Suriye olayının başladığı günlerde ileri sürdüğüm fikirlerimde ısrarcıyım, aynı noktadayım.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sürekli olarak Suriyeye gidip geliyor, Esedin Demokrasiye geçişte gerekli esnekliği göstermesini istiyordu.
Yoksa Suriyenin Mağrip ülkelerinden daha beter bir hale geleceği, Esedin akibetinin Muammer Kaddafiden farklı olmayacağı ifade ediliyordu.
Ben olayın Türk siyasi çevrelerinde bu şekilde ifade ediliş biçiminden çok rahatsız oluyordum. Rahatsızlığımın sebebi, Esedin iş başından gidişi falan değildi.
İslam ülkeleri huzur içerisinde olsun, rahat olsun, başı beladan kurtulsun, onun bunun boyunduruğu altında olmasın, bu ülkelerde yaşayan insanların hangi cins, hangi nevi, hangi ırk, hangi sülale, hangi boy, hangi aşiretten olursa olsun,yeter ki, insanca yaşama hakları bulunsun ve herkes biri birine saygılı olsun ve tabii ki Allahın en son dini olan İslamı insanlar, başkalarına saygı çerçevesi içerisinde göğüslerini kabartarak yaşayabilsinler, bunu arzu ediyordum, ediyorum, edeceğim.
O nedenle Esed iş başında kalmış, kalmamış umurumda değildi. Ancak kaş yaparken göz çıkartmayı da hiç sevmem. Bölgeyi bilen insanlardan birisi olarak Türkiye ile oynamak ne kadar dünya dengelerinin sarsılmasına sebepse, Suriye ile oynamanın da aynı kapıya çıkacağını görüyordum.
Görüşmelerin devam ettiği günlerde, aman gözünüze kurban olayım, sakın Suriyede patlak verecek bir iç ayaklanmayı, Fas, Tunus, Cezayir, hatta Libya ile kıyaslamayın, bu iş başka bir iş, ne yapıp edin, Esed ile görüşmelerin kesilmesine imkan vermeyin, sorun Ahmet Davutoğlunun girişimleri ile çözülmez, Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı istişareler yolu ile olaya vaziyet etmeli ve adeta Şama bir Barış çadırı kurmalılar demiştim.
İşin şirazesinden çıktığı günlerde, Türkiyenin tavrı iyice belirginleşmiş ve Esedin çekip gitmesinden başka şansı olmadığı ifade edilmişti.
Öyle gizli saklı değil Devlet yetkilileri hemen her toplantıda, Esede tahtını tacını bırak git diyorlardı.
Tabii o ilk heyecanla silaha sarılan muhaliflerin rambo görüntüleri ve atılan zafer çığlıkları bizim de stratejik derinliğimizin gün yüzüne çıktığı şeklinde algılanıyordu.
Suriye olayı hakkında sizin/benim/ düşünceleri(min)nizin aksinin ortaya çıkacağı yolundaki işaretler belirince, iyice apışıp kaldığımız günler oldu.
Fakat sonucu görmeden de bir şey söylemenin mümkün olmadığı ortada duran bir vakıa idi.
O anda da aklıma Lau Tsaunin hikayesi geliyor ve görünen çatışmaların devam ettiğidir, sonuç kısa sürede savaş çığırtkanlarının dediği gibi mi olacak, yoksa Garip Lau Tsaunun bilgece söyledikleri mi gerçekleşecek, bekleyelim görelim diyordum.
İşte böyle bir günde bizimle birlikte vekillik yapan ve o dönemde Dışişleri Komisyonu Başkanlığını yürüten Eskişehir Milletvekilimiz Murat Mercan bey ile Esenboğada karşılaştık. Uzun uzun bu olayı kendisine izah etmeye çalıştım. Türkiyenin Suriye politikasının yanlış bir temele oturtulduğunu, bu işe bizi hiç kuşku yok ki, ABD nin ittiğini, yani ateşi maşa ile tutmanın kendi yararına olacağını gördüğünü ve hala bu politikanın arkasında olduğunu söyledim. ABD bununla iki şeyi amaçladı.
Bunlardan birincisi İsrailin tam güvenliğinin sağlanması.
