EN GÜZEL ASKER MİLLİ İRADEYE BAĞLI OLAN MI YOKSA SABAH AKŞAM LAİKLİK DİNCİLİĞİ ADINA DARBE YAPMAYA KALKAN MI? HANGİSİ?
Eklenme: 7.05.2012 00:00:00

Türk Yargı sisteminin üç önemli sac ayağından birisi olan Baroların( Avukatların bütününü temsilen Baro Başkanlarının) yargıya intikal eden davalarda KURUMSAL nitelikte TARAFGİR açıklamalar yapmaları asla doğru değildir.

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal MİLİTER KEMALİZM söyleminin sahibi olarak, bu ülkede DARBE ve DARBECİLER le ilgili davalarda kendisini tam da SANIKLAR yerine koymuş, onlarla ilgili yapılan her hukuksal işlemi eleştirmeye başlamıştır.

Ümit beyin bir Avukat olarak elbette bu davalarda sanıklar lehine savunma yapması, davalarını takip etmesi görevi icabındandır. O siyasi niteliği olan Ergenekon gibi, Balyoz gibi davalarda , sanıklara isnat olunan eylemlerin neden suç teşkil etmediğini, hukuki vetirelere oturtmak suretiyle bir savunma yolu tutturabilir, ki bu onun en tabii hakkıdır.

Ancak o ve onun yanında saf tutan Avukatlar Ergenekon ve Balyoz davaları sanıklarına isnat olunan suçlamaların neden yapıldığını sorguluyor, FİKRİ olarak sanıklar yanında saf tutuyorlar.

Avukatlar bir caniyi, bir ırza tasaddide bulunanı, bir hırsızı, bir gasıbı savunur iken, katliamı, ırza namusa, hayaya tasaddide bulunmayı, hırsızlığı, kadının kolundaki bilezikleri almak için masum insanı boğmayı savunmaz. Onlar önce suçun sübuta erip ermediğini, sübuta ermiş ise zanlının suçlu olup olmadığını, yani suçu işleyip işlemediğini, suç işlediği sabit olur ise bunu hangi saiklerle işlemiş olduğunu, olayda tahrik v.s gibi cezanın indirilmesini gerektiren hususlar olup olmadığını Mahkemenin gündemine getirir, görevi bununla sınırlıdır.

Hiçbir Avukat kendisini sanık yerine koyarak, SANIK GİBİ DAVRANARAK, onun psikolojik ve sosyolojik dalga boyutuna kendisini sokarak savunma yapamaz, yapmamalıdır.

Peki Avukatlar gerek sanık yanında ve gerekse mağdur yanında görev yaptıklarında bu sözünü ettiğimiz yanlışlıklara giriyorlar mı, evet hem de çok fazla.

Bunun sebebi nedir?

İki sebebi vardır.

Birincisi davayı ille de kazanmak ve bunun sonucunda maddi menfaat elde etmek.

İkincisi ki, özellikle siyasi davalarda bu husus çokça geçerlidir, o davanın sanık veya sanıkları ile aynı FİKRİ OLUŞUM içerisinde bulunulduğundan ve sonucu itibariyle o fikrin yargılama sonucunda olumsuz bir netice ile karşılaşması, aynı zamanda Avukat/ların/ gerçekleşmesini canı gönülden arzu ettikleri yaşam biçiminin zarar görmesi anlamına geldiğinden, kendilerini yargılanan sanıktan da öte bir DAVA SUJESİ yerine koyarlar.

Bu değerlendirme ışığında ÜMİT KOçASAKAL VAKASINA bakıldığında, onu tam da bir KEMALİST MİLİTAN GİBİ davrandığına, mensuplarını bu yönde gayret içerisine girmeye, Avukatların davaya girmelerine engel olarak yargıyı kilitlemeye ve en hafif deyimi ile bir KAOS ORTAMI YARATMAYA çalıştığını görüyoruz.

Ancak bu yolun yolcuları olan ,Kemalist Militanlar bu ülkede insan haklarını derinden ihlal eden, binlerce, onbinlerce kişinin ölümü ile neticelenen ihtilal, ihtilal girişimi, muhtıra, light muhtıra, e muhtıradan asla rahatsızlık duymazlar.

Mesela onlar bir gün olsun bu ülkeye 10 yıl başbakanlık, bakanlık yapmış olan Andan Menderes, Fatih Rüstü Zorlu ve Hasan Polatkanın dar ağaçlarından zalimce sallandırılmalarını eleştirmezler.

Yassıadadaki tutukluluk günlerinde Celal Bayarın Avukatının geldiğini gören Adnan Menderesin beyefendi oğlum, benim Avukatım da geldi mi sorusu üzerine, sarı saçlı, mavi gözlü, azman bir teğmenin onu bu sözünden ötürü yerlerde sürüyüp, tekme tokat dövdüğünü,hakaret ve küfürler ettiğini eleştiri konusu yapmazlar.

