NE OLUR BARIŞA BİR ŞANS VERİN!
Eklenme: 9.01.2013 00:00:00

Türkiye 30 yıldan beri fiilen savaş içerisinde 40 bine yakın insanımızı kaybetmişiz. Ve en az onun iki katı kadar insanımız yaralanmış. Bunlar bilinen rakamlar. Bölgenin çocuğuyum, olan bitenlere bizzat şahit oldum, bu ölüm ve yaralanmaların kim bilir kaç katı kadar da insanımız şu veya bu şekilde telef olup gitmiştir.

İşin parasal yönünde ifade edilen rakamlar, enerji ve güç kaybımız, hiç şüphe yok, Almanya seviyesinde gelişmiş ülke olmamızı engelledi.

Moral kaybı, yeterli sermaye bulamamın getirdiği işsizlik, hırsızlık, yolsuzluk, terör ve anarşiden beslenme birçok alanda orta ölçekli orta doğu ülkesi olmamız noktasına bizi çekti.

30 yıllık bu savaşta oturup kalkan herkes, aynı zamanda barıştan söz etti.

Savaş süresince hep barıştan söz edilmesine rağmen, barışa şans verilmesi için samimi adımlar bir türlü atlamadı.

SAVAŞMAYI çOK İYİ BİLİYORUZ, AMA SIRA BARIŞA GELDİĞİNDE, MAALESEF HİçBİR BAŞARIMIZ YOK.

Geçen hafta Suriyeli mütefekkir Cevdet Saidin bir mülakatını yazmış, onun silah necistir-pistir sözünün ne kadar anlamlı olduğunu ilavelerle ifade etmeye çalışmıştım.

Silah kimsenin eline yakışmaz ama, Müslümanın eline asla. çünkü O, bir insanı durduk yere öldüren bütün insanlığı öldürmüş olur, bir insanı yaşatan da, bütün insanlığı yaşatmış olur iman ve inancının yolcusudur.

Salim akıl sahipleri söz konusu barış olduğunda hiçbir fedakarlıktan çekinmez. çünkü bugün yapılan fedakarlıklar yarının bir sürü belasının def edilmesi anlamına gelir.

Şu şehit analarına veya dağda hayatını kaybeden insanların analarına sorulsun, senin oğlun öldü, bundan sonrası için ne düşünüyorsun, bu iş böyle sürgit devam etsin mi, yoksa bir yolu bulunsun,başka anaların gözyaşları akmasın, başka evlatlar daha 20 li yaşlarda toprağa verilmesin mi ne diyorsun.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, anaların yüzde doksan dokuzu, bu işi kim çözecek ise çözsün, elinizi ayağınızı öpeyim, benim evladım gitti, başka anaların gözyaşlarının akmasına tahammülüm yok diyecektir.

Hem zaten her şehit haberinden veya her dağda gerçekleşen ölümden sonra analar, en sıkıntılı anlarında,kim elinden ne geliyor ise yapsın, başka evlatların kanı akmasın dediğine birlerce kez şahit olmuşsunuzdur.

İşte bakın bir salim akıl sahibi Fethullan Gülen hoca, İmralı süreci ile ilgili olarak yapmış olduğu açıklamada, aynen şunları söylüyor.

Kuran meseleyi en küçük daire olan aileden başlatarak orada sulhun hayırlı olduğunu söylemiştir. Demek ki, sulh kasaba dairesinde evleviyetle, şehir dairesinde evleviyetle, devlet dairesinde evleviyetle ve cihan dairesinde evleviyetle hayırlıdır. Hangi dairede olursa olsun sulh-u umumyi temin etmeye çalışmak ve barış içinde beraberce yaşanabileceğini ortaya koymak lazımdır. Alev Sünn, Kürt Türk, Laz çerkez şeklinde bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama kızılcık şerbeti içmiştim denilmesi gerektiğini ifade etti.

"Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla(bu kavramlar bu ülkede yaşayan herkese aittir, ayrısı gayrısı olmaz C.T), o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır.

Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhundaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vridtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.

Fethullah Hocanın ki, bugüne kadar başımıza olmadık işler açan olaya karşı bir bakış açısıdır. Yani ey Devleti Aliye sen tamamen haklısın, ama ne yapacaksın ki, başına böyle bir iş geldi, büyüklük sende kalsın, affet, ver verebildiğin kadar denilebilir.

Fakat işin bir başka boyutu var ki, işe o zaviyeden bakıldığında; Fethullah Hocanın çok doğru olan görüşleri biraz eksiktir. Zira Kürtleri ayrılıkçı noktalara götüren, T.C Devletinin, Cumhuriyet ile birlikte verdiği Darvinist, Marksist, Leninist eğitimdir, düşüncedir.

Kürt gençleri özellikle yüksek öğrenime geçtiklerinde Marksist Leninist öğretinin gereği olarak Ulusların Hakları, Ulusların Bağımsızlığı gibi kavramlarla karşılaştılar.

Geriye dönüp baktıklarında bu alanda hiçbir haklarının olmadığını gördüler.

Devletin bu alil eğitiminden kendilerini bir nebze uzaklaştırmayı başaran Muhafazakar Milli İslam anlayışının sahipleri de , gelişmelere işin içinde bölünme parçalanma ve silah olması sebebiyle, düzgün bakamadılar.

Yani İslam için büyük kahramanlıklar yapmış Kürt milleti her iki taraftan büyük abluka altına girdi.

Devlet zihinlerini manüple ettiği, ellerine silah tutuşturduğu insanların bugünkü eylemlerinden birinci derecede sorumludur.

İşin bir boyutu budur.

Diğer bir boyutu ise, Kimlik ve Kültürel haklar konusunda Kürtler hala bir SIĞINMACI MÜLTECİLER konumundadırlar.

Bu insanların nerede ise yakınının lider bildiği kişi ise tutukludur/onlar esir diyorlar/.

Bu ahvalde en zor bildiğimiz barışı nasıl yapabiliriz diye adımlar atılıyor.

Dünde yazdım, bilmiyorum meramımı ifade edebildim mi, barış lafı ciddi olarak konuşulmasın,hemen sapla saman biri birine karıştırılıyor. Yok terör ayrı, Kürt sorunu ayrı, barış için Abdullah Öcalan tek muhatabımızdır, ama ona ev hapsi bile yok, terör ile mücadeleye devam gibi, şimdiye kadar en ilkel biçimde barış yapanların bile kabul etmeyecekleri pozisyonu ileri sürüldüğüne şahit oluyoruz.

Bölgemde biri birleri ile kanlı ailelerin Barış görüşmelerine çok katıldım. Taraflardan zengin olanı, fakir olanı vardı. Barışlarda kimse kimseye bir şey dayatmazdı. Barış yemeği ya beraber verilir veya her iki evde ayrı ayrı yemekler yenilirdi.

Eşit şartlarda ve kardeşçe.

Ne olur egolarınızdan kurtulun ve bir damlasının heba olmasına dayanamadığımız evlatlarımızın oluk oluk kanlarının akışına şahit olmamak için barışa bir şans verin.

Osmanlı 15 Milyon Kilometre toprağını verdi ve barıştı. Bizim şu anda toprak anlamında hiçbir kaybımız yok, unutmayın.