Senaryolar çok.
Hangisini konuşsanız, sonucunda gelinen nokta, bu ülke bölünecek de, acaba neresinden oluyor/du.
Önce Kürtlerimizden başlayalım.
Ayrı bir devlet kurma hevesi ile yola çıkan, Rizgari, Ala Rızgari,Kawa, Denge Kawa, Tekoşin,Özgürlük,Özgürlük Yolu,DDKD,DHKD ve son olarak PKK gibi örgütler , süreç içerisinde ya yok oldular veya Türkiye Topraklarının bir bölümünün koparılması suretiyle ayrı bir Devlet kurmanın imkansızlığlını gördüler.
Bunun üzerine daha çok özgürlük, kimlik ve kültürel hakların geliştirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerel Parlamento teşkili konuları öne çıkarıldı.
Bunlar olursa ayrılık, gayrılık düşüncelerinin tümü ile sona ereceğini seslendirmeye başladılar.
Ayrı bir Devlet kuramayan Kürtlerin , kendileri açısından çekilen bunca acıyı dindirmenin yolu olarak taraftarlarına söyledigi şeyler şunlardır.
Silahlı gücümüzü sonuna kadar kullandık, ama işte görüyorsunuz, eldeki imkanlarla dağ başlarında birkaç yerde mekan tutmaktan başka kurtarılmış bir Kürt bölgesi oluşturamadık. Bu şartlarda da böyle bir şeyin imkansız olduğu görülmüştür.
Kürtlerin ayrı bir Devlet kurma isteklerinin sonuna gelinmiş midir, bunu bilmiyoruz. Ancak işin derununa baktığımız zaman, bunca acının çekilmesine neden olan eylemlerin temel amacı ayrı bir Devlet kurmaya yönelikti. Ayrı bir Devlet kurulamasa bile, kendi iç işlerinde tamamen serbest bir Federasyona gitmek , Kürtlerin kendi kendilerini yönetecek yetenek ve kabiliyette olduklarını kanıtlamak bilinen arzulardandı.
Bu her iki talebin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bizzat Abdullah Öcalan son açıklamaları ile ortaya koydu. Devlet Kurmanın veya Federasyon teşkiline gitmenin "sorunun bizatihi kendisi oluduğu" inancına vardığını açıklayan Öcalan, daha çok kimlik, kültürel hakların verilmesi ve yerel yönetimlerde olabildiğince Özgürlük alanının genişletilmesini istediğini ortaya koydu. Bu arada Öcalan yapmak istediği konularla ilgili olarak "Turgut Özal" formülünü uygulamaktan geri durmadı. Mesela Kürtlerin kendi yönetimleri esnasında maruz kalacakları olumsuzluklara karşı, yeni bir "yerel milis gücü" oluşturma ile ilgili olarak görüş ortaya attı.. Konunun Türkiye Kamuoyu tarafından tartışılmasını sağladı.
Onun bu düşüncesi derhal büyük tepkilere sebebiyet verdi.
Ne yapmaya çalışıyor, hani ayrı bir Devlet, bir Fedarosyan istemiyordu? İtirazları geldi.
Türkiyenin her tarafında asayişi temin etmek üzere teşkil edilmiş olan Asker, Jandarma ve Polis gücü, hatta korucular var,bunlar kendilerine ayrılan bölgelerde görevlerini yerine getiriyorlar, şimdiye kadar Polis ile Askerin,Asker ile Korucunun çatışması olmamış ki, yeni bir güç lazım gelsin.Kürtlerin oluşturacağı Milis Gücü nerede görev yapacak ve kime karşı, denilmeye başlandı ve tutmadı.
İşin özü onun bu görüşü,yazar, çizer çevrelerle, Devletin tüm kurumlarında, Abdullah Öcalan, bölgeden Askerin, Korucunun, Polisin çekilmesini istiyor diye algılandı.
Siz bir eve girmek istiyorsunuz, bunun için kapıyı çalıyorsunuz açan yok, kırmaya çalışıyorsunuz başaramıyorsunuz, pencerelerine taş atıyorsunuz, içeridekiler aynı taşı daha güclü bir şekilde sizin başınıza atıyor, kaşınız, gözünüz yaralanıyor, sonuçta dönüp dolaşıp, bari gölgesinde oturayım demekten başka çare bulamıyorsunuz. Durum aynen ona benziyor. Tabiiki Abdullah Öcalan bunca mücadelesini önceleri ayrı bir Devlet, sonra belki bir Federasyona yönelik olarak verdi. Ama kendi deyimi ile geldiği noktada,bu her iki hususun da mümkün olmadığı ortaya çıktı. Bunların olmayışı elbette hem kendisinde, hem militan çevrelerde ve hem de genel olarak Kürtlerde bir hayal kırıklığı yaratmıştır. İşte hiç olmaz ise "ÖZYÖNETİMİ" ifade eden "ÖZGÜN" yapıların oluşturulmasını Abdullah Öcalanın istemesi, insanları teskin etmeye yönelik gayretler olarak algılandı.
