Ceza Muhakemesi Kanunun 250.maddesine göre bir olayı soruşturmaya başlayan Savcının, siyasi dokunulmazlığı bulunan kişileri bile soruşturmaya çağırabileceğini artık hepimiz biliyoruz.
BDP li Milletvekilleri bu kapsamda sabah akşam mahkemelerde ifade veriyorlar.
Özel Yetkili Mahkeme Savcılarının da keyfa ma yeşa hareket ettiklerini, durduk yere insanları sorguladıklarını, bu işten zevk aldıklarını iddia etmek mümkün mü?
Tabii ki hepimiz insanız, onların da bu kapsamda zaman zaman sorumsuzca işler yapmaktan beri olduklarını herhalde söyleyemeyiz.
Kimlerin zamana ve zemine oynadığını, gelecekten neler beklediğini siyaset bize öğretti, biz saf saf işimize gücümüze bakarken kimlerin deveyi hamudu ile yuttuğunu artık şimdi çok iyi biliyoruz. Geçelim.
Ama MİTin eski ve yeni müsteşarlarını yapmış oldukları görevlerinden ötürü şüpheli sıfatı ile sorguya çağıran Savcılar kılı kırk yardılar mı, bilmiyoruz. Bu konuda bazı şüpheler var.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı böyle bir şey yok açıklamasında bulunmuş, ardından ifadeye çağırma olayının gerçek olduğu ortaya çıkınca, benim haberim olmadı demişti.
MİT mensupları ile ilgili soruşturma başlatan Savcının kendi üstü konumundaki Savcıya bile haber vermeden işlemi yürütmesi, bu işi yaparken bir anlamda kimsenin haberinin olmamasına özen gösterdiğini ortaya koyuyor.
Soruşturma Evrağı hazırlık aşamasını geçip şüphelilerin sorguya çağrılması anına kadar oldukça uzun bir zamanın geçtiğini zannediyorum. Bu süreçte soruşturmayı yürüten Savcının tam bir gizlilik kuralı uyguladığını görüyoruz.
MİTin yeni ve eski müsteşarları ile yardımcısı özel yetkili Savcının yetkisiz ve görevsiz olduğunu ileri sürerek, belirtilen günde ifade vermeye gitmediler.
Onlar yetkili ve görevli Savcının Ankara Savcılığı olduğunu ileri sürdüler. Fakat Savcı bu beyanlara itibar etmedi ve Hakan Fidan dışındaki MİT in eski müsteşarı, yardımcısı ve iki çalışanı hakkında yakalama kararı çıkarttı.
Hakan Fidan için ise, Ankara Özel Yetkili Savcılığına talimat yazarak ifadesinin alınmasını istedi.(Siyasi irade şimdilik bu kadarını kurtarabildi.)
Böylece İstanbul Özel Yetkili Savcısı, Ceza Muhakemesi Kanunun 250.maddesindeki suçlamalara muhatap olan MİT mensupları ile ilgili soruşturmada yetkili ve görevli olduğunu ortaya koymuş oldu.
Ayrıca suçlama konusu olan isnadın genel yetkili Savcılar tarafından soruşturulmasının zaten mümkün olmadığını, hukukçu olanlar bilir. Biz buna Vazife/görev/ diyoruz.
Fakat yetki meselesine gelince; o kısım biraz karışık. Zira suçlamaya muhatap olan kişilerin ana görev yeri Ankara, fakat soruşturma konusu, Abdullah Öcalan ile dağdakiler ve Oslo sürecine katılanlar arasında kuryelik yapma isnadı ile ilgili olduğundan, suçun işleme yerinin bu defa İmralıdan hareketle İstanbul olması ve İstanbul Savcılarının soruşturma yapmaya selahiyetli/yetkili olduklarını kabul edebiliriz.
İşin o kısmı hukuki tartışmaya bir nebze bakmak için yazıldı.
Ama aslolan İstanbul Özel Yetkili Savcısının talebinden vazgeçmediğidir.
Yani Savcı, siyasi iradenin girişimine rağmen geri adım atmamıştır. O halde Savcının elinde hiç kimsenin yadsıması mümkün olmayan çok önemli deliller vardır.
Ben dünkü yazımda buna biraz değinmiş ve Savcının sözü edilen delillere ulaşması söz konusu ise, MİT mensuplarının kendi görev alanlarını aşan bir mecraya sürüklendiklerini görmüş oluyoruz demiştim.
MİT mensuplarının sürüklenmiş oldukları mecra/macera/ nedir?
1- MİT,KCK nın yapılanmasında görev alabilir mi? Bir şey kurulduktan sonra oraya sızma başka, onu bizzat kurma başka bir şeydir.
2- MİT, PKK nın ve Hizbullahın kuruluşunda ve yapılanmasında görev almış mıdır?
3- Bu kuruluşların eylem yapmasına bizzat destek vermiş midir?
4- MİT elde etmiş olduğu istihbari bilgileri operasyon için zamanında emniyet güçlerine bildirmiş midir?
5- Abdullah Öcalanın kendi el yazılı eylem talimatlarını Kandile ulaştırmış mıdır?
6- 14 Temmuz 2011 yılında DTK sinin Özerklik ilan etmesini, onlardan istemiş midir? Bunu yapmış ise DTK sinin bu Özerklik ilanı kararının Türkiyenin başlangıçta fiili olmasa bile zihni planda bölünmesi anlamına geldiğini görmezden gelmiş midir?
7- Abdullah Öcalannın kendi el yazısı ile yazmış olduğu mektup Kandile ulaştırılmadan içeriği ile ilgili olarak Siyasi İradeye bilgi verilmiş midir?
8- Bu mektubun içeriğinde şu olmaz ise, bu olmaz ise harekete geçilmelidir biçiminde formüle edilen bilgilerden sonra bu ülke kaç şehit vermiştir?
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum.
MİT tavşana kaç derken tazıya tut oyunu mu oynamıştır?
MİT kanunlarla kendisine verilmiş olan görevlerin dışına çıkarak POLİANNACILIĞA MI soyunmuştur.
MİT Sayın Başbakana bağlıdır. Sayın Başbakan bu kurumun içeriğini didik didik etmeden, ettirmeden, onun yaptığı bütün eylemlere zamin olmamalıdır.
Diğer yandan bu yazıyı yazdığım sırada Sayın Cumhurbaşkanımızdan da konu ile ilgili bir açıklama geldi. Sayın Cumhurbaşkanımız yaptığı açıklamada, ülkemizin ve bölgemizin şimdiye kadar olmadığı biçimde çok hassas bir dönemden geçtiğini, bu itibarla kanunların kendilerine verdiği görevi ifa eden kamu görevlilerinin görevlerini yapmada zora düşecek biçimde ve ulu orta suçlanmaması gerektiğini ifade etti.
Biz elbette Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşüne katılıyoruz ve önemsiyoruz. Onun bu demeci verirken takındığı yüz ifadesi, işin doğrusu hepimizin bu gibi konularda çok hassas davranma mecburiyetinde olduğumuzu anlatmış oldu. Fakat Sayın Cumhurbaşkanımız ne olur yüksünmesin, DEVLET DENETLEME KURULUNU HAREKETE GEçİRSİN, ŞU MİTİN İçİNDE NELER OLUP BİTTİĞİNİ bir başka ağızdan dinleme imknı bulsun.
MİTİN kozmik odasından çıkan bilgiler vay be dedirtecektir.
İşte o zaman hem Sayın Cumhurbaşkanı ve hem de Sayın Başbakan bu kurumda yeni bir yapılanmaya gitme mecburiyetinin bulunduğunu göreceklerdir.