Sayın Başbakanın siyasi hayattan silinip gitmeme de sebep olsa, hatta hayatım pahasına da olsa bu sorunu çözmek istiyorum dediği basına yansıdı.
Kürt sorununun çözümünde bir fani için bundan daha büyük fedakarlık elbette beklenemez.
Türk siyaseti açısından 1991 yılında Diyarbakır Eski Belediye Binasının Balkonundan Kürt Sorununu biliyorum ve bunun çözümü için elimden gelene yapmaya hazırım sözlerini eski Başbakanlardan Süleyman Demirel, yanında Erdal İnönü olduğu halde söylemiş ve bu alanda en önemli adımlardan birisini atmıştı. Bendeniz bu sözlere tanıklık etmiştim.
Demirel o günlerde Erdal İnönünün SHP si ile ortak hükümet kurmuştu.
Bu konuşmalara tanıklık eden ben ve arkadaşlarım, Süleyman Demirelin bu söyleminde sosyal demokrat Erdal İnönünün etkisi var diye düşünmüştük.
Sözler söylemde kaldı. Bu beyanların üzerinden iki yıla yakın zaman geçtiği halde hiçbir şey yapılmadı, en küçük bir adım bile atılmadı ve bu sebeple o söylemin ne anlama geldiğini bugüne kadar kimse anlamadı.
Zaten bu sözlerin üzerinden çok geçmeden, yani 1993 yılında Özalın rahmetli olması üzerine, Demirel Cumhurbaşkanı seçildi. Seçiliş o seçiliş. Demirelin demokrasi adına, insan hakları adına, bütün karizması!!! bir anda yerle bir oldu.
Aslında İnsanlar, narsist, ben merkezli siyaset anlayışının en belirgin özelliklerini Demirelin taşıdığına, bu dönemde yadsınmaz biçimde şahit oldular. Bir şey Türkiyenin zararına da olsa, eğer Demirelin yararına ise, Demirel için hoştu, güzeldi. Amma bir şey Demirelin o an için özel yararına değilse, ülkenin hayrına da olsa önemsizdi, değersizdi.
28 Şubat süreci şimdi yargı merceği altında. Onlarca general tutuklu ve bugün gelen haberlere bakılacak olur ise, 5 en üst düzey emekli subay ifade vermek üzere ifadeye çağrılmış bulunuyor. 28 Şubat sürecinde alınan bütün kararlarda Cumhurbaşkanı sıfatı ile imzası bulunan Demirel, sanki soruşturmalardan sıyırmış gözüküyor. 28 Şubatçıların yapmış olduğu her şeyden haberdar olan, Batı çalışma Gurubunun yaptığı melanetleri bilen ve karşı koymamak suretiyle onaylayan Demirel, bu gün yerinde paşa paşa oturuyor.
Aslında yazımız Demirel üzerine değil. Sadece yeri geldi, değinildi.
Demirelin 1991 yılındaki o söyleminden sonra Devlet adına ilk en büyük açıklamayı, 2005 yılı Ağustos ayında TOKİ konutlarının teslimi sırasında Diyarbakırda ben Kürt sorununu tanıyorum ve sorunun çözümü için elimden geleni yapmaya söz veriyorum sözü ile Sayın Başbakan yaptı.
Sayın Başbakanın söyleminin sözde kalmadığını vicdanı olan herkes kabul eder. Zaten yapılanların mazide bir hatıra gibi kalması ve bu tavırla sanki hiçbir şey yapılmamış havası verilmesi, Sayın Başbakanı derinden üzüyor. Üzülmeye gerek yok Sayın Başbakanım insan zayıf yaratılmıştır, mala mülke düşkündür, iki vadi dolusu altın verilse bir üçüncüsünü ister diyor Peygamberimiz.
Ama olağan üstü halin kaldırılması, DGM lerin kapatılması, yol kontrollerinin sıfıra müncer hale getirilmesi, işkenceye sıfır toleransla, Türkiyenin işkence yapan ülkeler safından çıkarılması, işkencecilerin suçlarının zaman aşımına uğramaması konusunda yasal düzenleme, cezaevlerinde tek tip elbise giyimine son verilmesi, cezaevlerinin ceza çekmenin ötesinde ayrıca işkencehane olarak kullanılmasının engellenmesi, önce iki saat Kürtçe yapılan yayının daha sonra özel Kürtçe yayın yapan kanala dönüştürülmesi, Üniversitelerde Kürdoloji Enstitülerinin kurulması, isteyenlere ilk öğretim kurumlarında Kürtçe dersinin öğretilmesi, Büyükşehir Belediyelerinin statülerinde yapılan değişikliklerle, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, OSLO görüşmeleri ve eli kanlı katil v.s gibi banal değerlendirmelerin dışına çıkarak, İmralı ile yapılan görüşmeler, Türkiyenin hayal bile edemeyeceği adımlardı.
Gerek Oslo görüşmeleri ve gerekse Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle daha ileri adımların atılabileceğini herse görüyor.
Dördüncü Yargı Paketinde getirilen ve KCK tutuklularının tamamın salınmasını sağlayacak yeni düzenlemeler, hep barış için atılan çok, ama çok önemli adımlardır.
Abdullah Öcalan ile yapılacak görüşmelerde BDP kanadından gidecek kişiler konusundaki spekülasyonları hiç mi hiç önemsemiyorum. Bu hususta çok rahat bir çıkış kapısı bulunacaktır. Hem zaten BDP şimdiye kadar İradesi, İrademizdir demiyor mu idi. Tabii bununla BDP nin kişiliksizleştirilmesi gibi bir algıya kapılması son derece yanlıştır. Bu arada BDP eş başkanı Selahattin Demirtaşın İmralıya gidişinde biri sorun olduğunu da düşünmüyorum. Sayın Başbakanın, BDP eş başkanı Gültan Kışanakın Hakkari yolunda örgüt mensupları ile öpüşmesine koyduğu rezervi, BDP niye garip karşılıyor, Onun Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak kimi hassasiyetlerini neden görmezden geliyor, doğrusu anlamak kolay değil.
Bütün bu söylenenlerden şunu kast ediyorum. Pek tabii herkes bu olayda samimiyet testinden geçiyor. BDP ben paçayı sıyırıp dereyi geçeyim, hükümetin ne hali varsa görsün dememesi gerekir. Ak Parti Hükümeti ve Sayın Başbakan elini taşın altına koymuş. Ama Türkiyede Ak Partiye oy vermeyen değişik kitleler var. İsimlendirmeyeyim ama bu meselede Kürt ve Türk kesiminden Sayın Başbakanın başarılı olmasını istemeyenler var, CHP var, MHP var, BBP var. Ve bunlara oy veren büyük kitleler var.
Bu itibarla Ak Partinin bir taraftan BDP tarafından ve diğer taraftan Ana Muhalefet ve diğer muhalefet partileri ve müntesiplerince bir cendereye konulup sıkıştırılması doğru değil. Mühim olan barışın gelmesidir. Barış gelsin de tek bizim ismimiz konuşulmasın, ne ehemmiyeti var. Duruşumuz yeter.