BELADAN KAÇMA YİĞİTLİĞİ
Eklenme: 21.04.2012 00:00:00

Sizi bilmiyorum ama ben savaş falan lafını duyunca bir tuhaf oluyorum. Savaşı bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin can/şah/ damarının kesilmesi olarak görüyorum.

Dışarıdan bir sürü kan takviyesi yapılsa bile şah damarı kesilince vücudu kolay kolay hayata döndürmek mümkün olmuyor.

çok uzun yıllara sari koma hali devam ediyor. Ve bunun acısını, sadece o neslin insanları değil, gelecek nesiller de farkında olmadan çekiyorlar.

Hani farkında olmadan derken, belki yaşadıkları zindan hayatının sebebini sadece sorgulamıyorlar. Oysa ki, yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıksız yaşam, hürriyetten yoksunluk, olan bitenin farkında olmasınlar diye insanların başına belayı saranların baskısı devam edip gidiyor ve insan için ömür nedir ki, tükenip gidiyor.

Kıbrıs çıkartmasını hatırlıyorum.

Üniversite son sınıfta idim. Ülkemize ambargo uygulandı. Ambargo uygulayanların başında ABD vardı. Silah ambargosu, petrol ambargosu, ihracat mallarımıza ambargo, ithalat yapma imkanından yoksunluk, hatta batılıların baskısı sebebiyle ilaç bulmada yaşanan sıkıntılar alıp başını gitti.

Tuz yoktu biliyor musunuz?

Mutfak tüpü bulmak imkansız hale gelmişti.

Sağdan soldan eşin dostun yardımı ile kimi resmi kuruluşlara tahsis edilen mutfak tüplerinden bir tane ele geçirenler nerede ise bayram yapacak kadar seviniyorlardı.

Türkiye o çıkarmanın karşılığını çok büyük acılar çekerek ödedi.

Ben tabii Kıbrıs çıkartması niye yapıldı demiyorum. Zira Rumların zulmü gerçekten insanlarda dayanacak hal bırakmamıştı.

İşin doğrusu batılıların Yunanistana sağladıkları destek ile Kıbrıs Rumları gerçekten şımarmışlardı. Ada Türklerine yapmadıkları zulüm kalmamıştı. Ada Türkleri ve Türkiye bir çıkış kapısı bulmaya çalışıyorlardı, ama bu çıkışın, batı dünyası hiçbir zaman askeri bir müdahale şeklinde gerçekleşeceğini tahmin etmiyorlardı.

Ülke yine bir Müslüman feraseti ile Akdenize açıldı ve tüm gemileri yaktı, Kıbrısa müdahalede bulundu.

Türkiye bir Nato ülkesi olduğundan batılılar o an için ne yapacaklarını şaşardılar. Bir anlamda şımaran Yunanistana ders verilmesinden ilk anlarda memnun da oldular. Ama müdahalenin boyutları Kıbrısın bir anlamda ikiye bölünmesini getirdiğini kısa sürede görünce akılları .. larına karıştı.

Sonra hatalarını! Türkiyeyi 5 sente muhtaç hale getirecek adımlar atmak suretiyle tamir etmeye çalıştılar.

Anarşiyi körüklediler.

Günde en az 15-20 insanın öldürülmesine sebep olacak eylemler gerçekleştirildi.

çoğu insan unutmuş olabilir ama, doğrusu Türkiye bir iç savaşı yaşıyordu.

Türkiye Kıbrısa müdahalesinin sonucunda kolu kanadı kırılmış bir ülke haline getirildi.

12 Eylül 1980 müdahalesi gerçekleşti.

Yunanistanın derhal Natonun askeri kanadına geri dönmesi için Türk Askeri yönetiminden karar çıkartıldı.

Kıbrıs çıkartmasının batı ile entegrasyon konusunda nasıl da büyük problem olduğu ve bu sorunun hala çözülemediği hiç kimse tarafından bir sır olarak görülmüyor.

Türkiyenin başına sardırılan PKK olayının bu bağlamda ileri dönemlerde değerlendirilmesi halinde, altından ne çapan oğlunun çıkacağını buradan bir ilk olarak belirtmek istiyorum.

Ama Kürt ve Türk halkının basireti sayesinde hala devam ettirilmek istenen oyun, çok şükür ki, sonuca gitmiyor.

Ümit ediyor, diliyorum ki, Allahın verdiği vazgeçilmez, devredilmez insan/İslam hakları/ yöneticilerimizin basiretli tutumu ile bir hal yoluna girerse, haşereler kaçacak delik ararlar.

Türkiye Ak Parti iktidarı ile son 10 yılda kimsenin hayal edemediği hedeflere ulaştı.

Sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, sanayide, üretimde, insan haklarında, sürekli batının dürtüklemesi ile zart zurt yapanların zabtu rabt altına alınmasında, yıllarca ülkem insanına reva görülen zulmün telafi edilmesinde, zalimlerin kazdıkları kuyuya düşmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerde hayal edilemeyen adımlar atıldı.

