BİZ KİMİZ?
Eklenme: 11.02.2010 00:00:00

Sorunlarla bu kadar yaşamayı seven bir başka ülke tahayyül edilemez. Biz Millet olarak "acı çekmeyi" "acı çektirmeyi" çok severiz. Bizim kadar bu konuda mahir bir başka milletin olduğunu tahmin edemiyorum. Biz biraz hayin bir milletiz. Ne oldurur, ne öldürürüz. Süründürürüz. Biribirimizi iteleyerek değil, gagalayarak bir yere varacağımızı zannederiz. Dehşet kıskanırız. İnsanların başarısına elli bin kılıf bularak demediğimizi bırakmayız. İş aleminde birisi biraz sivrilsin, başta en yakınları olmak üzere bütün çevresi demedik lafı bırakmaz. İş yaptığı yere gider, adamı gammazlarız. En büyük sataşmalar Üniversitelerde olur. Gidin bakın her bir öğretim görevlisi hakkında kendi meslektaşlarından 40 tane şikayet dilekçesi olduğunu görürsünüz. Tümen, Kolordu, Ordu komutanlıklarının Askeri Mahkemelerinde, karşılıklı şikayetler sebebiyle yüzbinlerce dosya vardır. Başarısızlıklarımızın acısını,başkalarına işkence yaparak çıkartmaktan hoşlanırız. İşinde gücünde başarılı olan hiç kimseyi çekemeyiz. İşbirliği yapmayı sevmeyiz, iş bölümü yapmaktan hoşlanmayız. Üzerimize sorumluluk almaktan fena halde ürkeriz. Başkasına sorumluluk yüklerken, Ayının bal yediği şekle döneriz. Bir sürü zırva laftan sonra, "ya efendim,bu devirde işler ancak böyle yürür" diye ahkam keseriz. Biraz fedakarlık ta sen yap,biraz sorumluluk ta sen al, biraz gayret içerisine sen de gir demek, beyefendinin alanına tecavüz olarak kabul edilir. Sabah akşam maneviyattan dem vurur, namaz kılmayız. Fakirin fukararının çektiğini anlatır, en yakınımıza beş kuruş yardım etmeyiz. Haktan , adaletten, doğruluktan, kişi özgürlüklerinden söz eder,zamanı geldiğinde hakkın ,doğruluğun semtine uğramayız. İnsanların biribirlerine yaptıkları kötülüklerden söz eder, elimize yetki düştüğünde zerre kadar merhamet etmeyiz. Vatandaşın cadde üzerinde dükkanı var, evden falan bozma değil, tamı tamına dükkan. İş değiştirecek, lokanta yapacak. Kat mülkiyeti kanununda hüküm varmış, bina sakinlerinden izin istemek gerekiyormuş. Aynı binanın altında bulunan diger dükkan sahipleri dahil, binanın üst katlarında oturanlar, biz buna müsaade etmeyiz diyorlar. Niye? Çünkü efendim, burada lokanta olursa havalandırmadan boru geçirmek gerekiyormuş, binanın tüm dairelerinin değil, üç beş dairenin 1x1 ebadındaki o bölümünden pis su boruları geçiyormuş. Ya bir gün bu borular tıkanırsa, açmak icab ederse, şu da olursa, bu da olursa.. sa ,sa ,sa. Ve bir de lokanta da muhtemel yemek kokuları evlerine gelirse.se se se eee, talebin reddine. Kıskançlığın bu kadarını, çekememezliğin bu denlisini ancak bu ülkede görürsünüz. Adam sabah akşam evinde yemek pişiriyor, bütün dairelerin yemek kokuları, hatta kimi zaman lavabolarının kokuları biri birine karışıyor. Bundan rahatsızlık duymuyorlar, cadde üzerindeki dükkanın lokanta yapılmasından rahatsız oluyorlar. Yassah. Peki dükkanınıza komşu olan diğer dükkan sahipleri neden hayır diyor? Şundan. Biz biribirimizi yiyerek adam olacağımızı zannediyoruz da ondan. Üniversitelere girişte tam 40 senedir bu ülke problem yaşıyor. Dile kolay tam 40 sene. 1960 lı yıllarda İmam Hatip Okulu mezunlarının Üniversiteye giriş hakları yoktu. Sadece Yüksek İslam Enstitüsüne girebilirlerdi.