BİZİM HABİBİ NECCARLARIMIZ NEREDE
Eklenme: 7.02.2014 00:00:00

Hatay'a gidenlere mutlaka Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kavşağındaki Habib-i Neccar Camii'ni ziyaret etmeleri tavsiye ediliyor. çünkü bu caminin hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için önemli bir anlamı var.

Cami, özellikle şehri ziyarete gelen Hıristiyanların uğrak meknlarından biri olmuş. Hıristiyanlar için önemli, çünkü bir Müslüman ibadethanesinin avlusunda Hz. İsa'nın havarileri Yahya, Yunus ve Şem'un-ı Sefa'ya (bu isimler yabancı kaynaklarda sırasıyla Yuhanna, Pavlos ve Petrus olarak geçiyor) ait olduğu rivayet edilen kabirler var. Müslümanlar için önemi ise bu mekanın Anadolu'da yapılan ilk cami olması ve Habib-i Neccar'ın hikayesinin Yasin sresinde anlatılması.

Kaynaklarda belirtildiğine göre Habib-i Neccar, marangozlukla uğraşan kendi halinde sıradan bir Antakyalı (Neccar Arapçada marangoz demek). Hazreti İsa'ının elçileri Yahya ve Yunus şehre gelmeden önce kazancının yarısını fakir fukaraya veren, diğer yarısını çocuk çocuğuna harcayan, Allah'ın has kullarından biri. Yasin sresinde 13 ila 32 ayetleri konu ile ilgili.

Rabbimizin şu mübarek Cuma gününde bahse konu ayetleri yazalım. Ey Muhammed onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz dediler. Onlar şöyle dediler. Siz de bizim gibi insansınız. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz. Elçiler ise şöyle dediler. Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu rabbimiz biliyor. Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir. Dediler ki, şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur. Elçiler de uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi uğursuzluğa uğruyorsunuz. Hayır siz aşırı giden bir kavimsiniz dediler. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi. Ey kavmim bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir. Hem ben ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüleceksiniz. Onu bırakıp ta başka ilahlar mı edineyim. Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaatı bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O takdirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum. Şüphesiz ben sizin rabbinize inandım. Gelin beni dinleyin. (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine) Cennete gir denildi o da keşke kavmim, rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi, dedi. Kendisiden sonra kavmi üzerine onları cezalandırmak için gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik. Sadece korkunç bir ses oldu, bir anda sönüp gittiler. Yazık o kullara kendilerine bir peygamber gelmezdi ki onunla alay ediyor olmasınlar. Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi, onların artık kendilerine dönemeyeceklerini görmediler mi. Onların hepside mutlaka toplanıp hesap için huzurunuza çıkarılacaklardır..

Yasin suresinin 20. ayetinde "... o sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi..." diye bahsedilen kişinin Habib-i Neccar olduğu ve yukarıda mealleri yazılan ayetlerde anlatılan, sonu kanla biten olayın Habib, Yahya, Yunus ve Şem'un-ı Sefa arasında geçtiğine inanılıyor.

Habib-i Neccar Camii, ismini, caminin avlusunda kabri bulunan bir zattan alıyor. İsa Peygamber döneminde gönderilen elçilere iman eden ve inancından dolayı şehit

edilen Habib-i Neccar, cüzam hastası bir oğlu olduğu için şehrin doğusundaki dağda bir mağarada ikamet etmektedir. Hazreti İsa'nın gönderdiği elçiler, Yahya ile Yunus şehre dağ tarafından girer ve ilk olarak Habib-i Neccar ile karşılaşırlar. Habib-i Neccar, yabancılara kim olduklarını sorar. 'İsa Peygamber'in havarileriyiz' cevabını alınca onlardan bir delil ister. Onlar da 'Biz hastalara şifa veririz.' derler. Marangoz Habib, havarileri oğlunun yanına götürür. Elçiler, Allah'a dua eder, sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah'ın izni, elçilerin eliyle şifa bulup ayağa kalkar. Bu olay karşısında Habib-i Neccar, havarilere tereddütsüz iman eder.

Tek bir Yaratan olduğunu anlatmak için şehre inen elçilerin sözüne kimse itibar etmez. Ancak çeşitli hastalıklara şifa verdikleri şehirde de duyulur ve halk etraflarında toplanmaya başlar. Bunu duyan şehrin kralı elçileri sorgusuz sualsiz zindana attırır.

