İkinci dünya savaşı sonrasında/1947/ yılında ABD devlet başkanı Marshall parlamentoda bir konuşma yaptı. Marshall bu konuşmasında ekonomisi gelişmekte olan ülkelere maddi yardımda bulunulmasına karar verildiğini belirtti. İsteyen ülkelerin bu yardımlardan istifade edebilecekleri karara bağlandı.
Türkiye Marshall yardımını kabul eden 16 ülkeden biri oldu.
Doğu Avrupa ülkeleri bu yardımı almayı kabul etmediler.
Marshall yardımını almayı kabul eden Türkiye ve Yunanistan, 8 Eylül. 1952 tarihinde eş zamanlı olarak, NATOya kabul edildiler.
Marshall yardımını 1974 yılına kadar almayı kabul eden Türkiye, siyasi, iktisadi, ticari, sosyal açılardan gerçek bir kırılma yaşadı.
Bu yardımlar sebebiyle NATOnun doğu kanadını 1 Milyon Asker besleyerek koruma altına almak mecburiyetinde kalan Türkiye, yıllar yılı gerçek bir yıkım yaşadığının farkında olmadı.( Hala bir milyona yakın asker besliyor, bu hantal yapıyı sürdürmek için on binlerce asker patates soyup, soğan doğruyor.)
Nasıl olsa ABD den her yıl 750 Milyon dolar/sonraları bu 300 milyon dolara kadar düştü/ gelirimiz var aymazlığına kapılan yöneticilerimiz, halkın gücünü, enerjisini, harekete geçirmek yerine, atıl vaziyette durmayı, verilen emir ve talimatları yerine getirmeyi kendilerine vazife bildiler.
Türkiye demokrasi ile idareye ediliyor ve komünist Rusya rejimine karşı hem kendisini ve hem de Batı dünyasını güya koruyordu.
Askeri anlamda Türkiye batı dünyasına gelecek bir Rus saldırısına karşı kalkan olmuştur, ama bunu demokratik bir yönetim biçimine sahip olduğu için sağlamış değildir.
Bu süreçte(yani 2002 rejimi ile oluşan Hükümet ve Parlamento kurulana kadar)
İsmi demokrasi olup, tam bir komünist/faşist karma sistemi ile idare edilen ülke hangisidir denildiğinde, bunun cevabının Türkiye olacağını tarih kaydedecektir.
2002 yılına kadar ekonomide komünist, yönetimde faşist diktatörlerin görev aldığı bir Türkiye manzarası gerçekten korkunçtur.
Türkiye halkı 2002 yılında yapılan genel seçimlerle yönetime el koymuş, ülkeyi faşist ve komünist diktatörlerin pençesinden çıkarmıştır.
HİÇ AMA HİÇ UNUTMAYALIM.
1 MART 2003 TARİHİNDE, ABD NİN TÜRKİYEDEN İSTEDİĞİ KARA VE HAVA ALANLARINI IRAKA MÜDAHALE İÇİN BANA AÇ VE BENİM YANIMDA SAVAŞA KATIL İSTEĞİNİ İÇEREN TEZKERENİN TBMM SİNDE REDDEDİLMESİ, ÜLKENİN HER ALANDA BAĞIMSIZLIĞININ MİLADI OLMUŞTUR.
1 Mart Tezkeresinin reddi ne kadar önemli ise, benzeri bir yapılaşmaya imkân hazırlamak için 27 Nisan 2007 yılında dönemin genelkurmay başkanı yaşar büyükanıtın internet üzerinden yayınladığı tezkereye hükümet sözcüsü Cemil Çiçek Beyin yaptığı açıklama, o kadar önemlidir.
Zaten bu açıklama üzerinedir ki, halk kendi iradesine konulmak istenen ipoteğe samimi bir duruşla karşı çıkmış, eylemi yapanların hayal edemediği biçimde % 47 oy ile Ak Partiyi yeniden iktidara taşımıştır.
Faşist /diktatör/ emperyalist yönetim biçimini sürekli olarak ülkeye dayatıp, her istediklerini paşa paşa kabul ettirmeyi alışkanlık haline getirenlerin büyük çabaları, Abdullah Gül beyin Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyemedi.
Son bir çare olarak Ak Partinin kapatılmasına denediler. Hiç kuşku yok, Allah onların bu isteklerini akim bıraktı.
Cumhuriyet kazanımlarının halkın demokratik tercihlerinin sonucu kendi öz temsilcilerinin eline geçmesi, Ergenekon oluşumunun fahş olmasını ve emperyalist kölelerin cezaevlerine girmesini sağladı.
HALKIN O BÜYÜK DİRENİŞİ, O BÜYÜK KAVGASI, O BÜYÜK VARLIK MÜCADELESİ.
YANİ
REFERANDUMDAN YÜZÜNÜN AKI İLE ÇIKMASI, FAŞİST EMPERYALİSTLERİ GERÇEK MANADA HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATMIŞ BULUNUYOR.
Şimdi her ne kadar inkâr etseler de, 12 Eylül 1980 muhtırası verildiğinde Pentegonda "BİZİMKİLER BAŞARDI" diye kadeh kaldıranlar, acaba bu ülkede ne tür bir demokrasiyi özlüyorlardı. Veya onların demokrasi diye bir dertleri var mıydı? İşte bu soruların cevabı yarın ki yazıda.