(İlahiyat Fakültesine bile girmezlerdi.) Üniversiteye girmek isteyen bu  okul mezunları klasik liselerin Tarih, Coğrafya, Edebiyat, Matematik, Fizik, Kimya,Kompozisyon gibi fark derslerini vererek Üniversite imtihanına girme hakkına sahip olabiliyorlardı. Sonra bu adaletsizlik kaldırıldı. Çok sayıda Meslek lisesi mezunları çeşitli Üniversitelerden çok başarılı bir şekilde mezun oldular. 28 Şubat sürecinde kafatasçı, ulusalcı, nasyonal sosyalistler , bu başarılardan ciddi manada rahatsız oldular. O zamanki YÖK yönetimi,hiçbir "VİCDANA" sığmayacak "ADALETSİZLİĞİ" kat sayı düzenlemesi adı altında bu milletin evlatlarına dayattılar. Lise mezunu Tıp Fakültesine girmek isterse , "A" sorusuna verdiği cevap,0.8 le, İmam Hatip Lisesi mezunu bu talepte bulunursa, verdiği doğru cevap O.3 le çarpılır gibi bir kural koydular. Tamı tamına 2,5 kat. Bu haksızlık, bu adaletsizlik Vallahi Tanzanyada yok. Bu adaletsizlik o zaman Danıştay 8.dairesinin önüne açılan bir dava sebebiyle gelmiş, Danıştay, YÖKün Üniversiteye girişleri düzenlemede tam yetkili olduğunu gerekçe göstererek,davayı reddetmiş. YÖK bundan 6 ay önce bir düzenleme yaparak kat sayı adaletsizliğini kaldırdı. İnsanların hakkını aramakla yükümlü İSTANBUL BAROSU(ki ona şimdi çok sayıda insan darbeci baro diyor) yetkisi, sıfatı, menfaati olmadığı halde , tam tersine bir davranışla "hakların ziyaını amaçlayan" bir dava açtı ve kat sayı adaletsizliğini kaldıran YÖK kararının yürütmesini durdurdu. Danıştay 8.Dairesi daha önce verdiği karardan döndü.  Bu defa YÖKün sınavlara girişi düzenleme hakkının olmadığına hükmetti. Bunun üzerine YÖK, Üniversiteye giren öğrenciler için doğru cevapladığı bir soruda,alanını tercih etmiş ise 0.15 le, alanı dışında bir tercihte bulunmuş ise 0.13 rakkamı ile çarpılmasını kabul etti. Yani yeni bir katsayı kuralı koydu. Danıştay bu kararın da yürütmesini durdurdu. Peki Danıştay 8.Dairesinin başka işi gücü yokmu? Alelacele açılan bu davayı iki gün içerisinde karara bağlama zorunda mı?  Adalet Bakanlığı bir inceleme başlatsın, bu dairenin önünde görülmesi gereken binlerce dosya olduğunu görecektir. Bu dava/ dosya nasıl oldu hepsinin önüne geçti? Mahkemeler hakkın  sağlanması, adaletin gerçekleşmesi için vardır. Bu davaya iki gün içerisinde alelacele bakılmasının sebebi, kaybolması muhtemel haklara zamin olmak değil, yüzbinlerce öğrencinin hakkının çiğnenmesine aracılık yapmaktır. Mahkemeler, Hakimler her kurumun yerine geçerek "kural" koyan makamlar değildir. Üniversiteleri,Anayasa ve Yasalara göre teşkil edilmiş olan YÖK mü idare edrecek,yoksa Danıştay 8.Dairesi mi? Bu dairenin Hakimleri, Bakkala gitsinler ve Peynin almak istesinler. Peynir ne kadar diye sorsunlar. Bakkal, Efendim, Peynirin kilosu Hakimlere 8 liraya, vatandaşa 3 liraya dese, Hakim ona dönüp, Adaletin bu mu? demez mi? Biz kimiz Allah aşkına.