Tevhidi imani, tevhidi kulübü ister ve vahdeti itikat dahi vahdeti ictimaiyyeyi iktiza eder diyen, Bediüzzaman, inanç birliğinin gönül ve duygu birliğini doğuracağını, bunun da sosyal hayatta da birlik ve beraberliği getireceğini belirtiyor.
Bediüzzaman İslam kardeşliğinin önemini Uhuvvet Risalesinde şu ifadelerle anlatıyor : "Eğer muhabbet(sevgi), kendi esbabının(sebeplerinin) rüçhaniyetine(üstünlüğüne) göre bir kalbte hakikî bulunsa, o vakit adâvet(düşmanlık) mecazî(gerçek dışı) olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mümin, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle(baskı yaparak) değil, belki lütufla(merhamet ederek) ıslahına çalışır. Onun için, Nass-ı hadisle, "Üç günden fazla mümin mümine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek(konuşmayı kesmeyecek)."
Eğer esbab-ı adâvet(düşmanlık sebepleri) galebe çalıp(üstün gelse), adâvet(düşmanlık) hakikatiyle bir kalbte bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu(yapmacık) ve temellük(hüküm altına alma) suretine girer.
Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mümin kardeşine kin ve adâvet(düşmanlık) ne kadar zulümdür. Çünkü nasıl ki sen adi, küçük taşları Kâbeden daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhuddan(uhud dağından) daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud(Uhud dağı) azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye(İslami Vasıflar) muhabbeti(sevgiyi) ve ittifakı(birlik ve beraberliği) istediği halde, mümine karşı adâvete (düşmanlığa)sebebiyet veren ve adi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı(kusurları, hataları) iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.
Evet, tevhid-i imanî(İmanda birlik), elbette tevhid-i kulûbu(kalplerde birliği) ister. Ve vahdeti itikad(İtikatta birlik) dahi, vahdet-i içtimaiyeyi(İctimai meselelerde birliği) iktiza eder(gerektirir). Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta(bağlılık) anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne(kardeşçe) bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne(kardeşçe) bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye(Allah C.C. nun isimleri sayısınca) adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları(birlik,beraberlikbağları)ve uhuvvet(kardeşlik) münasebetleri var.
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız(yaratanınız) bir, Mâlikiniz(sahibiniz) bir, Mâbudunuz(İbadet ettiğiniz Allahınız) bir, Râzıkınız(Size rızkınızı veren Rabbiniz) bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak(çatışma) ve nifâka(ayrılığa), kin ve adâvete(düşmanlığa) sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mümine karşı hakikî adâvet(düşmanlık beslemek) etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf(hafife alma, alaya alma, önem vermeme, tercihlerini küçümseme) ve o münasebât-ı uhuvvete(kardeşlik ilişkilerine) karşı ne derece bir zulüm ve itisaf(haksızlık, doğru yoldan çıkma) olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın."