Dün Türkiyenin önemli bir Bakanlığına davet ettiler. Arkadaşlarla ayak üstü hal hatır sormalar, sonrasında hadi yemeğe geçelim dediler.
Geçtik.
Mütevazi bir sofra.
Salata, pirinç çorbası, patatesli köfte, ayran, su, çay. Hepsi bu.
Evet hepsi bu.
Ben çorbayı içtim, salatayı bitiremedim. Patatesli köftenin yarısını yedim. Üç köfteden bir buçuğunu yedim, gerisini bıraktım. Bir küçük dilim ekmeğin yarasını yedim. Ayran, çay içtim.
Tabii ben yine herkesten geç kaldım, yemekleri bitirmede.
çünkü sorular hep bana yönelik oldu veya daha çok benim verdiğim cevaplar ilgi çekti.
Baktım herkes bir tarafa yönelmiş. Her iki tarafın da haklı olabileceği yönler konusunda kimsenin aklına bir şey gelmiyor.
Tabii yemek Bakanlıkta olduğu için, kendileri olmasa bile, en azından çocukları yönünden, yani onların okudukları okullar sebebiyle cemaat, camia, hizmet her ne ise, ile yolları kesişen arkadaşlar, bu defa tamamen hükümete yapılanların bir komplo olduğunda ve bunları cemaatin yaptığında hem fikir olmuşlar.
Sen ne diyorsun dediler.
Anlattım.
Önce isterseniz son cümlemi söyleyeyim, daha sonra hiç konuşmayayım dedim.
Olsun, sen önce son cümleni söylesen de konuş dediler.
İlk cümlem, bu bir operasyon, ama uluslar arası bir operasyon.
Hem cemaate karşı ve hem de hükümete karşı.
Sizler için söylüyorum, hani hatırlar mısınız?
Iraka Saddamın kimyasal silahları var. Saddam füzeleri ile 2000 kilometre mesafedeki yerleri vuracak, Avrupalılar ölüme hazır olsunlar denilerek, vuruldu.
Afganistan Taliban dünyayı tehdit ediyor diyerek vurdular.
Fas, Tunus, Cezayir içten kaynatıldı, oralarda dişe dokunur bir şey bulamadıklarından bizzat müdahil olmadılar, fakat olabildiğince çalkalanması için ellerinden geleni de artlarına koymadılar. Sorunlar bütünü ile devam ediyor.
Libyanın petrolü çok önemli idi, başta Fransa olmak üzere müttefikler, Libyanın altını üstüne getirdiler.
Mısırda İhvanı Müslümin tabii ki ayağa kalkacaktı, bunu biliyorlardı. Ancak ne de olsa yılda bir milyar altı yüz milyon dolar para veriyoruz, emrimizden çıkmazlar diye düşündüler.
Ama Mursi yönetimi emir haricine çıkanca ve Mısır benzeri bir yönetimin Ürdün ardından Arap Emirlikleri ve sonunda da Suudi Arabistana yöneleceğini görünce, durun dediler.
Emirleri altındaki Sisi, bir yıllık iktidarın üzerine vahşice çöktü ve böylece Mısır benzeri gelişmelerin önü kesildi.
Binlerce insan öldü, hala batılılar ve ABD bu işe darbe demiyor. Mursi hapiste, ağırlaştırılmış hapse mahkum Hüsnü Mübarek dışarıda.
Suriyede de, Mısırdaki Mursi yönetimi iş başında iken ne menem bir bahar ise havasını estirmeye başlamıştı.
Mursi yönetimi düşünce, Sisiye en uygun Suriye yönetimi Beşşarın başında olduğu idaredir dediler, iç karışıklığı alabildiğine körüklemeye devam ettiler, ancak İsrailin güvenliği açısından Beşşarın kimyasallarını yok etmeyi başardılar.
Karışmayan bir Türkiye kalmıştı.
Onu nasıl halledeceklerdi.
Dışarıdan Türkiyeye hangi gerekçe ile karışacaklardı.
Planı buldular.
İki en güçlü hareketi biri birine düşürmek en iyisi.
Cemaat ve Ak Parti hükümeti.
Dedim ki arkadaşlar.
22 Aralıkta Fethullah Gülen hoca Cumhurbaşkanımıza ve dolaylı olarak Başbakanımıza mektup yazıyor, bu mektup Sayın Başbakanımız tarafından 24 Arılıkta okunuyor, olumlu karşılanıyor, arkasından 25 Aralık operasyonu başlıyor. Bu nasıl iş.
Şimdi bu insanlar, bu operasyonların bizimle ilgili yok dediğinde, biliyorum gelişmeler karşısında kimseyi inandırmak mümkün olmuyor.
Ben işi kim başlattı, nasıl başlattı, neresinden hareket ederek olayı bu hale getirdiler noktasında değilim.
Ordan yana, buradan yana olmanın da bir yararı yok.
Şimdi bize düşen bu yangını nasıl söndürürüz.
çünkü onlar kim, biz kimiz, onlar ne istiyor, biz ne istiyoruz, onların hedefi ne, bizim gayemiz ne, neyin peşindeyiz Allah aşkına söyleyin.
Hani üstadımızın dediği gibi Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Kıblemiz bir, namazımız bir, niyazımız bir, ahlak umdelerimiz aynı, varmak istediğimiz hedefler bir. Böyle sayılacak olsa bine kadar bir birlerimiz var iken, nedir kavgamız.
Haşa ve kella hani Yahudilerin dediği gibi Allah sadece bizimdir. Müslümanların rabbi başkadır. Gerçekten öyle mi. Yahudiler gibi Rabbimizi mi bölüşemiyoruz dedim.
Şimdi burada yapılması gereken o yaptı, bu yaptı, şu yaptı, ne yaptı değil.
Eğer bu bir savaş ise bitmeyen savaş yoktur.
Savaşların en kızıştığı anlarda barışa giden yolların daha da açıldığı görülür.
Bakıyorum da her gün savaş biraz daha kızışıyor.
Kendi fehmimce barışa yaklaştık mı diye iç geçiriyorum.
Ne yapılabilir.
İki çok basit şey ile.
Birincisi 25 Aralık Operasyonu bir şekilde durdurulsun.
İkincisi gerçekten hepimizi irrite eden yayınlar kesilsin ve Dershanelerin kapatılması ile ilgili kanun TBMM sine gönderilse bile, hemen alelacele görüşülmesin, geliş sırasındaki yerini alsın.
Hele sular bir durulsun, önümüzü görelim, seçimleri yapalım, sonrası Allah kerim.
Böyle devam ederse, Vallahi de , billahi de hepimiz pişman olacağız ve utanacak yüz bulamayacağız. Başka ne diyeyim.