Uğur Dündara verdiği mülakatın kısa bir bölümünü izleme imkanı bulduğum röportajında Deniz Ülke Arıboğan Hanımefendi, PKK nın hiçbir zaman bitmeyeceğini, çünkü bu tür örgütlerin dünya çapında ün yapan aynı zamanda taşeron örgütler olduğunu, Kürt sorunu bitse bile, bunlardan ayrılacak bir gurubun Türkiyeye karşı hasmane tutum içerisinde bulunan kişi, kuruluş ve devletler tarafından kullanılabileceğini söyledi.
Olaya şöyle bakalım.
"Gürültüden kimse anlamıyor ama bilek güreşi pata bitmiştir" başlıklı makalemde belirttiğim üzere, PKK nın mücerret bir terör örgütü olmanın ötesinde dünya kurtuluş mücadelesi veren örneklerinde olduğu gibi, etnik bir yapının inkârına karşı çıkan "özgürlük" yapılanması olduğu bugün daha net biçimde ortaya çıkmıştır.
Örgüt benim zihni yapıma ve inancıma asla uygun olmayan bir anlayışla öldürerek kendisini ispata çalıştı, çalışıyor. PKK örgütü Marksist-Leninist bir yapılanmadır.
İdeallerine ulaşmak için bu inanışın kurallarını kullanmaktadır.
O açıdan öldürürken veya ölüme giderken gütmüş olduğu felsefe "var olanla" ilgilidir.
Hayat var, devam ediyor.
Eğemen güçler bu hayatın bütün değerlerini ellerine geçirmişler, hükümranlık kurmuşlar, maddi ve kültürel yönden kendilerini sürekli yüceltirken, başkalarını ezmiş, reddetmiş, inkar etmiştir. O/eğemen güç/ kendisi için istediğini başkası için asla istememekte, eğer bunu yaparsa, gücünün doruklarından aşağıya yuvarlanacağı korku ve kuşkusunu yaşamaktadır.
Buna göz mü yumulacaktır, yoksa karşı mı konulacaktır?
30 senedir yaşadığımız hadiseler, bu ülkede önemli bir kesimin olan bitene göz yummasının, gözünü kapatıp, dünyayı kendisine zindan etmesinin mümkün olmadığını ortaya koymuş ve mücadeleye başlamıştır.
O işe başlarken kendisine şu soruları sormuştur. Mücadele nasıl olacak, onun yaptığı haksızlıklara karşı nasıl durulacak ve bu işin yol ve yöntemi ne olacaktır.
Yerinde durmak, sabretmek, fikren karşı koymak, gücün tükendiği anlarda Allahın yardımını beklemek, bir kötülük gördüğü zaman ona eliyle müdahale etmek, buna gücü yetmiyorsa dili ile karşı koymak, buna da gücü yetmiyor ise kalbi ile buğz etmek Marksist-Leninist örgütlerin felsefesine terstir. Hele bu örgüt bir de kapitalist bir yapılanmaya karşı mücadele ediyor ise, gözü kuvvetten/şiddetten/ başka bir şey görmez.
Çünkü karşısına dikildiği kapitalist yapılanma da yukarıda varlığını devam ettirir iken, bir başka güce, yani paraya dayanmaktadır. O da elindeki para ile, yani dünya hükümranlığı ile kendisine mensup gurup ve kuruluşların/bazen ailelerin bile/ hakkını her şeyden üstün tutar, gücü/parayı/ en büyük pagan haline getirir, buna boyun eğmeyenleri kurduğu her türlü teşkilatı ile/asker, ordu, mahkemeler, emniyet güçleri, bankalar, siyaset kurumları, siyasi partiler, hapishaneler, işkence haneler/ ile yok etmeye çalışır.
Marksisit-Leninist inanışın temelinde bir hakkı kabul ettirmek için nasıl güce ihtiyaç duyuluyor ise/buna şiddet veya terör diyorlar/ karşı durduğu Kapitalist inanışın temelinde de bir başka ama daha örgütlü bir değil, birçok güç vardır.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra çıkarılan Takriri Sükun kanunları, İstiklal Mahkemeleri, TCK na konulan eski 141, 142, 143 ncü maddeleri ile 163.madde, oluşturulan kapitalist mabede karşı "DÜŞÜNCEYİ" /dikkat edin eylemi değil/ yok etmek ve yıllar süren mapushane damlarında insanları çürütmek için kullanıldı.