Nükleer bir tehdit oluşturduğu söylenen İran ve Suriye birlikteliğinin, Türkiye ile de devam ede gelen dostane ilişkilerle tam bir işbirliğine dönüşme istidadı İsrail için çok önemli bir tehdittir, bu kabul edilemez. Hele Golan tepelerinin geri verilmesi gibi esneyen siyasi ilişkilerin bu seviyede devam etmesi İsrailin güvenliğine katkı sağlamaz. Bunun için ortadoğunun olabildiğince karışmasının İsrailin lehine olacağı ortadadır, diye düşünüyordu ABD.
İkincisi ise Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğanın ortadoğudaki Liderliğinin sona erdirilmesini sağlamak gerekir. Bunun için Türkiyenin hiç de işi olmadığı halde, başını aşan ölçüde de olsa Suriye olayına bulaşması lazımdır. Maalesef bunlar başarıldı. İşlerin iyice sarpa sardığı günlerde Sayın Başbakan kendisini yalnız bırakın batı ülkelerine, özellikle ABD ye olan kızgınlığını sert ifadelerde dile getirdi.
Ben bu görüşlerimi yine bir gün Rize Milletvekilimiz Abdulkadir Kart beye, büyüklerimize olan yakınlığı sebebiyle izah ettim. Sonunda Abdulkadir bey bana döndü, ne yapalım dedi. İşlerin henüz bütünü ile şirazesinden çıkmadığı günlerdi, dedim ki, Türkiye politika değişikliğine gitsin. Öncelikle bir ateş kes girişimine aracılık etsin. Sonra görüşmeler yolu ile sorunun çözümüne katkı sağlasın. Tabii bunun için de Esed yönetimine güven verici adımlar atsın.
El hasıl olmadı, işler iyice çığırından çıktı.
Direnişin başkenti olan Humus düştü.
Suriye halkı tarihinin en perişan günlerini yaşıyor.
Muhacir kardeşlerimize tabii ki elimizden gelen her türlü yardımı yapıyoruz. Yapacağız. Bir milyona yakın Suriyeli Türkiyenin her tarafına dağılmış durumda.
Onlar bizim muhacirlerimizdir, biz de onların Ensarıyız.
Suriyeli kardeşlerimizin birçok yerde çok kötü muameleye maruz kaldıklarına da şahit oluyorum. İçim acıyor.
İki ayrı ilde iki ayrı Cuma gününde yaşadıklarımı yazayım.
Dört hafta kadar önce idi. Kocatepe camiine Cuma namazı kılmaya gittim. Bir kız çocuğu. 6 yaşlarında. Annesi ile Caminin avlu merdivenlerinde oturmuşlar. Yavru kumral, yemyeşil gözleri var. Ahh güzelim, sen şimdi el bebek gül bebek annenin,babanın, dedenin, ninenin, teyzenin,dayının, halanın kollarında sevilecek iken, şimdi buz gibi merdivenlerde bir parça ekmek için dileniyorsun, olur mu dedim. Cebimde hayır için olan parayı bir anda veremedim. Camiye doğru yürüdüm, avludan geri döndüm. Yavrunun yanına gittim. Min eyn(nereden), Min Suriya(Suriyeden) dedi. Mesmuki(İsmin ne), Fatıma dedi. Etukebbiluke cenaheyki(yanaklarından öpebilirmiyim), Neam(evet) dedi. Öptüm, ağladım, parayı verdim. Namaza gittim.
Geçen hafta da Mardindeydim. Duruşma sonrası Cuma Namazı kıldım. Namaz çıkışı müvekkiller yemek yiyelim dedi. Bahçede yemek yiyoruz. Bir baba elinden tuttuğu 7-8 yaşındaki oğlu ile yemek masasına geldi.
Manzara dayanılmazdı. Lokmalar boğazıma tıkandı. Onlara yemek gelinceye kadar, yemek mi yedim, yoksa yemek mi beni yedi bilmiyorum.
Humusta konuçlu muhaliflerin, bu bölgede olsun savaşı sona erdirerek çekilmelerini Türkiyenin fırsat bilmesinin tam zamanıdır. Demek ki, Suriye muhalefeti artık bu yolla bir neticeye gitmelerinin mümkün olmadığını gördü. Tamamen yakılmış, yıkılmış Humusa giren Suriyeliler ona rağmen çok mutlu idiler. Yani barıştan başka çarelerinin olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor.
Dış politikanın Suriye boyutunda her türlü değişiklik şart oldu.