Onun Irak Kürdistanını Türkiyenin bir parçası olarak gördüğünü , buraların Misakı Milli Hudutları içerisinde olduğunu ifade ederek, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Rolünü bugün kendisinin temsil ettiğini ihsas eden açıklamaları, Atatürkten sonra yeni bir Milli Kahraman algısını harekete geçirmiştir.
Durun hemen kızmayın, ben Abdullah Öcalan ile Atatürkü mukayese etmiyorum.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin en önemli üyelerinden birisi olan Atatürk, Musul, Kerkük ve Süleymaniyenin de içerisinde bulunduğu bugünkü Irak Kürdistanını Misaki Milli hudutları içerisinde görüyor ve vazgeçilmiz topraklar olarak kabul ediyordu. Bu milli bir duruştu. Yeni kurulan/kurulmasına çalışılan Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllar boyu hakimiyeti altında bulunan Araplardan kopuyordu, onların topraklarını milli topraklar olarak kabul etmiyordu , fakat Kürtlerin yaşadıkları toprakları kendi Ulusunun toprakları olarak görüyordu
Musul ve Kerkük dağlarında mevzilenmi bulunan Türk ordusu, Lozanda Barış görüşmelerini sürdüren İnönü ve arkadaşların çok zor durumda bırakmıştı. İngilizler, ya Askerlerinizi çekersiniz, yahut Lozan Barış görüşmeleri burada biter, savaş yeniden başlar diye Atatürk ve arkadaşlarını tehdit etti.
Tarihen biliyoruz ki, bu tehdite maalesef boyun eğilmiş ve bugün Abdullah Öcalanın bir bütün olarak betimlediği Kürdistanın önemli bir parçası,Ürdünden koparılan Iraklı Araplara verilmiş ve böylece yeni bir devlet oluşturulmuştu.
Atatürk Türkiyesinin Iraktaki Kürdistan bölgesini misaki milli hududu olarak kabul edip, son anda bu talebinden baskılar sonucu vazgeçmesini,besbelliki Abdullah Öcalan halen kabul etmiş değildir. Bu açıdan bakıldığında hem Atatürk ve hem de Abdullah Öcalan ulusalcıdır. Bunun sebebi 5-6 yüz yıllık beraberliğe rağmen Türkler ile Kürtlerin kendi iç bünyelerinde sağladıkları bütünleşmeyi, Araplarla sağlayamamaları mıdır? Sosyolojik ve Ontolojik açıdan Türkler ile Kürtlerin başardıkları biliktelik, Araplarla elde edilememiştir.
Zannımca bu olayı ta başından itibaren gören Atatürk Kürt ve Türk yurdunun birliğini temin için mücadele vermiş, Arapları saf dışında tutmuştu. Eğer Misaki Millide başarılı olunsaydı, Kürdistandaki Kürtler de şimdi Türk olarak mı görüleceklerdi, yoksa o bölge bütünlük içerisinde Kürdistan olarak mı algılanacaktı, işin doğrusu bunu bilmiyoruz.
Fakat bildiğimiz bir şey var. Atatürkten sonra rahmetli Turgut Özal da baba Bushun istegi ile Kuzey Irakın hamiliğine soyundu, yani Misakı Milliyi canlandırmak istedi. Fakat onun görüş ve düşünceleri hem yeterince anlaşılamadı , hem de absürd bulundu.
Şimdi aynı şeyi Abdullah Öcalan yapıyor, Güney Kürdistanın Türkiye topraklarına katılmasını ve Kürdistanın doğal seleksiyona uygun biçimde bin yıldır ayrıştıramadığı, parçalarını bir araya getirmeye çalışıyor.
Bu birleşme temel ayrışmanın bir ön adımı olarak atılmaya mı çalışılıyor, yoksa ebedi nikaha bir kement daha mı atılıyor, Türklerin bu konudaki düşünceleri ne , onu da yarın irdeleyelim.