ÖNDE GİDİP GERİDE KALMAK
Eklenme: 28.09.2010 00:00:00

Yıl 2003.

Türkiyenin her ilinden 70 e yakın Avukat TBMM sinde görüşmeler yapmak üzere gelmişler. Kürt sorunu, Abdullah Öcalanın durumu gibi siyasi konuları konuşmak istediklerini bütün Türkiye basından öğreniyor.

Kimse kabul etmiyor. Onlar da Meclis kapısında öylece bekliyorlar.

TBMM si İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış beni arıyor. Cavit Bey biliyorsun arkadaşlar gelmişler, komisyon ile de görüşme yapmak istiyorlar, sen görüşür müsün diye soruyor. Siz katılmayacak mısınız dediğimde, başka randevulu görüşmelerim var. Sen istersen kabul et diyor.

Meclisteki odamda mı yoksa Komisyon salonunda mı görüşeyim (esasen komisyon salonunu kullanabilir miyim) dediğimde, sen bilirsin cevabını almak beni oldukça rahatlatıyor.

Neyse. 70 kişilik heyetten 10-12 kişilik bir gurup ile Komisyon salonunda görüşeceğimi TBMM si Başkanına bildirdim. Görüşme gerçekleşti.

Görüşme sırasında görüntü alan kameramanın Meclis görevlisi olduğunu zannediyordum. Meğer Anadolu Ajansının temsilcisiymiş. Bir anda görüşmede gündeme gelen konular basının ilgi odağı haline geldi. Ve basın mensupları beni soru yağmuruna tuttular.

Avukatlarla görüşmemizde bana Abdullah Öcalannın tecrit durumu soruldu. Ben isim vermeden, TCK nunda çeşitli suçlardan ceza alanların hangi sürelerde ve hangi koşullarda nerede kalacakları bellidir. Bunları aşan uygulamalar var ise yasaya aykırı olur. Ayrıca tarihimizde "özellikli" siyasi mahkumlar için kullanılan İmralı Adasının kötü şöhreti ülkeye zarar veriyor. Abdullah  Öcalan pek ala Sincan Cezaevine getirilip bırakılabilir diye cevapladım.

Bu görüşlerim sebebiyle çeşitli çevrelerden çok eleştiri aldım. Günaydın Gazetesi "Sayın Torun Apoyu al evine götür" diye manşet attı.

Eleştirilere karşı ne diyeceğimi şaşırdım.

Ülkem için, memleketimin güzel insanları için çok doğru olduğuna inandığım, akıllı bir teklifte bulunmuş ve çok önemli bir problemin yağdan kıl çeker gibi çözülmesine katkıda bulunayım istemiştim.

Abdullah Öcalanın İmralıda tecrit koşullarında bir başına kalışı yoğun eleştiri aldı. Ve Devlet oraya tecridin önlenmesi için, hükümlü kimi örgüt mensuplarını göndermek zorunda kaldı.

Ben hala İmralının kapatılması görüşündeyim. İmralı Adası Abdullah Öcalanı küçültmüyor, büyütüyor.

ÖNDE GİTTİM GERİDE KALDIM.

Yıl 2004.

Diyarbakır Gazeteciler ve Yazarlar derneğinde kahvaltılı basın toplantısı yapıyorum. Şahsımın ve Hükümetimin çalışmaları ile ilgili bir sunumda bulunduktan sonra gazeteci arkadaşların sorularını alıyorum.

Kimi hareketlenmeler var. Barış süreci kesintiye mi uğruyor. Örgüt yeniden eylemlere başlarsa, cevabınız ne olacak diye soruyor bir arkadaş.

Gencecik yaşta insanları öldürme üzerine kurulu hiçbir hareketin sonuç alması mümkün değil. Doğru da değil. Kan ve gözyaşı üzerinde halay çekilmez. Bu yanlıştır. Umarım örgüt bu yanlışa bir daha düşmez. Şimdi yapılması gereken şey Türkiyenin dağlarında bulunan örgüt üyelerinin Kandile çekilmesidir. Zira hiçbir Devlet evinin damında silahla oturan kişilere rahatına bak demez, diyemez. Zaten damdaki de keyfi için orada oturmaz. Silah söyleyeceğini söylemiş, iş akil adamların iyi niyetli görüşmesine kalmıştır. Göreceksiniz bir gün gelecek herkes silahlar sussun, yeter artık diyecek ve biz o zaman akıl tutulmasından kurtulmuş olacağız dedim.

Örgüt ve çevresinden bir sürü eleştiri geldi. Gelen haberlere bakılacak olur ise, örgüt Türkiye dağlarından çekiliyormuş. 