Ortaya çıkan her türlü fikri bastırmak için birçok kez Sıkıyönetim ilan edildi, ihtilaller yapıldı, insanlar dünya tarihinin ender kaydettiği biçimde işkence hanelerde hayatlarını kaybettiler. Bu yönetimin sahipleri insanların kafasına birer kurşun sıkarak, eziyet çektirmeden öldürmek var iken, bu kadarını bile insanlara çok gördüler, kölelerini Filistin askılarında, tırnakları çekilirken işkencelerle ölüme yolladılar.
Güçler mücadelesinde tarafların çıkardığı gürültü bir yana, daha önce de belirttiğim üzere bilek güreşi pata bitmiştir.
Eğemen güç, her şeyi göze alan bir başka güç karşısında işin doğrusu zora girmiş, daha fazla mücadelesinin kendi beklediği, umut ettiği sona ulaşmasını imkansız kıldığını anlamıştır.
Bu zor karşısında, hasmını kabul etmiş, sahibi olduğu gücü paylaşabileceğini ihsas etmeye başlamıştır.
Eğemen güç, halkın iradesi ile iş başına gelen şu son 10 yıllık iktidar erkini ellerinde bulunduranların "iyiniyeti" ile terbiye edilmemiş olsa idi, bu ülkede sürgit savaşın devam edeceğini beklemekten başka çaremiz kalmayacaktı.
Bu terbiye, bu anlayışın, sisteme hakim olmasından sonradır ki/Ergenekoncuların yargılanmaya başlaması ve bütün ele başı konumunda olanların Türkiye tarihinde bir ilk olarak hapishaneye düşmesi/ merhamet kanallarının açılmasına ve karşılıklı kanlı katliamın nasıl sona erdirileceğinin görüşülmesine imkan vermiştir.
Türkiye farkında mı değil mi bilmiyorum, hemen hepimizde oluşan yeni Anayasa yapma isteği, bu ülkede 30 yıl süren savaşın nasıl bitirileceğine olan büyük ihtiyaçtan doğmuştur.
Yapılacak yeni Anayasada kendilerini ifade etme imkanı bulacak Kürtlerin silahı bırakacakları kesindir. Çünkü hem kabul görüp, hem de silahlı mücadeleyi sürdürme kararı vermeleri halinde, kimsenin telafi edemeyeceği büyük kayıplar meydana gelir. PKK kendi içerisinde çeşitli klikleri barındırmış olsa da,Suriyede Türkiyedekinin yüzde birine bile sahip olmayan Kürtlerin, bu mücadelelerini Suriyede sürdürmeyerek gelip Türkiye aleyhine kandilde kamp kurmaları, silahlı çatışmalara girmeleri, keza İrani unsurların aynı yönde gayretleri gibi, Kandilde Türkiye ile barış yapmak isteyen Türkiye Kürtlerine karşı koyacak güçleri yoktur. O açıdan Türkiye ile barışmaya Türkiye Kürtleri karar verecektir ve onların vereceği karar kesin hüküm doğuracaktır.
Bundan sonra Türkiye ile savaşı göze almayan hiçbir komşu ülke, Kandildeki gibi bir yapıyı ülkesinin topraklarında oluşturamayacaktır.
Türkiyenin bu bağlamda en büyük meselesi, bir şekilde ABD nin işgali altında bulunan Irakın topraklarında PKK nın barınma imkanı bulmasıdır. Bir anlaşma ile Kandil boşaltılacak olur ise, kanaatim o ki, Kuzey Irak Kürt yönetimi bir daha böyle bir oluşama izin vermeyecektir, veremez, aksi durum kendisi ile Türkiyenin doğrudan savaşı göze alması anlamına gelir.
Sözün sonunda tabiî ki sözün başına dönmem gerekiyor. Türkiye yapacağı yeni Anayasada, hiçbir yere atıf yapmadan herkesin kendisini ifadede güçlük çekmeyeceği tarzda Anayasal vatandaşlık hakkını temin eder ise, ülkeyi bölünme ile yüz yüze getiren, global çaplı bir eyleme tanık olmaz, ufak çaplı bireysel tedhiş eylemlerini bu ülke insanı tükrüğü ile boğar. Ve Deniz Hanımın görüşünün aksine, terör kısa sürede biter, geçmişte yaşananlar herkesin başını önüne eğdiren acı bir hatıra olarak kalır.