BU MUDUR
Eklenme: 3.09.2012 00:00:00

TBMM si Sayın Başkanı Cemil çiçek Türkiyede terör sorunu ile ilgili olarak 11 Maddelik bir mutabakat metni yayınladı.

Mutabakat kelimesinin anlaşma sağlamak, genel uygunluk bildirimi, uyum içerisinde olmak gibi anlamları var.

Cemil bey yayınlamış olduğu metnin başlığını mutabakat olarak koyarken, baştan itibaren kendisinin barıştan yana olduğunu, sür git savaşın devam etmesinin ülkeye ve kimseye bir yararı olmadığını belirtiyor.

Ben önce yayınlanan bildirinin başlığına takıldım.

Başkan hazırlamış olduğu metne o başlığı koymakla, taraf olarak veya arabulucu sıfatı ile, aralarında anlaşmazlık bulunan kişileri bir araya getirmiş, sorunun barışçı adımlarla çözümü konusunda anlaşma sağlanmış ve atılacak adımlar kararlaştırılmış gibi bir algının oluşmasını sağlamaya çalışmış.

Oysa Cemil bey ne birileri ile bir araya gelip, sorunları konuşmuş ve ne de anlaşmazlık konusu meseleleri konuşmak için masaya oturan taraflara başkanlık yapmıştır.

Bu durumda Cemil bey sorun ile kendi arasında bir iç muhasebe yaparak ulaştığı çözümü mutabık kalınan hususlar gibi görmüş, siyaset ve hukuk literatüründe olmayan yeni bir müesseseyi oluşturma gayretine girmiştir.

Cemil bey elbette Türkiyenin yaşamış olduğu sorunlara çözüm üretmek bakımından, kendi iç dünyası ile sürekli biçimde muhasebeye girişebilir, bu esnada ortaya çıkan fikirlerini, benim bu meselede görüşüm budur diye halkla paylaşabilir. Bunda zerre kadar bir yanlış söz konusu değildir.

Ama yaptığınızın adını mutabakat olarak koyarsanız, kiminle, nasıl, hangi şartlarda ve hangi sonuçlara göre mutabık kaldığınız sorgulanır.

Zira Cemil Bey açıklamış olduğu 11 maddelik mutabakat metninde, samimiyetimle söylüyorum, daha ilk anda, yani metni okur okumaz, hiçbir yenilik bulamadım.

Söylediği şey şu: Silahla bir yere varılamaz. Haklar ve özgürlüklerin genişletilmesi konusunda gerekenler yapılmalı, yerel yönetimler güçlendirilmeli ve Güneydoğu illerinin ekonomik yapısının güçlendirilmesi için büyük gayret içerisine girilmeli.

Peki olay bu mudur? Bu kadar basit midir? Eğer tarihi 15 yıl öncesine taşımak mümkün olsa, Cemil Bey haklıdır.

Cemil beyin kendi iç dünyası ile mutabık kaldığı söylemler bu yönü itibariyle bir kesim için önemli bir aşamadır. Zira yıllarca bu ülkede kimi insanlar, ya bu Kürtler ne istiyor, ülkenin her tarafında evleri yurtları bağları bahçeleri var, istedikleri yere istedikleri zaman gidebiliyor, ticaret yapabiliyorlar, siyasette önemli mevkilere gelmelerinde hiçbir engel yok, Başbakan, Cumhurbaşkanı olabiliyorlar, dillerini konuşabiliyorlar, Türklerden neleri eksik ki, bu tedhişe başvurdular/vuruyorlar/, bunları anlamak gerçekten mümkün değildir düşünceleri ile ortaya çıktılar.

Bunlara verilen cevaplarda;

Kürtler PKK örgütü ve onun eylemleri ile görünür oldular,

Kürt ırkının varlığı kabul edilmiyor, dağda karlarda yürürken ayakkabılarının çıkarmış olduğu kart Kurttan ötürü bunlara daha nazik deyimi ile Kürt denmiş, bunlar Türklerin dağda yürüyen kardeşleridir deniliyordu, örgüt bu saçmalığı kabul etmedi, eylemleri ile Kürtlerin de diğer uluslar gibi ayrı bir ulus olduğunu kabul ettirdi.

Ancak Kürtler hala kendi lisanları ile eğitimlerini yapamıyorlar.

Anayasal vatandaşlık hakları olsun kabul edilmemiştir.

Türkiyede yaşayan en etkin Türk Ulusu ile aynı statüde sayılmıyorlar.

Kürtler Türkiyenin hiçbir resmi metninde, Anayasasında, Kanunlarında, Tüzük, Yönetmelik ve diğer resmi mevzuatında kendilerinden bahsedilen bir ulus değildir.

Verildiği söylenen kimi haklar yasal çerçeveye oturtulmamıştır.

Kimi idari kararlarla sağlanan hakların hiçbir güvencesi yoktur.

Son zamanlarda söylendiği gibi eğer Kürtler bir Ulus olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tanınmış ise, bu ulusun kendi hakları bakımından atacağı adımları neden sana sormak mecburiyeti var.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük korkusu olan bölünme, ayrı ayrı Devletlere ayrılmayı Kürtler artık istemiyor olmasına rağmen, aynı vatan topraklarında barış içerisinde yaşamak, kimliklerinin tanınması, buna ait hakların Anayasal teminat altına alınması, Türkiye topraklarında Türkün olduğu kadar Kürdün görünür hale gelmesi isteği neden bir başkasının himmetine bağlı?