Yola erken çıkmışım geride kaldım.

TBMM sine EVE DÖNÜŞ YASASINI sevk edeceğiz.

İç İşleri Bakanımız gurupta sunumda bulunuyor. Sonra görüş açıklamak isteyen var mı diye soruyor.

"Sayın Bakanım değerli arkadaşlar; kısmi af niteliğinde olan bu yasayı çok önemsiyorum. Bundan önce de bu türden birçok kanun çıktı. Hemen belirtmeliyim ki, uygulamadan gelen bir arkadaşınız olarak yasanın içeriğine baktığımda, eve dönmeye karar veren kişilere itirafçılık dayatılıyor. Bu itirafçılık deyimi bizim oralarda İFTİRACILIK olarak değerlendiriliyor. Bu tür yasalardan hem çok az insan istifade ediyor, hem de istifade edenlerin doğru bilgi verdiğine inanılmıyor. Gelin örgüt üyelerini, örgüte ait malzemelerin saklandığı yerleri itiraf etme şartını kaldıralım ve Devlet kayıtlarında örgüte katılmamış olanların, rahatlıkla eve dönmelerini temin eden bir kanun çıkaralım, göreceksiniz çok rahat edeceğiz ve bu toplumsal soruna şimdiye kadar hiç kimsenin atmaya cesaret edemediği bir neşter vuralım" diyorum.

Basında Cavit Torun örgüt üyelerinin affını istedi diye manşet atılıyor, öne çıkıyorum, geride kalıyorum.

Yıl 2005.

Diyarbakır Söz TV de haberler arasında Kadriye Hanımın sorularını cevaplarken Ortadoğu konusuna giriyoruz. Ben "batı dünyası her geçen gün biri biri ile birleşir kenetlenirken, doğu dünyasının bu kadar ayrılık , gayrılığa düşmesini bir türlü anlamıyorum. Ama sizde görüyorsunuz ki, artık eski günler geride kaldı. Türkiye 3 tarafı denizler, dört tarafı düşmanlarla dolu bir ülke olmaktan kurtuluyor. Akıllı politikalar yürütüldü. Hiç kimse ile halledemeyeceğimiz bir sorunumuzun olmadığını göstermeye başladık. Suriye ve Irak ile aramızda hudutlar niye var. Yetmemiş, aramıza mayınlar döşemişiz. Ben bunları çok garip buluyorum ve yakın gelecekte bu sınırların kalkacağına inanıyorum" diyorum. Cavit Torun Türkiye ile Arapların ortaklığı peşinde biçiminde yazılar yayınlanıyor. O gün için öne çıkıyorum, fakat geride kalıyorum. Ama bugün memnuniyetle görüyorum ki,  Suriye, Ürdün, Lübnan ile Türkiye arasında ekonomik ve siyasi işbirliği anlaşması imzalandı. Şimdi bu anlaşmanın daha ileri bir seviyeye götürülmesi için çalışmalar hızlandı. Her ülke değişik başlıklar altında bir konuyu(Ekonomi gibi, bölgesel işbirliği gibi) ele alacak ve başkanlık yapacak. Bu çalışma Ortadoğu için örnek birliktelik olarak değerlendirilmeye başlandı. Göreceksiniz yakında tüm Ortadoğu ülkeleri ve İran da bu projeye dahil olacak.

Türkiye Cumhuriyet yönetimine evrilince yüzünü batıya, sırtını doğuya çevirdi. Onları yok saydı. Böylece gerisinde yıllarca estirdiği soğuk rüzgarların farkına varamadı. Bel ağrılarına tutuldu. Çok şükür iş işten geçmeden kendine geldi. Kayıp kardeşlerin kucaklaşması görkemli oldu. İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Dubai, Fuceyra ile her alanda gelişen samimi ilişkileri bir daha kimse koparamaz.

Batılılardan tarlalarımızı ekinsiz, hayvanlarımızı merasız(terör bu alanları ne hale getirdi) bırakma karşılığında aldığımız krediler, bizi yedi bitirdi. Onların tutkulu emperyal aşkından kurtulunca, doğu dünyası imdadımıza yetişti. Araplar,İranlılar yeniden Türkiyeye gelmeye ve birikmiş sermayelerini yatırımlarımıza yöneltmeye başladılar.

Yoksa 2008 de batıda başlayan Ekonomik kriz bizi teğet geçer mi idi?

Sözümüzü başlığa uygun bitirelim.

Hiçbir ön fikrin(veya öne atılmanın) mazinin derinliklerinde tarihin çukurlarına gömülüp kalma ihtimali yoktur.

Tohum sağlamsa meyve verecektir.