KÜRT SORUNU BAŞ ÖRÜTÜSÜ KADAR ÖNEMSENSEYDİ
Eklenme: 25.11.2009 00:00:00

Geçen hafta bir arkadaşın talebi üzerine, Cuma Namazı kılmak için Meclis camisine gittik.Namaz sonrasında bir çok arkadaşı görme imkanımız oldu. Selamlaştık, hal hatır sorduk. Kimileri ile biribirimize sarıldık. Doğrusu bizi görenlerin yan kıvırıp ,geçip gitmemesi, güler bir yüzle yanımıza yanaşması, hal ve tavırları ile sanki bizden her an için haberdarmış gibi bir tutum içerisinde olmaları doğrusu insanı sevindiriyor.

Namaz sonrası yemeğe indik.

Gelenlerle masamız iyice kalabalıklaştı.

TBMM si Gurup Başkan Vekillerinden olan arkadaş, bana dönerek "Özelikle ana sormak istiyorum. Eskiden , muhfazakar, mütedeyyin olarak bilinen kişiler, siyasetçiler,sorunlarla ilgili olarak "islam" der başka bir şey demezlerdi. Şimdi ne oldu da her ağızlarını açtıklarında, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi,Romanı,Sünnisi, Alevisi demeye başladılar. Bunlar önce de yokmuydu? Besbelli var olan bu sorunlar Müslümanlar tarafından neden görülmedi?" dedi.

Cevap olarak dedim ki:

Türkiye Müslümanlarını çok bilgili, her şeyden haberdar, karşılaşılan her sorunda İslamın ürettiği çareleri bilen, bunları anında ilgililerine açık, fesih bir şekilde izah etme kapasitesinde olan insanlar olarak görmemek lazım.

Bir kere Türkiye Müslümanlığının geniş  kültürel birikimi ve altyaypısı yoktur. 

Türkiye solu, hatta sosyal demokrasisi nasıl tabansız ise, Müslümanlarının durumu da onlardan farklı değildir.

Çünkü ne Türkiye solu ve buna dayalı dizaynı gereken Sosyal Demokrasisi ve ne de Müslümanları kendi alanlarında bir "bedel"  ödemediler. Bunlar,sosyaliz mi de, demokrasiyi de, İslamı da kendilerine sunulan altın tepsiler içerisinde buldular. Türkiye halkının büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesimler,.kendilerine altın tepsi içerisinde sunulan bu "değerlerin" işlerine gelen kısmını aldılar, onu hayatlarına tatbik etmeye çalıştılar.

Mesela başörtüsü sorunu için Edirneden Hakkariye kadar el ele tutuşarak zincir oluşturan Müslümanlar ve ileri gelenleri, Kürt sorunu için nerede ise tek bir cümle sarfetmediler. Hatta bu konudan kendi aralarında olsun bahsetmeyi, yadırgadılar, bir şekilde sorunu dile getiren kişiyi, "bu bölücü de nerede çıktı" cümlesi ile yaftaladılar.

Türkiyenin en büyük İslami Cemaati, Fethullah Gülen Hoca Cemaati ile birlikte Risale-i Nur talebelerinin oluşturduğu Nurculardır. Cemaat mensupları bir araya geldiklerinde Risalei Nurlardan bölümler okurlar. Risaleleri okuyan kişinin Arapça,Farsça(Osmanlıca) bilgisi varsa, bu okunan kısımaların izahını yapar.

