01. Ocak. 2013 günü yazdığım yazının başlığı Kurtuluş Abdullah Öcalanda mı idi.
O yazıda Abdullah Öcalannın bu meselenin baş aktörü olduğunu, ama eldeki yumurtaların tümünün aynı sepete konulmasının mümkün olmadığını belirtmiş, sorununu çözümünde Kandilin, Avrupanın önemine değinmiştim.
Abdullah Öcalan devletin elindedir ve Devlet bir anlamda onun hayatının korunup kollanması ve bunun da ötesinde Hürriyetine kavuşması açısından bütün imkanları sonuna kadar kullanacaktır.
Bu son iki yıllık süreçte gördüğüm şu, Abdullah Öcalan kendi hayatını ve hürriyetini önemsiyor, ama, atılacak bütün adımların mücerret kendi hayatına endekslenmesini de istemiyor.
Abdullah Öcalan bu son iki yıllık dönemde, hem devletin ve hem de örgütün tekeden yağ çıkartmaya çalıştıklarının farkında olduğunu, görüşmeleri keserek ortaya koydu.
Bu yönü ile liderlik vasfının öyle kem küm laflarla harcanmasına göz yummayacağını göstermiş oldu.
Abdullah Öcalan örgüt liderliğini bugün de devam ettirdiği yıllar boyunca, her önemli çıkış öncesinde örgütün kendisine nasıl da ihanet ettiğini yaşayarak gördü.
1993 yılında çok önemli bir anlaşma zeminin oluştuğu hengamda Elazğı/Bingöl arasında 33 erin şehit edilmesi, Oslo görüşmelerinin anlaşma ile neticeleneceğinin ortaya çıkmasına ramak kaldığında, Silvanda 15 erin şehit edilmesini o, hep ihanet olarak gördü ve bunları söylemekten çekinmedi.
Ve,
Bırakın Avukatları ile, kendi ailesinden insanlarla bile görüşmeyi kabul etmeyeceğini açıklamaları ile ortaya koydu.
Ancak bir barış iklimine iyice yaklaştık denilen dönemlerde, Abdullah Öcalan tekere çomak sokan bir insan olarak karşımıza çıkmıyor.
Bene çekeceğimi çektim, yaşım 60 aştı, bundan sonra ne olursa olsun, savaş devam etsin demiyor.
Gerek içerideki konumu, gerekse sürgit devam eden savaşın ne Kürtlere ve ne de Türklere bir getirisinin olmadığını görüyor ve bu bataktan kurtulmak için atılması gereken adımları sıralar iken, yaşanan sürecin görülmezden gelinmesinin mümkün olmadığını Pratikleri ile Devlete de kabul ettirir iken, hiç kuşkusuz kendi konumuna da atıf yapıyor. Ve eğer benim barış konusunda rolümü iyice oynamamı istiyor iseniz, durumunun düzeltilmesi için gerekli adımların da atılması gerekir diyor.
Türkiye Abdullah Öcalannın, 30 yıllık süreçte yaşananları, şimdi bütünü ile kendi hayatına endekslemediğini görmek durumundadır.
Bu işin ilk adımı, Ahmet Türk ile Ayla Akat Atanın Abdullah Öcalan ile görüşmesine imkan vermek ile Türkiye tarafından atılmıştır.
Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata bu görüşmenin içeriğinin kaba hatları hakkında kısa süre sonra kamuoyuna bilgi vereceklerdir. Ama işin iç dizaynı bakımından yapılması gerekenler Kandile anlatılmadan sonuca ulaşılamaz.
Evet Abdullah Öcalan 13 yıl süreyle hapistedir ve bir bedel ödemektedir, ancak geride 40 bin ölü, onun iki katı kadar hapiste yatan yüzbinlerce insan ve şimdi sayıları 5 binin üzerine KCK tutuklusu var, ve bir o kadar önemlisi 30 yıldan beri dağda kalan insanlar var. Bu sebeple gelişmelerin en kısa sürede görüşmeciler tarafından Kandile aktarılması ve işe haramilerin karışmaması için, acele edilmesi şarttır.
1 Ocak günü yazdığım yazıda, işin kem küme tahammülü olmadığını yazmış ve eğer taraflar gerçekten samimi iseler/ki bu konuda Sayın Başbakanın da, Abdullah Öcalannın da bu aşamada samimiyetlerinden hiç şüphe etmiyorum, çünkü her ikisi de olumlu sonucun kendilerine hem Allah katında, hem millet nazarında ve hem de uluslar arası kuruluşlar nezdinde büyük barış ödülü getireceğinin bilincindeler/ konuşulanlar yazıya dökülsün, önce örgüt tarafı çözülmesini istedikleri sorunlar hakkında kendi aralarında bir mutabakat metni oluştursun, devlet bunu müzakere etsin, yapabilecekleri veya yapamayacakları hususlarda karşı tarafa yazılı bilgi aktarsın, en sonunda kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecekler anlaşmaya bağlansın ve karşılıklı güven oluşturucu adımlar birer birer atılsın demiştim.
çok şükür bunları söylememden iki gün sonra Ahmet Türk ve Ayla Akat Atanın Abdullah Öcalan ile görüşmelerine imkan verildiğini ve bu görüşme içeriğinin Kandile aktarılacağı ortaya çıktı.
Milletimizin yaşadığı bu sorunu başkaları karışmadan kendi içimizde çözme konusunda göstermiş olduğumuz İRADE kuşkusuz her türlü takdirin üstündedir.
Allaha şükürler olsun, sorunun uluslar arası tartışma zeminine çekilmeden çözülmesi hususundaki çalışmalar, milletimizin bütününün eninde sonunda hak ve hakikatı bulmada, yani ISLAH etmede ne kadar mahir olduğunu bir kez daha ortaya koydu/koyuyor.
1 Ocak 2013 günlü yazıda Abdullah Öcalan İmralıda değil de Kandilde olsaydı, daha mı çok kan akar demiş ve onu her halu şart içerisinde içeride kalması gerekir diyenlerin ekmeğine yağ sürmemek gerektiğini belirtmiştim.
O kişilere benim bir sorum daha var. Arkadaş Abdullah Öcalanın içeride kalması mı, yoksa senin oğlunun kanı mı daha önemli? Cevap ver, ondan sonra konuşalım.
Mesela MHP yöneticilerine bu soru sorulsun ve içten, samimi cevap vermeleri istensin. Biz devletimizin birlik ve bütünlüğünü her ne pahasına olursa olsun korumak zorundayız gibi beylik cümlelerin arkasına sığınmaya gerek yok. çok şükür devletimiz her halu karda ayakta ve ayakta kalmaya devam edecektir. Fakat gerçekten garip, lüzumsuz, anlamsız çekişmeleri evlatlarımızın kanı pahasına devam ettirmenin de kimseye yararı olmadığı artık görülmeli ve galiba en önemlisinin yaşandığı bu süreç, heba edilmemelidir.
Şimdi kan kusup kızılcık şerbeti içtim demenin zamanıdır.