KORKAKLIĞIN BU KADARI
Eklenme: 26.10.2013 00:00:00

12.Eylül.1980 darbecilerinin yargılanmalarının sonuna gelindi. Savcı bugün mütalaasını verdi. Darbenin Paşalarından hayatta kalan ikisine o tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146.maddesi uyarınca idam cezası verilmesini istedi.

Tabii şimdi Ceza Kanunumuzda İdam Cezası yok.

Ankara 9.Ağır Ceza Mahkemesi sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkayaya önce idam cezası verecek, ardından sanıkların bu cezalarını Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis cezasına çevirecek. Ve pek tabii bu paşaların! Rütbelerinin sökülmesine, erliğe indirilmelerine, kendilerine verilmiş olan Askeri Madalya ve Beratların geri alınmasına da karar verecek. O aşamadan sonra Gata Matada tedavi göremeyecekler, askeri tesislere giremeyecekler, nerede ise doğdukları günden beri oturdukları Askeri lojmanları terk edecekler.

Bu kişiler hakkında Savcılık tarafından son söz söylendi ve yukarıda bahsini ettiğimiz cezaların verilmesi talep edildi.

Sanık Paşalar savcının bu son sözlerini, yani mütalaasını GATA askeri hastanesinde YAKATKA Avukatlarının yanında dinlediler. Böylece haklarında verilecek olan cezayı çekmeye hastalık durumlarının müsaade etmediğini ispata çalıştılar.

Oysa bu kişiler hakkında dava açılıncaya kadar yatağa bağlı durumları yoktu. Paşa paşa ortalıkta cevelan edip duruyorlardı. Ne zamanki haklarında açılan davanın iddianamesi Ankara 9.Ağır Ceza Mahkemesinde kabul edilince birden yatağa bağlı hale geldiler.

12.Eylül.1980 darbesini pek tabii çok iyi hatırlıyorum. Mesleğimin ikinci yılında idim.

İhtilalci paşalar sabah akşam durmadan basın toplantıları düzenliyorlar, 5 i bir yerde küçük altınlar gibi bir masa etrafında sıralanıp, ahkam kesiyorlardı.

Arada bir biri birlerine bakıp gülüyor, adete insanlarla alay ediyorlardı. Netekim yapılan açıklamalar, tehditler, baskılar, gözaltında kaybolmalar, işkenceler, kısa süre içerisinde bir sağdan bir soldan asmalar, yaşı büyütülerek idam edilen insanlar, elhasıl bir bütün olarak halkın çektiğinin haddi hesabı yoktu.

İşte bakın o günleri, aradan 34 yıl geçse de, sanıkların yargılandığı davada son sözünü söyleyen Savcı, nasıl da güzel izah etmiş.

12 Eylül askeri yönetimi, gözaltına almış olduğu sağ ve sol görüşlü kişileri, aşırı fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler olarak görmüştür.

Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle, kişiliklerini ezip ortadan kaldırarak toplumu tek-tipleştirmek istemiştir.

Bu amaçla cezaevlerinde karıştır-barıştır denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup, zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmışlar, bunları birer işkence yöntemi olarak uygulamışlardır.

Gözaltında veya cezaevinde kalan kişilerin beyanlarından da anlaşıldığına göre bütün merkezlerde benzer veya aynı tür işkence yöntemlerinin kullanılması, cezaevi ve gözaltına alınan kişilerin rutin olarak aynı işkence yöntemlerinden geçirilmesi, işkence uygulamalarını yapan görevlilerin aynı tür davranışlar sergilemesi cezaevlerinde sağ ve sol görüşlü kişilerin arasındaki husumetleri yok etmek amacıyla kullanılan karıştır-barıştır yöntemleri, işkencelerin cezaevlerinde bu dönem içinde bilinçli ve sistematik olarak uygulandığını göstermektedir. "211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35. maddesindeki düzenlemenin Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak şeklinde olduğu,

Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde yasal düzenlemeler arasında bir hiyerarşi bulunduğu, Anayasanın bu hiyerarşinin başında yer aldığı, doğal olarak kanunların Anayasanın hiyerarşik olarak altında kaldığı, bu sebeple kanunların Anayasaya aykırı olamayacakları temel hukuki kurallardandır.

Bu nedenle, kanunlar Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, kanunla verilen bir yetkinin Anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, anayasal düzeni, Anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan TBMM ile hükümeti ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.

35. madde askeri darbe gerekçesi olarak ileri sürülmüşse de bu durum hukuka aykırılığa kılıf bulma gayretinden öteye gitmemektedir Ayrıca, 35. maddenin askeri darbe yapma yetkisi verdiğinin kabul edilmesi halinde, bu eylemlerin suç olarak düzenlendiği 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. ve 147. maddelerinin bir anlamı kalmayacaktır. Hatta 35. madde hiyerarşik olarak Anayasanın da üzerinde kabul edilmiş olacaktır ki bu durumun düşünülmesi bile mümkün değildir. Kanunlar Anayasaya uygun olmak zorundadır. Sonuç olarak, İç Hizmet Kanununun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir demiştir.

Demek ki, siz Askeri İç Hizmet Kanunun 35.maddesinin zırt pırt darbe yapmaya izin verdiğini iddia ederseniz, işte o zaman Anayasanın teminatı altında bulunan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunun 146 ve 147. Maddelerinin bir anlamı kalmaz ve uygulama alanı bulamaz. Evet Sayın savcı aynen bunları söylüyor.

Görünen o ki, Sayın Mahkeme sanıklar hakkında Savcının istemi doğrultusunda bir karar verecektir. Türk Hukuk Sisteminin gelmiş olduğu noktaya bakıldığında, bundan başka bir kararın verilmesi artık mümkün değildir. Zira Darbe Senaryoları yapan(BALYOZCULAR) kişiler hakkında İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu karar, Yargıtay 9.Ceza Dairesi tarafından suçun esas failleri bakımından onaylanmış ve kesin hüküm haline

gelmiştir. Bu kişilerin fiili, darbeye eksik teşebbüs olarak değerlendirilmiştir. Oysa Netekim Paşa, avanesi ile birlikte darbe yapmış, binlerce kişinin ölümüne, faili meçhul cinayete gitmesine,sürgünlere, sebebiyet vermiştir. Bu açıdan bakılacak olur ise, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya hakkında verilecek karar, Ağırlaştırılmış Müebbet Ağır Hapis Cezasıdır.

Böyle bir cezanın verilmesi halinde Kenan Efendi başına kurşun sıkacağını söylemişti. Biz hiç böyle bir şeyi yapmasını tavsiye etmeyiz. Böyle bir durum ahretin de berbat olması anlamına gelir.

Dünya Mahkemesine bile sere serpe yatakta, zar zor hesap veren birisinin o söylediğini yapacağına biz tabii ihtimal vermiyoruz. Ama belli mi olur. Ya yaparsa.

Aman Allah korusun işte o zaman Rabbin huzuruna elinde taze kanla çıkmak gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalır ki, bu hesabın altından hiç kalkamaz.