Risalei Nurların umumiyet itibariyle İman Hakikatlerini mündemiç olduğunu, esas gayesinin bu alanda oluşan boşluğu doldurmaya çalıştığını biliyoruz. Çünkü Birinci Dünya harbi ile Osmanlı inkiraza uğramış, ülke param parça olmuş, onun külleri üzerine yeni Cumhuriyet kurulmuştu. Mustafa Kemal ve arkadaşları kurdukları bu yeni Cumhuriyetin temellerini bütünü ile Pozitivizm/Sekülarizm/Laisizm üzerine bina ettiler.Milletin büyük çoğunluğu cehalet içerisinde idi. Harf inkilabı gibi değişiklikler işin üzerine tuz biber ekti. Halkın cehaleti katmerleşti. Bu inkilaplardaki esas maksadın, halkı,Osmanlı köklerinden kopmasını temin etmekti. Böyle de oldu.Atalarına küfreden, bütünü ile okumaz , yazmaz bir toplum haline  geldi.

Medreseler yasaklandı.Başta Kuran-ı Kerim olmak üzere dini eserleri okuyacak kimse kalmadı. Toplumda büyük kaos oluştu. Ve insanların din ve diyanetleri ile bağları tamamen koptu.

İşte tam da bu ortamda büyük din alimi Bediüzzaman gördüğü büyük iman açığını kapatmak için Kuran ayetlerinin imana taalluk eden bölümlerini bir münazara tarzında ve "Cihad Üslubunda" yazmaya ve yaymaya başladı. Toplumun geri kalışının gerçek sebebinin bilgisizlikte olduğunu, bunun da cehaleti körüklediğini, cahil insanların neye nasıl inanacağını bilmekten aciz kaldığını eserlerinde belirtti. Bunun izalesi için Bediüzzaman, Doğuda, Güneydoğuda Bitlis, Van ve Diyarbakır Merkezli olarak büyük Medreseler(Medresetüzzehra,Üniversite niteliğinde) açılmasını ve buralarda okutulacak dersler bakımından Arapçanın Vacip, Türkçenin Lazım,Kürtçenin Caiz olması gerektiğini izah etti.

Bediüzzamanın eserlerinin bu bölümüde sürekli okunur. Ama şimdiye kadar onun bu isteğini karşılayacak bir müesseseleşme meydana gelmedi. Evet Fethullah Gülen Hoca cemaati okullaşmaya büyük ehemmiyet veriyor. Ama oralarda da , Bediüzzamanın söylediği manada bir eğitime gitmek mümkün olmadı.

Kürtçe ders veren kurslar olsun açılamadı.

Yani Bediüzzamanın bu alandaki isteğini HİÇBİR CEMAAT MENSUBU gerçekleştiremedi. Bu alan tamamiyle PKK örgütünün sempatizanlarına bırakıldı. Onlar da çeşitli gerekçelerle,açılan bir iki kursu devam ettiremediler.

Bediüzzamanın 70 sene önce önerdiği manada Üniversiteler açılamadı,buna Müslümanların maddi , manevi güçleri yetmedi. Sistem de müsait değildi. Ama en azından 6 seneden beri Kürtçe kurslar açma konusunda müsait olan ortam acaba nedene değerlendirilmedi? Müslümanların kendilerini bu alanda hesaba çekmeleri gerekmez mi?

Yukarıda da belirttiğim gibi baş örtüsü sorununa verilen ehemmiyet,Kürtlerin haklarının verilmesine sıra geldiğinde neden önemsenmedi.

Gördüğüm şudur: Biz Müslümanlar(entellektüelleri dahil) bu sorunu bir "bölünme" "parçalanma" sorunu olarak algıladık. Osmanlı parçalanmıştı, bu yol takip edilir ise, Türkiyede parçalanacak korkusuna kapıldık.

Adil davranmadık. Sorunları görmezden geldik, başkaları bedel ödedi, biz ödemedik.Biz bu serencamlı alanlarda hep devletin yedeğinde kaldık. Mesela 12.Eylül 1980 harekatına en büyük desteği biz Müslümanlar verdik, Devletimizin elden gittiğini, böylece dinimizin diyanetimizin de yok olacağı zehabına kapıldık, Adaleti hakim kılacağımıza, bize verilen İhsanla!!! yetindik"diye cevapladım. Yarın devam edelim.