DİYARBAKIR İMAM HATİP KÜRT/İSLAM SORUNUNU KONUŞTU
Eklenme: 18.02.2013 00:00:00

Siyasetçiler, bilim adamları, akademisyenler, en büyük bankacılar, Avukatlardan müteşekkil Diyarbakır İmam Hatip Okulu mezunlarının bu hafta Ankarada bir toplantıları oldu.

Saat 19.00 da başlayan yemekli toplantı tam 5 saat sürdü.

Öncelikle bu kadar entelektüeli yetiştirmiş bu okulu kutlamak lazım.

Bizden sonraki dönemi bilmiyorum, ama yıl 1963, Diyarbakır İmam Hatip Okulunun yurt binasının ön kısmında bulunan oval havuzun başında arkadaşlar ile oturmuşuz. Ben henüz 12 yaşındayım. Bizden daha büyük yaşta olan Ağabeyler bu meseleyi konuşuyorlar. Kürtlerin haklarının yenildiğinden, dillerinin yasaklanmış olmasından, Türkülerini dinleyememekten şikayet ediyorlar.

Yaz mevsimi hava sıcak, ama biraz sonra güneş batınca Diyarbakırın o kendine has meltemi esecek ve biz el radyolarından kısa dalga bilmem kaç kilo hersten yayın yapan Erivan radyosunu dinleyeceğiz. Sanki yerin binlerce kilometre derinliğinden gelen o ince, tiz, insanın içine işleyen ağıtlar hüznümüzü, kederimizi daha da arttıracak.

Yıllar geçti, sorun PKK ile ete kemiğe büründü. İyimi oldu, kötü mü oldu, işin doğrusu bilmiyorum. Ancak insanların ölümü gerçekten çok kötü oldu. Yani sorun mu insanların ölümünü beraberinde getirdi, yoksa ölüm mü sorunu dişe dokunur kıldı, pek farkında değilim. Yalnız bir vakıa var, gelişmelerle ölümler de, sorun da pik yaptı.

Soruna İslam Kardeşliği açısından da, Pozitivist LİBERAL açıdan ve Nasyonal Sosyalist yönden de yaklaşanlar oldu.

Fakat hangi açıdan değerlendirilir ise değerlendirilsin, birinci dünya harbi ile orta doğunun kabul edilemez, içe sindirilemez biçimde parçalanmış olduğu ve Kürtlerin uluslaşma sürecini yaşamadan yeniden bir büyük ideal birlikteliğe girme mecburiyeti ile karşı karşıya kaldıkları ifade edildi.

Batı ulusları birinci dünya harbi öncesinde elde ettikleri büyük silah gücünün sınırlarının nereye kadar uzanacağını şehevi bir hırs halinde test etmek istiyorlardı. Almanyanın öncülük ettiği bu hareket, Osmanlının /artık olabildiğince hantal hale gelen/ gücünü de yanına alarak bir dünya devleti olmak istiyordu.

Savaşta Almanya ve tabii Osmanlı yenildi.

Bu savaş sonrasında batılı müttefikler esas darbeyi orta doğuya vurdular. Kürtleri dört ayrı ülke toprağında bırakmak suretiyle, ana damarların biri biri ile irtibatını kesmeye çalıştılar.

Türklerin, İranlıların, Arapların arasına bir majino hattı oluşturdular.

Bu hat hem ana damarların biri biri ile irtibatını kesmeye, hem de hat içerisinde kalanların, haklarının zamanla ne olacağını gündeme taşıyarak, yadsınmaz, ama içinden de çıkılmaz bir sorun yumağı haline getirmeyi amaçladı.

Türkiye örneğini ele alalım.

Birinci dünya harbinden sonra ulus devlet anlayışı ile Türklere kurdurulan Cumhuriyet, Kürtler üzerinde her türlü melaneti işlemekten bir adım geriye atmadı.

İnsan olmanın gereği olarak, yadsınmaz, inkar edilmez, şahsa sıkı sıkıya bağlı, devredilmez, pazardan satın alınmaz, pazarda satışa çıkarılmaz haklarını gündeme taşıyanlar, ülkenin hemen her yerinde kıtale/öldürülmeye/, tenkile/yerinden yurdundan kovulmaya/ maruz bırakıldılar. Şeyh Said İsyanı olarak nitelendirilen kalkışmada öldürülenler, meydanlarda idam sehpalarına yollananlar, Dersim katliamlarında hayatlarını kaybedenler, Zilan deresinde jenoside maruz kalanlar ve henüz rüşeym aşamasında kimi taleplerle ortaya çıkanların Diyarbakır Cezaevinde uğradıkları kıyım sorunun ana kaynağını oluşturdu.

