NEYİ İSTEMEDİĞİMİZİ ARTIK BİLİYORUZ
Eklenme: 16.08.2010 00:00:00

PKK eylemlerinin 1 Haziran 2010 tarihi itibariyle pik yapacağı çok önceden belli idi. Çünkü bu tarihten bir ay kadar önce Abdullah Öcalan yaptığı açıklamada, Türkiyenin acilen alması gerken tedbirler olduğunu, bunlara riayet edilmemesinin sonuçlarını düşünmek istemediğini söylemiş, ardından başta dağ kadrosu olmak üzere örgütün kendisini artık dinlemediğini açıklamıştı.

 

Abdullah Öcalan , "ben aradan çekiliyorum, PKK kendisini korur mu korumaz mı, gerekli açılımı yapabilir mi, kendisini yenileme konusunda radikal kararlar alabilir mi alamaz mı bilmiyorum. Siz beni dinlemiyorsunuz, Kandil de artık kendince kararlar almak gerektiği noktasına gelmiş, benim elim kolum burada bağlı, bir şey yapamıyorum, olacklardan kimse beni sorumlu tutmasın" dediğinde; bunun adının açık bir savaş olduğunu herkes görmüştü.

 

Çatışmalara şiddetlenecek, kan gövdeyi götürecekti.

 

PKK nın buna benzer çıkışları ilk değil. İnsanların artık eylem olmayacak, sorunlar demokratik adımların atılması ile çözülecek noktasına geldiği, yani belirli bir rahatlama hissettiği anlarda, PKK hep kendisinin çok güçlendiğine kanaat getirdi ve bu anlarda piyasaya çıkarak ses getirecek eylemler yaptı.

 

Bu anlayış birazda "psikolojik savaşın" bir parçasıydı. Geçen bir yazımda da belirttiğim üzere PKK kendisini güçlü hissettiği her anda en büyük kayıpları verdi. O,saldırı için ortaya çıkmak zorunda olduğu anlarda işin doğası gereği "görünür" olmak zorundaydı. 1 Haziran itibariyle iyice göründü ve yine en büyük kayıpları vererek geri çekilmek zorunda kaldı.

 

Eylemler sonrasında PKK en ağır yaralılarını bile alıp götürüyor. Düşman!!! Bellediği kişilerin eline militanlarının düşmesini ve verdiği kayıpların oranının ortaya çıkmasını istemiyor.

 

Ama işte eylemler sırasında ortaya çıkan ses kayıtlarında; PKK yetkilisinin "helikopterherin gazabından" çok çektiklerini, başlarına bela olduğunu, aşırı kayıp verdiklerini,ağır durumdaki yaralılarını taşımakta zorlandıklarını ve acil desteğe ihtiyaç duyduğunu, öğrenmiş olduk.

 

Benim PKK kendisini en güçlü hissettiği anlarda en büyük darbeyi alıyor tespitim yabana atılmasın. ACABA PKK ya KİMLER HADİ KOÇUM ASLANSIN,PAŞASIN DİYOR ve ONLARI BU SONU GELMEZ GİRDABA SÜRÜKLÜYOR, BAŞLARINA OLMAZ BELALAR AÇIYOR? Zira yine aynı şey gerçekleşti. Karakolların korunmasında bütün aymazlıklara rağmen,kamuoyunun müthiş baskısı sonucu Heronların saniye saniye gösterdiği terör gurupları, helikopterlerin saldırısına uğradı ve çok büyük kayıplar ile onları karşı karşıya bıraktı.

 

Eminim verilen bu büyük kayıpların sonrasında onlarda oturup muhasebelerini yapıyor ve gerilla savaşlarında genelde ortaya çıkan sonucun, PKK bakımından neden tersine işlediğini araştırıyorlardır.

 

Onlar bu araştırmalarını yaparken, şu hususları artık iyiden iyiye hesap etmek zorundalar.

 

PKK bildik gerilla taktikleri ile savaşlarını yürütürken, düzenli bir ordunun sahip olduğu savaş düzenine bile sahip olmayan bir iki aylık askerler, yinede ellerindeki silah imkanları ile PKK ya mağlup olmadılar.

 

Bundan sonraki işler daha çetrefil ve PKK hesabına ağır sorumluluklar getirecek nitelikte.

 

ÇÜNKÜ DEVLETE VERGİSİNİ ÖDEYEN VATANDAŞ, ÖDEDİKLERİ BU VERGİLER İLE DÜNYANIN EN GELİŞMİŞ SAVAŞ SİLAHLARINI ALAN ORDUNUN, SAVAŞ ÖNCESİ BASKINLARDAN KORUNMA TEKNİK SİLAHLARINA DA SAHİP OLMASI SEBEBİYLE, KÖTÜ BİR DURUM MEYDANA GELDİĞİNDE AÇIK AÇIK HESAP SORUYOR.

 

Para ise para, silah ise silah, teknik alet ,edavat,cihaz ise cihaz, alın hepsini ve bu terörü yok edin dediğinde, ilgili ordu birimlerinin vereceği hiçbir cevap kalmıyor.

 

Hele bir de evlatlarının baskına maruz kalmadan önceki görüntülerinin evlerinin için kadar gelmesine rağmen gerekli tedbirin alınmaması üzerine millette doğan tepki, ordu birimlerine tabir caiz ise kaçacak delik bırakmadı.

 

Milletin büyük çoğunluğunda oluşan algı "ÜLKE İNSANI" sadece PKK ile değil, aynı zamanda kendisini düşman belleyen "OLUŞUMLARLA DA" mücadele ettiğidir.

 

PKK karakol baskınları ile çok güçlü olduğu zehabını vermeli ki, "YURDUM İNSANLARI" kendisini tekme tokat döven "ORDUSUNA" daha bir sarılsın, her alanda bir dediğini iki etmesin.

 

Demokrasi mi?

 

Ordunun istediği kadar.

 

İbadet mi?

 

Ordunun istediği kadar.

 

Eğitim mi?

 

Ordrunu istediği kadar.

 

Ekmek mi?

 

Ordunun istediği kadar.

 

Hak mı?

 

Ordunun istediği kadar.

 

Özgürlük mü?

 

Ordunun istediği kadar.

 

Siyaset mi?

 

Ordunun istediği kadar.

 

Ama artık "deniz" de, "kara" da, "hava" da bitti. Tükenmeyen bir şey kalmadı. İleşitim araçlarındaki gelişme, teknolojinin hiçbir katukulliyi es geçmeyecek dinginliği , yani HESAP SORULMADAN , HESABA ÇEKME ÖZELLİĞİ sayesinde, ordunun, sadece ve sadace sivillerin kendisine verdiği görevi yerine getirmek zorunda olduğu ortaya çıktı. Yani hep sağ gösterip sol vurmak devri sona erdi.

 

Zira millet sağında kim var, solunda kim duruyor , bunun bilincinde.

 

Örgütün işi bundan böyle daha zor.

 

Göreceksiniz, 20 Eylül tarihine kadar ilan edilen tek taraflı ateşkes, daha uzun soluklu olacak.

 

Örgütün isteklerinden birisi olarak ortaya çıkan % 10 barajınının bu dönem için % 7 ye, bundan sonraki dönem için % 5 e indirilmesi makulattan sayılmaz mı?