Hz. İsa, havarilerinden uzun süre haber gelmeyince üçüncü elçi Şem'un-ı Sefa'yı Antakya'ya gönderir. Şem'un-ı Sefa, ilk iki elçi gibi kimliğini açığa vermez, saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca önceki elçilerden bahseder. "Kralım bu yabancılar çeşitli hastalıklara şifa verdiklerini iddia ediyorlar. Bunları bir imtihan edelim." der. Kral da onu kırmaz, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem'un-ı Sefa, arkadaşlarına sorar: 'Siz kimsiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?' Onlar da İsa Peygamber'in elçisi olduklarını söylerler. 'Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olması lazım.' der. Onlar da amaların gözlerini açabildiklerini, ölüleri dirilttiklerini söylerler. Yeni ölmüş bir ceset önlerine getirilir. Yahya ve Yunus açıktan, Şem'un-ı Sefa içinden dua eder ve ölü dirilir. "Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye tabi olun." diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince Şem'un-ı Sefa'nın da kimliği açığa çıkar.

Kral hayretle sorar: 'Şem'un sen de mi bunlardansın?' çok zeki olan üçüncü elçi, soruya soruyla cevap verir: "Kralım bu yabancılar çok olağanüstü bir hal gösterdiler, sen de taptığın putlarına söyle, daha üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup ediyorlar." Kral köşeye sıkışınca itiraf eder: "Şem'un senden gizlim saklım yok. Bizim taptığımız putların böyle güçleri yok. Yemez, içmez, konuşmazlar." Bunun üzerine Şem'un kralı ikna eder ve kralın iman ettiği rivayet edilir. Ancak inancını halka açıklamaz. Halk da iman etmemekte direnir. Büyü yapıldığını söyleyip elçileri linç etmeye kalkarlar. Bu sırada Habib-i Neccar koşarak şehre gelir ve "Ey kavmim, bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere tabi olun, onlar doğru yoldadırlar" der. (Yasin Sresi'nin 20-22 ayetlerinde geçen bu sözleri Habip Neccar'ın söylediğine inanılıyor.) Ama halk hem havarileri hem de Habib-i Neccar'ı taşlayarak şehit eder.

Habib-i Neccar'a öldükten sonra cennetteki makamı gösterilir. Bunun üzerine "Keşke Rabb'imin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini kavmim bilseydi." der. (Yasin 26-27) Bu olaydan sonra Antakya halkı helak olur. Yasin'in 28-30. ayetlerindeki 'Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de. Cezaları korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler..." ifadesinin bu felaketi anlattığı rivayet ediliyor.

Habib-i Neccar Camii'nin avlusundaki Hz. İsa'nın havarileri Yahya ve Yunus'un (Yuhanna ve Pavlos) kabirlerini Antakya'ya ziyarete gelen Hıristiyanlar büyük bir hayret içinde ziyaret ediyor. Habib-i Neccar'ın ve Şem'un-ı Sefa'nın kabirleri de aynı yerde bulunuyor.

Peygamberimiz Efendimiz Hz.Muhammed(sellallahu aleyhi ve selem) ile birlikte Peygamberler dönemi bitti. Ancak velayet ve ulema dönemi bitmez. Onlar da biterse, dünya biter. Zira artık yer yüzü tebliğ görevini yapacak kimse bulamaz. Yer yüzünün mübelliğsiz kalması, tebliği dinleyip anlayacak insanın da kalmaması anlamına gelir. Efendimiz bir hadisi şeriflerinde El Ulemau Verasetül Enbiya-Alimler Peygamberlerin varisleridir diyor.

Dünya kurulalı belli, gerek Peygamberler, gerek Veliler ve gerekse Allah dostu Alimlerden, yerlerinden yurtlarından sürülmeyen, taşlanmayan, ölümlerden ölüm beğen cinsinden adiliklerle testerelere vurulup katledilmeyen kalmamıştır.

Kuranı Kerimde sözü edilen kıssalar, sırf hikaye olsun diye anlatılmaz. Her dem, her an bu hadiselerin benzerleri dünya durdukça cereyan eder ve edecektir. Bunun sebebi insanın hep aynı mayeden beslenmesi , hep olan biteni unutması ve zahiri kazanç gibi görünen malü menale ulaşmasıdan ötürü şımararak, aynı hareketleri yapmasıdır. O yüzden Kuran hep terü tazedir, hep dipdiridir.

Sırf Rabbim Allah dedikleri için eza görenlere, bunu yapmayın diyen bizim Habibi Neccarlarımız nerede?