Son dokuz yılda üst üste yüzde yediler seviyesinde bir kalkınma hızı elde edildi.

Dünyanın en çok büyüyen ülkesi olan çin ile başa baş durumdayız. Bunlar hepimizin göğsünü kabartıyor.

Diğer yandan özellikle 1 Mart tezkeresinin reddi ile alemi İslam içerisinde tahmin edilmeyen saygın bir yere gelip oturduk.

Fakaaaatttt.

Ben naçizane bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi hayırlı işlerin çok muzır manileri olur.

Yani Türkiyenin şu anda geldiği durumu çekemeyen, büyük kıskançlık besleyen ülkeler var.

Ve onu bir anda nasıl al aşağı edeceklerinin hesabını yapıyorlar.

Evet Suriye meselesine gelmek istiyorum.

Hamada, Humusta, Derada baba Esedin on binlerce insanın katli ile neticelenen eylemlerinden elbette haberim var.

Evet Suriyede Hafız Esed kadar olmasa da oğul Esed zamanında da Sünni Müslümanların sıkıntılara maruz kaldıklarını biliyoruz.

Ama Allah var.

Beşşar Esed dönemindeki Suriye ile Hafız Esed dönemindeki Suriye biri biri ile mukayese edilebilir mi?

Öyle olsa idi Sayın Başbakan nerede ise iki ayda bir Suriyeyi ziyaret eder miydi?

Esma Esed ile Sayın Başbakanın Hanımı Emine Hanım sabah akşam bir araya gelecek samimiyet oluştururlar mıydı.

Batılıların Şengenine karşılık, Şamgen kuruldu.

Türkiye ile Suriye hükümetleri ortak Bakanlar kurulu toplantıları yaptılar.

Böyle bir ortamda iken bir anda Arap Baharı sebebiyle ipler koptu.

Ben hep keşke Türkiye Şamda bir Demokrasi çadırı kursa, münasebetlerin kesintiye uğramasına sebep olacak beyanlardan kaçınsa diyordum.

Benim bu açıklamalarım ile kimse bütünü ile Türkiyeyi ilzam etmeye çalıştığımı söylememelidir.

Elbette 70-80 seneden beri baskıcı rejimlerle idare edilen ve Demokrasi kültürü ile zerre kadar tanışmamış olan Suriyelilerin andavallıca davrandığını görmezden gelmiyorum.

En büyük korkum bir başka ülke ile savaş gibi sonucun nereye varacağını tahmin etmeyeceğimiz geri dönüşü mümkün olmayan bir adımın bizden atılması oyununa gelmektir.

Suriyede dindaşlarımızın Kürt, Türk, Arap kardeşlerimizin bundan 7-8 ay öncesine göre daha da büyük sıkıntılar içerisinde olduğu malum.

Bunların yaşadığı zulmün bir ana önce bertaraf edilmesi lazım.

Ama nasıl?

Türkiyenin bir askeri müdahalede bulunması herkesin bizden beklediği bir çözüm yolu mudur?

Suriye içerisinde bir tampon bölge oluşturulması da hiç lamı cimi yok, bir askeri müdahaledir.

Hiç kimse Suriyeye ellerini kollarını sallayarak girip, 50-60 kilometre derinlikte bir bölge oluşturabileceğimizi düşünmemelidir.

Suriyeliler ve Suriyeye destek veren Rusya, çin, İran, Irak gibi ülkeler bunu derhal bir işgal olarak değerlendirecekler ve onların şimdiye kadar Suriyeye karşı destekleri devam ediyor ise ki, bu konuda aksi bir görüş ortaya çıkmadı, düşündüğümde beni dehşete düşüren bir çatışma ortamında kendimizi bulabiliriz.

Geçenlerde bu konu ile ilgili olarak yazdığım yazıda, kimse bizi arkadan hadi canım seni göreyim demiyor, üstelik biz başta ABD olmak üzere batılılara hadi bu konuda niye bir şey yapmıyorsunuz, neden desteğinizi açıklamıyorsunuz diyoruz ve böylece bu meselede önderlik yapıyoruz düşüncesinde olmamalıdır demiştim.

Zira batının ve doğunun asıl istediği, Türkiyenin belinin bir yerlerden kırılmasıdır, herkes şehevi bir iştiyak ile o günleri görmek istiyor.

Sayın Başbakanın Şanghayda nükleer enerji ve tabii ki silahlar toplantısına katıldıktan sonra ülkeye gelmeden İrana gitmesi, ardından Suudi Arabistan ziyareti ve son olarak Suriye konusunda Türkiye ile aynı noktada olan Katar ziyareti çeşitli çevrelerde suların ısınması olarak algılanıyor.

Türkiye 80 li, 90 lı, hatta 2000 li yılların başına dönmek istemiyor. Bu konuda ortaya çıkacak en küçük bir kırılganlık, onca emeğin bir anda heba olmasına sebep olabilir.

Vallahi ben korkak bir adam değilim, ama hayat bana beladan kaçmayı en büyük yiğitlik olarak öğretti.