SÜMBÜL DAĞI
Eklenme: 22.01.2013 00:00:00

Babam asker olduğu için çok yer değiştirdik. Kökleşemedim bu yüzden. 2.5 yıl Hakkari'de yaşadım. 13-14 yaşındaydım. Hayatımın en güzel dönemlerinden biridir. Dağların ortasında toprak evlerden oluşmuş, neredeyse hiç ağacı olmayan ve 8 aya yakın yolların kapalı olduğu, daracık sokaklarından iki arabanın geçemediği, gazete okuma imkanının olmadığı bir yerdi. Irak radyosu dinliyorlardı ve Kürtçe konuşuluyordu. Ben de öğrenmiştim. Arkadaşlarım Kürttü. Güzel insanlardı. çok masumlardı. çocuk aklımla hep düşünürdüm. Bunlar nasıl insanlar, nasıl bu kadar sınırlı bir yaşamla yetinebiliyorlar, derdim.

Batı insanının daha hırslı, daha aç gözlü olduğunu düşünürdüm. Ne zamanki öğrendiler hayatın hiç onların bildiği gibi olmadığını, işte o gün terör başladı diye düşünüyorum. Efkar Köprüsü vardı. Altından da ince bir su geçerdi. Akşam üzeri herkes yanına eşini dostunu alarak yürüyüşe çıkardı. Bir aktivite oluyordu onlar için. Bir hastanesi vardı ama hiç doktoru yoktu. Sümbül Dağı'na aşıktım. Mavi denilince hayatım boyunca hep Sümbül'ün mavisi aklıma gelir. Sümbül'e bakar saatlerce kilitlenirdim. Bana bir terapi gibi gelirdi. Kar yağdığı zaman kendinizi masal dünyasında zannederdiniz. O zamanlar terör yoktu. Mesut Barzani'nin babası Molla Mustafa Barzani zamanında sınır karakoluna 6-7 ayda bir bomba düşerdi. Molla Mustafa Barzani attı diye konuşulurdu.

Yılmaz Erdoğan bir Kürt ailesinin çocuğudur. Amcası Namık Erdoğan Sağlık Bakanlığı'nda müfettişti. Başbakan Tansu çiller'di. Susurluk zamanıydı. Birçok yolsuzluk olayını yakalamış ve bu dosyalar çantasında ve Başbakan'a bunları anlatma niyetindeydi. Kararlıydı bu konuda. Ben hep uyardım onu. Evlisin, çocukların var diyerek. Susurluk Olayı'nın daha içyüzünü bilmiyorduk ama biraz dikkatli olan ve satır aralarını iyi okuyanlar aşağı yukarı neler döndüğünü kestirebiliyordu. Şimdi böyle bir insanın Sağlık Bakanlığında yolsuzluk dosyaları ile çiller'e gitmesi beni dehşete düşürdü. Yalvardım. Aileni düşün dedim o ise Ben bu memleketin ekmeğini suyunu yedim, bu görevim, yapmak zorundayım dedi. Dediğini de yaptı. Kaçırdılar Kırıkkale'de öldürdüler. O Susurluk'un ilk şehitlerinden biridir. 1980 temizlenmemiştir. Onun devamı Susurluk'tur. Susurluk kesinlikle temizlenmemiştir. Bugün hl Susurluk'un devamını yaşıyoruz ama kimse bunu konuşmuyor...

Leman Sam bunları söylüyor.

Ve biz Kürt sorunu yok, Kürt kardeşlerimizin sorunları var diyoruz.

Öyle olsun.

İsim önemli mi?

Bu ülkede başkasına üstünlük tanımayan, herkesin eşit olduğu bir kimlik oluşturabildik mi?

Türkler Kürtlere bize şu hakkımızı ver, bizi şu işten mahrum etme, dilimizi kullanma imkanına kavuşalım, eğitimimizi yapmamıza engel olmayın, bakın Bulgaristan bile hakkımızı kabul etti, siz neden kabul etmiyorsunuz diyorlar mı?

Bunları hala kim söylüyor? Niçin?

Öyle yüz yıl falan değil, bin yıldan beri ezildik, horlandık, gelişmelerden uzak tutulduk, daha yeni yeni yol yordam sahibi olduk, ama aradaki mesafe o kadar açık ki, uçurumlar var, bir türlü açılan kollara ulaşamıyoruz diyor Kürtler.