Fatin Rüştü Zorlunun yediği dayaktan gözleri mosmor olduğu için gelen ziyaretçilerin olayın farkına varmaması bakımından kara kara gözlükler takmasını içlerine sindirmelerinin mümkün olmadığını GÖNÜL EHLİ İNSAN duyarlığı ile eleştirmezler ve bundan içlerinin yandığını asla söylemezler.

1 Mayıs 1977 yılında İstanbul Taksim meydanında bahar bayramı kutlamaları yapılır iken, törenlerin sonuna doğru insanların çeşitli yerlerden ÖZEL HARPçİLERİN silahları ile tarandıklarını ve böylece 30 a yakın insanın durduk yere hayatını kaybetmesi umurlarında değildir.

1980 yılından beri devam eden olaylarda hayatını kaybeden 30 bin Kürtten, 10 bin Türk görevliden bahis açmak, sorunu eni konu tartışmak, ya bu olay nedir, niçin bu pis savaş durduk yere devam ediyor, Kürtlerin yaratılıştan var olan, devredilmesi, terkedilmesi mümkün olmayan ve kişinin şahsına sıkı sıkıya bağlı haklarını bugüne kadar niçin alamadıklarını bir türlü anlayamadıklarını, asla ifade etmezler.

İnsanların dinlerini sonuna kadar yaşama hakkı olduğunu, devletin hangi din, hangi inanç, hangi mezhep ve felsefe ile ilgili olur ise olsun taraf olma hakkı bulunmadığını, bu alanda onun görevinin sadece hakemlik yapmak olduğunu dile getirmezler.

Ancak zaman zaman muhalif bir söylem olarak algılandığından, Aleviye taraf gibi gözükür, onu da sadece ve sadece Sünni İslam Anlayışına muhalefetlerine dayanak yapmak için kullanırlar.

Dinsizlik Dininin tam da ifadesi olan Türkiye Laikliğini yere göğe sığdıramazlar.

İnsanlar biraz daha dindar olma yolunda mesafe kat ettiklerinde veya bu yönde bir takım haklara ulaştıklarında, bunu asla içlerine sindiremezler, işte o zaman şimdiye kadar yapmış oldukları zulümlere TARAF olan, arka çıkan, ciheti askeriyede kendilerince zaaf !!! gördüklerinde, bu defa en aşağılayıcı tabirler, deyimler ile hakareti aşan söylemlerle saldırmakta bir beis görmezler.

Tabii ki bunu, Askerlerin son verdikleri cevapta pek güzel değerlendirdikleri gibi onları kışkırtmak, tahrik etmek, şimdiye kadar yapmış oldukları kanunsuzlukların bir benzerini niçin yapmıyorlar paranoyasını yeniden hayata geçirmek için yaparlar.

Askerlerin, biz ülkemize, onunu esenliğine, demokratik bir sistem içerisinde hayatiyetini devam ettirmesine, Parlamenter Demokrasiye sıkı sıkıya bağlıyız sözleri daha da çılgınlaşmalarına vesile oldu. Askerler, yazarlara baro başkanlarına muhtıra verdi gibi absürd değerlendirmelere girişirler.

Breh breh breh ne kocaman güç, ne bitmez tükenmez büyüklük, ne bidon kafa ve ne kolların kaşımak için bir ucundan diğer ucuna ulaşamadığı şiş göbeklermiş de, askerler onlara muhtıra vererek büyüklüklerini! bir kez daha ortaya koymuşlar.???

Ümit Kocasakal biz zannediyorduk ki, laikliği koruyan kollayan bir ordumuz var, biz zannediyorduk ki, laikliği günde beş vakit savunan bir silahlı kuvvetlere sahibiz, ama son yaşananlarla gördük ki, ordumuz silahlı kuvvetler değilmiş, silahsız kuvvetlermiş sözü tam bir paranoyak büyüklük anlayışının iz düşümüdür.

Yani Asker Milli iradeyi her on senede bir kesintiye uğratır,

Başbakan, Bakanlar, binlerce genci hapse tıkar, kimilerini yaşlarını büyüterek asar, ülkeyi tam bir deli gömleği giymiş hapishaneye çevirir,

halkın oyları ile iktidara gelmiş hükümetlere darbe girişiminde bulunur,

Başbakana, Başbakan Yardımcısına suikast hazırlıkları yapar, bunları icra safhasına koyar,

Laikliği günde 5 vakit(günde beş vakit namaza nazire olsun, yani beş vakit namaz kılanlar tarassut altına alınsınlar, gerektiğinde camileri ahıra çevrilsin, medreseler kasaphane olsun, buralarda at eşek pisliğinden geçilmesin) koruma andı içerek savunur ve özellikle bunları SİLAHINI KULLANMAK SURETİYLE YAPAR ise bizim asker, değilse, kolu kanadı kırılmış silahsız asker, eylemiiii.

Allah aşkına ey millet siz söyleyin,

En güzel asker milli iradeye sahip çıkan ve parlamenter demokrasinin gereklerini yerine getiren şimd ki asker mi, yoksa halkına karşı günde 5 vakit laiklik dinciliği adına BEKçİLİK yapan, çaldığı bir düdük ile her türlü insani değere paydos diyen asker mi? hangisi?