Bunlar yapılmadığı için terör azgınlaşıyor.

Terör azgınlaşınca Devlet; şehit cenazeleri Anadolunun dört bir yanına geldiği sürece bu konular konuşulamaz diyor, yani dam üstünde saksağan vur beline kazmayı anlayışı sür git devam ediyor.

PKK nın ve ona destek verenlerin nihai hedefinin ayrı bir Devlet kurmak olduğu, en azından özerk bir Cumhuriyet haline gelmek istedikleri, hayır biz bu işlerden vazgeçtik deseler de, elbette kimse tarafından inandırıcı bulunmuyor.

PKK nın ve ona müzahir olanların zevahiri kurtarmak ve terörün meşruluğunu ortaya koymak bakımından, gördünüz mü, biz devlet kurulmasından vazgeçtiğimiz halde, hiçbir hakkımız verilmiyor, o halde biz de haklarımızı zorla almaya çalışırız, eylem yapmayı haklarımıza ulaşmak için bir zemin olarak kullanırız demelerine karşılık olarak Türkiye, iki şey yapabilir.

Bunlardan birincisi bugüne kadar devam eden terör eylemlerine aynı ile karşılık vermek ve savaşa devam etmek, ikincisi ise, bir taraftan terör ile mücadeleye devam ederken diğer taraftan onların ne dediğine bakmadan bu ülkede yaşayan tüm ulusların haklarının Anayasal güvenceye alınmasını sağlamaktır. Ben bu işin hallinde üçüncü bir çözüm yolunu gerçekten görmüyorum.

Geçenlerde Milli Savunma Bakanımız İsmet Yılmaz bey yapmış olduğu açıklamada, PKK nın dağda sürekli olarak 5 bin kişisinin varlığından söz ediliyor. Bu güne kadar 40 ila 50 bin arasında insan hayatını kaybetmiş. Örgütün kaybı askere göre 8 kat daha fazla. 5 bin asker ve polis hayatını kaybetmiş ise, örgütün kaybı 40 bin, demek ki biz PKK yı tam sekiz kez mağlup etmişiz, demiş.

Matematik yalan söylemez, gerçekten gerilla savaşlarında bu oranlar tam tersinedir. Burada PKK nın ciddi bir literatürel kaybının olduğunu söyleyebiliriz. Fakat 40 bin kişinin kaybına rağmen, örgütün hala dağda 5 bin kişisinin olduğundan söz ediyorsak, burada her iki tarafın da paradoksal bir yanlış içerisinde olduğu ayan beyan ortaya çıkıyor.

Yani ülkem insanı kazananı olmayan bir savaşta kan gölünde debelenip duruyor.

PKK nın kaybına bakıldığında; dünyada gerilla savaşı veren örgütler içerisinde, en mağlup kuruluşu olduğu ortaya çıkıyor.

Ama Gaziantepte gerçekleştirilen katliamlar, Türkiyenin sinir uçlarına sonsuzca dokunulmasını ortaya koyması açısından, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de iyi bir kazanca sahip olmadığını gösteriyor.

Bu bağlamda PKK bütünü ile yok edilse bile, ki bunun mümkün olmadığını Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan kişiler de açık olarak söylediler, sivil siyaset alanında, şu anda bunlara İslami kesimin radikal siyaset mensupları da katılmıştır(Nur Cemaatleri Hariç), Kürt sorunu, Kürtlerin görünür olma talepleri Anayasal zemine oturtulmadan bitmeyecektir.

Kürtlerin Anayasal zeminde kendilerine yer bulmalarının temini bugün yarından daha kolaydır. Giderek kaymakta olan bu zemin elden çıkarsa, göçük altından Anayasal haklar da çıksa hüsnü kabul görmez diye düşünmekteyim.

2004 yılında Türkiyede örgütün kendi ateşkesi devam ettiği için, terör yoktu. Ama yukarıdaki fikirlerimi Antalyada Devletin zirvesine hem toplu oturumda, hem de özel mahiyette ifade ettim.

O zaman da Cemil Beyinkine benzer karşı çıkışlar oldu ve daha ne istenildiği soruldu.

Cemil bey bunları 2014 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için ileri sürdü denilince, ben özel hayatımda çok dolmuşa bindim, ama siyasi hayatımda hiç dolmuşa binmedim demiş. Cemil bey elbette Türkiyenin birlik ve bütünlüğü söz konusu olduğunda ruhu titreyen insanlardan biridir. Amma gerçekçi çözüm üretmeyen ve en az 15 yıl geride kalmış olan görüşleri, bırakın ruhun titremesini, ruhun candan çıkışına namzettir.

Evet Cemil Bey zeki bir politikacıdır. Onun binmediği dolmuşta millet geziyor ve biri birlerine Ya şimdi dolmuşa biz mi bindik diyorlar. Milletin kaderi bu, hiç dolmuştan inmediler.

Dedikodudan geçilmiyor.