Kuzey Irak Kürdistanında Molla Mustafa Barzaninin nerede ise 100 yıllık mücadelesinde yaşananlar, Suriye/Rojava/ da Kürtlere bugüne kadar vatandaş muamelesinin reva görülmemiş olması ve İranda Senandej yöresine Kürdistan ismi verilmiş olmasına rağmen, hala Kürtçenin öğretilmesi konusunda bir adımın atılmaması, bu halkın görüldüğü üzere hem yaşadıkları ülkelerle sorunlarını olabildiğince büyüttü ve hem de komşu dört ülkenin biri birleri ile olan münasebetlerinde ayıklanması zor beyaz pirinç taşları haline geldi.

Sorunun Türkiye merkezli olarak görüldüğü ifade edilse bile, asıl mesele, dört parçaya ayrılmış ve dört ayrı ülkeye dağıtılmış olan Kürtlerin yapay sınırlarla, hayatlarını/varlıklarının/ devam ettirilip ettirilemeyeceği üzerinde odaklanıyor.

Birinci dünya harbi sonucunda oluşturulan bu yapay sınırlar ortadan kaldırılabilecek mi, ortadan kalkması halinde ortaya ayrı bir devlet oluşumu mu çıkacak, Türkler, Araplar, İranlılar bu yeni oluşumu hazmedebilecekler mi, yoksa, ortaya çıkması muhtemel bu yeni oluşum Türkiyenin denetimine mi verilecek, eğer öyle olursa, Türkiye bu büyük sofradaki nimeti hak ve adalet ölçüleri içerisinde eşit biçimde pay etmeyi başarabilecek mi? Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin perde arkasında aslında bunlar mı konuşuluyor, Türkiyeyi bölmek gayesi ile ortaya çıkan Abdullah Öcalanın Ulusçuluk büyük bir zehirmiş, ben bunu geliştirmiş olduğum yeni pratiklerle çok iyi anladım sözü bu anlamamı geliyor, diye koca koca görüşler ortaya atıldı.

Konuşmaların satır aralarında hepimiz Sayın Başbakanın sadece Türkiyeyi kapsayan değil, aynı zamanda ortadağudaki Kürt ve Arap Coğrafyasına yönelik adımlarını/atılımlarını/, ümmetin hak ve hukukunu adalet ölçüleri içerisinde sağlamayı amaçlayan tutumuna/LİDERLİĞİNE/ atıfta bulunan sözler sarf etmişiz.

Dünyanın, oluşan yeni güçler dengesinde, huzur içerisinde yaşamak istiyor ise, batıya yönelen doğunun güç birliğine büyük ihtiyacı var. Sayın Başbakanın bu alandaki liderliği, her zaman kör inadından vazgeçebileceği yolunda esnekliğini ortaya koyan Abdullah Öcalanın barış elini ters yüz etmeyecektir. Zaten o sebeple değil mi ki, siyasi hayatıma, hatta canımıza da mal olsa, bu yoldan geri dönmeyeceğiz diyor Sayın Başbakan.

Devlet idaresinde liberalizme önem verilmesi, serbest düşünce önündeki engellerin kaldırılması, hürriyet, özgürlük, çok kültürlülük, engelsiz, hailsiz eğitim hakkı, sağlık güvencesi, bireyin devlete karşı korunup kollanması, ceberrut siyasi yapılanmaların sona erdirilmesi, seçim sisteminin değiştirilmesi, dar bölge esasına göre Milletvekillerinin seçimi, yeni Anayasanın yapılması gibi konulara da aralarda değinildi.

Sohbetin koyulaştığı anlarda bir siyasimize sen artık beyaz Kürt olmuşsun bile dedik ve hep birlikte güldük.

Yediklerimi de söyleyeyim de içimde kalmasın.

Taze balık çorba, lahana sarma, soğanlı çoban et köftesi, kılıç balığı, salata, ayva tatlısı, kabak tatlısı, şekerpare, çay, kahve. Valla meyve yohti.