim yılanı yakalayacağım ve öldüreceğim diye.
Yılan çok sabırlı bir hayvandır. Ben de o çocuk yaşımda belki benden beklenmeyecek biçimde sabırlı davrandım. Yılanın girdiği deliği tespit ettim. Beklemeye başladım. Nihayet hava ısınınca yılan çıktı, deliğine yakın bir yerde kıvrıldı, kıvrıldı, sonra başını kıvrılan vücudunun üzerine koydu, uyumaya başladı. Ben yavaşça yaklaştım, yılanı yakalayayım derken kaçmaya ve deliğine yönelmeye başladı. Ama kuyruğundan tutmuştum. Ben çektim, o kaçtı, ben çektim, o kaçtı, nihayet yılan kaçmayı başardı, ama kuyruğu elimde kalmıştı.
Köye geldim, yılan yakalama konusunda mahir bir amca vardı, ona olayı anlattım, yılanı yakalayamadım, ama kuyruğunu kopardım dedim. Yanlış yapmışsın dedi. Yılan öyle yakalanmaz, biraz çekeceksin, biraz bırakacaksın, biraz çekeceksin biraz bırakacaksın, yılan öyle yakalanır dedi. Nasıl dedim. Cevapladı. Yılan çektikçe kasılır ve kendisini yere yapıştırır yakalamak mümkün olmaz. Ama biraz çeker, biraz bırakınsan, o anda, yani bıraktığın anda kasılması sona erer, kaçayım derken, yakayı ele verir dedi. Ben de ondan sonra bu metotla yüzlerce yılan yakaladım. Teşbihte hata olmaz, herkes biraz geri çekilmezse, gevşeme olmaz, barış gelmez dedi. Hüseyin bey daha buna benzer onlarca fıkra anlattı. Güldürdü düşündürdü.
Azerbaycanın bağımsızlığı sırasında Türk dünyası için neler yapabiliriz diye Türkiye de çırpınan ülkeler arasında idi. Nahcıvanın Fuel Oile ihtiyacı var. Türkiyeden bir iş adamı bedava Fuel Oil götürmüş, Azeri Gümrük görevlileri konvoyu durdurmuş ve Hörmet olmadan içeri giremezsiniz demiş. İş adamı, ya beyim bana bakın ben size bedava fuel oil getiriyorum, siz benden hörmet(bahşiş adı altında rüşvet) istiyorsunuz, böyle bir şey olabilir mi demişse de adamları ikna edememiş. Sonunda dönemin Başbakanı Demirele ulaşmış. Demirel sen merak etme, ben Haydar Aliyevi arar sorunu çözerim demiş. Demirel konuyu Aliyeve aktarmış, ya seninkiler bedava gönderdiğimiz petrol karşılğı bizden rüşvet istiyorlarmış demiş. Alivey da ağa sen merak etme, ben o kadar değil de şu kadar hörmet alın der, işi bu şekilde hallederim demiş. Gül Allahım gül.
Sonra sözü Nasreddin Hocaya getirdi, hoca zekat memuru olarak tayin edilmiş, zekatları toplamış, götürüp bir zengine vermiş. Demişler ki, ya hoca sen zekatları topladın, götürdün zengine verdin deyince, hoca bre ukelalar siz Allahtan iyi mi bileceksiniz, Allahta öyle yapmıyor mu? Demiş.
Evet eski alışkanlıkları yok etmek kolay değil. Hepimize düşen önemli işler var. barışı destekleyen kazanır, köstekleyen başını örse vurmuş olur. Bal bal demekle ağız tatlanmıyor. Savaştan nemalananlar, barıştan hazzetmiyor.