Hep bize size şunu da verdik, bunu da verdik diye baş kakıyorsunuz, ya alıp götürdüklerinizi hiç hesap ettiniz mi? Mesela Petrolü, mesela suyu, elektriği, enerjiyi, mesela kıymetli madenleri

Kuran siz onlar gibi(Yahudiler ve Hıristiyanlar) gibi olmaz iseniz, size dost kabul etmezler diyor. Kürtler de bu ülkede elbette bir takım haklara sahiptirler. Fakat onların sahip oldukları bu haklar ancak Türk kimliği ile elde edilebiliyor. Ve bir Kürt bu ülkede yaşamak istiyor ise, bu kimliğin bütün gereklerini yerine getirmek zorunda. Türkçeyi en iyi şekilde öğrenecek, eğitimini bu dille alacak, şarkıları türküleri bu dille söyleyecek, romanı bu dille, Antebin kalesine astılar fermanımı eman eman eman, Urfa Mardin beyleri le kestiler fermanımı türküsünü de bu dille terennüm edecek. Peki kötü mü? Hani biz çocukken derdik ya hiçte bilem niye kötü olsun. Türkçe az mı güzel bir dil? Peki Kürtçenin ne kalır yanı var? Hani diyoruz ya acaba bu ülkede, düzgün bir yaşantı sürmek için kaç kişi Kürtçe öğrenmek zorunda, hiçbir Türk şimdiye kadar kendisini KÜRTçE öğrenmekle yükümlü hissetmiş mi? yooo. Ya Kürtler? Hemen hepsi Türkçeyi en iyi şekilde öğrenmezler ise, yaşamlarını sürdürmelerinin imkansız olduğunu biliyorlar. Şimdi kalkıp bu onlar için bir eksiklik mi, yoksa fazlalık mı diyebilirsiniz? Doğru bu bir eksiklik değil, o halde bu fazlalıktan neden Türkler istifade etmek mecburiyetinde değiller.

İşte ismini ister Kürtçülük koyun, ister Kürt Kardeşlerin sorunu deyin. Değişen ne var? Elbette bu ülkede en yakın tarih olarak 1990 lı yıllarda Kürtlerin bir kısmı ayrılıkçı zihniyeti içlerinde barındırıyor, ayrı bir ülke hayal ediyorlardı. Olmadı, başaramadılar, daha doğru bir deyim ile Kürtlerin kahir ekseriyeti, böyle bir şeyi istemedi, birçok defa teşebbüs edilen halk ayaklanmalarına Kürtler fırsat vermedi, itibar etmedi.

Bunun üzerine olaylara önderlik edenler verdikleri ve çektikleri acılar sonrasında bu işin istedikleri biçimde gitmesinin mümkün olmadığını/hatta imkansız olduğunu/ anladılar.

Şimdi onlarda ayrılıkçı fikirlerin yenilgiyi uğradığı yolunda yerleşmiş bir inanç var. Ama halk yok olmadı. Halkta isteklerin değil, metotların yanlış olduğu inancı hakim olmaya başladı. Bu metot farklılığı zulümden mazlumiyete dönüşmenin de işaretlerini beraberinde taşıyor.

Bir insan mazlum duruma düşmesin, arşı ala ihtizaza gelir. Küfrün/inkarın/ sonu vardır, fakat zulmün sonu yoktur. Rabbin küfre müsaadesi var, zulme yoktur diye tarif edenler de var.

Zannediyorum Sayın Başbakan o sebeple olaya Kürt kardeşlerimin sorunu diye yaklaşıyor. Bu ülkede herkes gibi/örneğin Müslümanlar/ Kürtlerin de mağduriyete, mazlumiyete maruz kaldıklarını ifade ediyor.

Şimdi bir Müslümana sorsan, İslamiyetimi yaşamama engel olan her şey benim için zulümdür diyecektir. Hemen tamamı Müslüman olan Kürtlerin mazlumiyeti bu durumda iki katına çıkmış olmuyor mu?

Sünbül dağının altında efkar köprüsü var. Köprünün altından yine ince bir su akıyor. Ve çok şükür biz bunların hepsini çıplak gözle görebiliyoruz. Ve bir baharda Leman Samın Kürt arkadaşları ile efkar köprüsü etrafında Türkçe ve Kürtçe şarkılar eşliğinde, güle oynaya efkar dağıtmasının günlerini gözlüyoruz.