Gültan Kışanak, Leyla Zana, Sabahat Tuncer, Aysel Tuğluk, Hatip Dicle, Ertuğrul Kürkçü gibi toplumda isimleri bilinen BDP li adaylar,YSK dan veto yediler.
YSK kanunları uygulayan bir kurum. Onlar var olan hükümleri uygulamak zorunda idiler. Her bir Milletvekili adayının durumunu incelediler ve ortaya böyle bir sonuç çıktı.
Onların almış oldukları bu kararları, özellikle siyasiler eleştiri bombardımanına tutacağına, kanunları değiştirsinler deme kolaycılığına kimsenin kaçma hakkı yoktur.
YSK daki üyeler Hakim kadrolarından gelen ve kanunların kendilerine vermiş olduğu yükümlülükleri yerine getiren üyeler olmaları hasebiyle, elbette kılı kırk yarmak, ayırımcılık yapıldığı iddialarına hak verecek davranışlardan zinhar uzak durmak zorundadırlar.
Peki böyle mi oluyor. Asla, hayır.
Leyla Zana, Hatip Dicle ile aynı davadan sanık olarak yargılanan Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, 2009 seçimlerinde Siirt Belediye Başkanı seçildi ve görevine devam ediyor.
Onun seçilmesine vize veren YSK, şimdi Leyla Zana ile Hatip Dicleye dur diyor.
Anayasanın 76. Maddesi ile bu maddeye uygun olarak düzenlenen Seçim Kanunun ilgili maddeleri, YSK nın şu anda almış olduğu kararın "ŞEKLEN" doğru olduğunu ortaya koyuyor.
Fakat şu anda kendilerine "siyasi yasak" getirilen kişiler her ne kadar gayesine ulaşmak için tedhişi esas alan PKK örgütünün üyesi olmakla suçlanıyorlar ise de, hiçbirisinin tedhişi esas alan bir tek eylemine rastlanmamıştır.
YSK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi bir Yargı kurumudur. Onlar, verdikleri kararın, kanunlara uygunluğu şekli açıdan doğru olsa da, gelişen ve değişen dünya siyasi anlayışına uygun olarak bir içtihat oluşturabilir ve siyasi yasak getirilen kişilerin almış oldukları cezanın "Fikiri" bir suç olarak değerlendirilmesi gerekir, o nedenle "seçilme ehliyetlerini" zail eden bir durum yoktur hükmüne varabilirlerdi.
Bunu bir tarafa bırakalım da, şu anda seçilmelerine olanak verdikleri kişilerin dosyalarını hele bir daha incelesinler diyorum. Ve daha fazla ileri gitmiyorum.
Şu anda Leyla Zana ve arkadaşları için verdikleri kararda ısrar ederlerse, seçim sonrası kimilerinin vekilliğinin düşmesine sebep olurlar.
Bir çift sözüm de BDP liler için.
Bilindiği üzere BDP liler 1994 yılında tutuklandılar.
Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandılar ve 15 yıl Ağır Hapis Cezasına Mahkum oldular.
Verilen karar Yargıtay tarafından onanınca, bu defa AİHM sine gittiler.
AİHM si Adil Yargılama Hakkının ihlal edilmiş olduğuna hükmetti.
Dosya Türkiyeye döndüğünde, yapılacak işin ne olacağını kimse bilmiyordu.
AB, AİHM si bizim en önemli yargı organımız. Onun verdiği kararın bir geçerliği olmalı deyince, Türkiye, Ceza Usul Kanununda değişiklik yaptı ve AİHM sinden dönen Ceza dosyaları için, yeniden yargılama hakkı getirdi.
Leyla Zana ve arkadaşları "İadei Muhakeme" yoluna gitti. 11.Ağır Ceza Mahkemesi bu talebi kabul etti ve yeniden yargılama başladı. Mahkemenin yapmış olduğu yargılama sonucunda 2007 yılında sanıklara, 7 sene 6 ay ceza vermiş ve fakat onlar dosyayı bu defa AİHM sine taşımamışlar. Yani 11.Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu kararı ADİL bulmuşlar. Ne diyelim.
SON BİR KONU BDP liler yine alelacele seçimleri boykot etmekten, tüm adaylarını çekmekten söz ettiler. Bunu yapmamalılar. Yapamazlar deyip de kışkırtıcılık yapanlara asla aldırış etmemeliler. Her ne kadar diğer partilerde Kürt adaylar var ise de, gerek Türklerin algısında ve gerekse dünya siyasi algısında Türkiye Kürtlerini temsilde BDP nin önde bulunduğu bir gerçek. Önümüzdeki seçimler sonrasında Kürt sorununun çözümünde çok önemli adımların atılacağı, Anayasanın değiştirileceği bir vakıa olarak karşımızda duruyor. BDP siz bir Mecliste işlerin daha rahat çözüleceğini şahsen düşünemiyorum. BDP: olsun, biz Meclis dışında da kalsak ta, dünya siyasi arenasına fikirlerimizi daha rahat sunma imkanına sahip oluruz diye düşünmemelidir. BDP Meclisi boykot ederse, iyice olgunlaşan barış sürecinin ıskalanmasına sebep olmakla suçlanır. Kabak yine onların başına patlar.