BİR KAZA OLMASIN
Eklenme: 18.03.2013 00:00:00

21 Mart 2013 Nevrozunun gerçek bir tarihi bir dönemeci ifade ettiğini hemen hepimiz tahmin ediyoruz.

O gün Diyarbakır meydanlarından yapılacak açıklamaları nerede ise dünyanın büyük bir bölümünün can kulak dinleyecekleri de ortada.

Ve o gün Diyarbakır dünya gündemini nerede ise bütünü ile elinde tutacak.

Beklentilerin çok yüksek olduğu biliniyor.

Bu beklentilere paralel olarak bugün, yarın İmralıya gidecek olan BDP heyetinde Selahattin Beyin de olacağı hiçbir şekilde sürpriz sayılmamalıdır.

Zira daha önce yazdığım üzere, Selahattin Beyin İmralı görüşmelerine BDP eş başkanı olarak neden katılmasına izin verilmediğini anlamış değildim.

Bu yıl Ocak ayın başında, ileriki aşamalarda gerekirse isim de verebilirim, önemli siyateçilerin de katıldığı bir toplantıda, aynen şunları söylemiştim.

Tarafların iyiniyetli olması şarttır.

Ben devletin yerinde olsam bu işin dört ayağını oluşturan İmralı, Kandil, BDP ve Avrupaya ya arkadaş ne istiyorsunuz, siz bir kere kendi içinizde bu ülkeden en son talepleriniz nedir, bunları netleştirin ve sonucunda bizim talebimiz budur deyin, bunları yazıya dökün ve bize verin. Biz bunları Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak kendi içimizde müzakere edelim, dediklerinizin kısa, orta ve uzun vadede yapılması mümkün olanlar var, hiç yapılamayacaklar da var diye bir görüşme usulü belirlensin ardından verilen bir takvim üzerine adımlar ardı arkasına atılsın demiştim.

Bunları biri birine düşürmenin bir yararı yok, zira biz bu süreçte en fazla iyi niyet gösteren taraf olmak durumundayız diye de eklemiştim.

O görüşüm biraz absürd bulundu. Hatta bir arkadaş iyi ya, biri birlerine düşsünler gibi, eski devlet söylemine uygun bir argümanla bana karşı çıktı.

Ben kazın ayağı hiç de öyle değil. Biz biri birinin boğazına yapışmış düşman iki ülkenin vatandaşları değiliz. Hiç unutulmasın ki, kendi insanlarımızla kavga edip duruyoruz. Yapılacak bir barış sadece dağdakilerle olmuyor, aynı zamanda bağdakiler de bu barışın neticelerini bekliyor ve o bağ tüm Türkiye topraklarıdır, savaşın kazananı yok, barışın kaybedeni yok cümlemi orada sarf etmiştim. Kaybettiğimizde birlikte zarar görüyor, kazandığımızda birlikte kazanacağımızın bilincinde olmamızın arifesindeyiz diye de ilave etmiştim.

çünkü Örgüt te, Devlet te değişti, gelişti ve tabir caiz ise ehlileşti.

Bu ehlileşme şunu getirdi.

Örgüt bu ülkeyi bölemiyor, Devlet örgütü bitiremiyor.

O zaman bu kör dövüşü niye.

Bu dövüş sonucunda maddi ve manevi açıdan kaybetmeyen yok. Lafla peynir gemisi yürümez diyenler silahı eline almış ve evlatlarının kanını akıtıyor. Ama süreç de gösterdi ki, akıtılan kan peynir gemisine yakıt vazifesi yapamıyor.

2007 Mayısında şimdi Bakanlık görevi yapan bir arkadaşa, burada size düşen en önemli görev, Abdullah Öcalan elinizde onu barışa ikna edebilirsiniz demiştim. çok şükür o günlere geldik.

21 Mart 2013 günü göreceksiniz, beklentilerimizin çok üstünde Diyarbakır meydanlarından, Abdullah Öcalanın ağzından barış çağrıları yapılacak ve örgüt bu çağrılara vereceği cevapla hemen uyduğunu açıklayacaktır.

Dünya alemin gözü önünde yapılacak bu çağrılar tamamen şeffaf bir şekilde yürütüldüğündün, Türkiyenin karşı edimlerini sektirmeden yerine getirecektir. Getirmek zorundadır.

Örgütün ve pek tabii Abdullah Öcalanın barışa karşılık taleplerini karşılamak şimdi her zamankinden daha kolay.

Zira Türkiye halkının en büyük kuşkusu ve korkusu olan, örgtün bölünmeyi bu ülkeye dayatma talebi artık yoktur.

Federasyon talebi de geri çekilmiştir.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönündeki talepler zaten büyük şehir belediyeleri kanunu ile hayata geçmiş ve daha da ileri adımların atılması Türkiye açısından zor değildir, bu bir ezber bozmak olarak bile düşünülemez.

Geriye kalan talepler bakımından işler hiç de zor değildir.

Anayasal vatandaşlığın kabulü, kimliklerin bu bağlamda özgürleşmesi, eli kana bulaşmamış kişilerin affı, BDP nin o çok üst seviyedeki kişileri dışındakilerin ülkelerine dönmeleri, rehabilite edilmeleri, Mahmur kampındaki vatandaşların ülkeye geri getirilişleri,Kürtçenin eğitim dili olarak kabulü ve tabii ki Abdullah Öcalanın ev hapsine alınması gibi talepler, yeminle söylüyorum öylesine ehven şeyler ki, Türkiye evlatlarının kanının durması bakımından bundan daha uygun bir zamanı bir daha asla bulamaz.

Bu süreci Devlet ıskalarsa örgüt, örgüt ıskalar ise Devlet kazanır. Yani barıştan kaçan şeytana yakalanır.

Sayın Başbakan bu süreçle ilgili olarak eli kana bulaşan kişilerin konumu da af kapsamında olacak mı diye soranlara, pek tabii benim devlet olarak, bu meselede evladının kanını verenlerin katillerini affetme gibi biri yetkim yoktur söylemi doğrudur. Eli kana bulaşanları affetmeyelim, tamam, ama eli kana bulaşmamış olanların yapılacak bir barışla afları ve ülkelerine dönmeleri, aynı zamanda İslamın gereğidir. Zira İslam hukukunda devlete karşı kalkışmalarda, yani devletin kendi içinde vatandaşlarına karşı takınmış olduğu tavır sebebiyle, bunu kabul etmeyerek kalkışma içerisine girenlerin, özür dilemeleri halinde, yaptıkları eylemin cinsine bakılmadan affedilmeleri bir hukuki zarurettir, bunun da bilinmesi lazım.

Ben halka bu günlerde hemen şu sorunun sorulmasını ve kamuoyunun olaya nasıl baktığının araştırılmasını istiyorum.

Arkadaş barış oluyor, ülke bölünmüyor ne diyorsun bu iyi bir şey mi?

Anayasal vatandaşlık hakkı, Kürtçenin eğitim dili olarak kabulünü ister misin? Bunlar verilmesin gerekirse evlatlarımızın kanı akmaya devam etsin mi? dersin.

Evet ortaya çıkacak sonucun yüzde doksanlar seviyesinde barış olsun, evlatlarımızın kanı artık dursun şeklinde neticeleneceğine imamın gibi eminim.

Ergenekoncular içeride olduğuna göre, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, PKK nın Ergenekon kesimi ortaya çıkıp bir hadiseye sebebiyet vermez ise, halk nevrozunu büyük bir coşku ile kutlayacak ve bu nevroz hepimizin zihnine kazınan önemli bir gün olacaktır.