TÜRKİYE YİTİĞİNİ ARİZONA ÇÖLLERİNDE ARIYOR
Eklenme: 27.03.2012 00:00:00

İkinci dünya harbinden sonra Türkiye dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkesi haline gelen ABD nin yanında yer almaya başladı.

Türkiye 1952 yılında Kuzey Atlantik ittifakına, yani NATOya Yunanistan ile birlikte dahil oldu.

Arkasından Marshall yardımları başladı.

Bu yardımlar daha ziyade askeri nitelikte idi.

Türkiye ve Yunanistana her yıl belirli oranda bir para AB Başkanlığının önerisi üzerine Kongre tarafından tahsis ediliyor, ama bu para doğrudan Türkiyeye yollanmıyordu.

Kongre tarafından Türkiyeye tahsis edilen para ile, Türkiye ABD firmalarından ihtiyacı olan!!! Silahları alıyordu.

Yunanistan da öyle.

Bu yardımlarda 2/3 dengesi gözetiliyordu.

Yani Türkiyeye 750 Milyon dolar veriliyor ise, Yunanistana 500 Milyon dolar tahsis ediliyordu.

Kongre tarafından yardımların görüşüldüğü günlerde, siyasi, askeri ve sivil toplum kesimlerinden eleştiriler yapılıyor, biz Yunanistanın 4-5 katı büyüklüğündeyiz, neden aramızda ikiye üç kuralı uygulanıyor diyorlardı.

Ben de çocukluktan çıkış, gençliğe geçiş dönemlerimde, adamlar size bedava para veriyor, ister üç verir, ister beş verir, bunun tartışması mı olur, işin özünü hiç konuşmuyoruz, bu adamlar bize söz konusu parayı niye veriyor ve bizden ne tür mükellefiyetler bekliyor, mühim olan bunu tartışmaktır diyordum.

ABD kocaman kocaman silahlar yapmış, etrafa dehşet salan ve stratejik özelliği bulunan yeni patlayıcılar keşfetmiş, onun emrine ram olmaktan, bize yapmış olduğu yardımı seve seve almaktan başka çare yok aymazlığı tüm insanlarımızın aklını satın almıştı.

Gücü kuvveti yerinde olduğu halde çalışmayan, onun bunun verdiği bir parça ekmeğe tenezzül eden hint fakiri haline getirilmişti ülke.

Türkiye güya Natonun Güneydoğu kanadını oluşturan bir ülke durumundaymış, Sovyetlerin yayılmasını önlemede büyük rol sahibiymiş, o nedenle bu yardımı almak bizim hakkımızmış gibi çocuk aklı kandırmacılığına iyice yatmış durumdaydık.

1917 devrimi sonrasında Sovyetler kuruldu. Adamların hiçbir mecburiyetleri olmadığı halde Karsı, Ardahanı terk ettiler. Yalansa yalan söylesinler, gittik, savaştık ve buraları geri aldık desinler.

Türkiyenin Natoya girmesi anına kadar, yani 1952 yılına kadar, Sovyetlerin Türkiyeye tek bir kurşun attıklarını söylesinler, biz de buradan Türkiyenin Natoya girmesinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu söyleyelim.

1974 Kıbrıs Barış harekatını yapan Türkiyeye başta NATO olmak üzere bütün batı ülkeleri düşman oldular.

Ayrılıkçı sol hareketler birden bire büyük gelişme gösterdi. Her gün 20 den fazla insan sokaklarda öldürüldü.

Ambargolar uygulandı.

1979 yılına geldiğimizde ambargo sebebiyle batılı ülkelerin bizimle ticaret yapmamalarından ötürü 5 sente muhtaç hale geldik.

1980 ihtilalini duyan Pentegondakiler bizim çocuklar başardı diyerek kadeh kaldırdılar.

Suriyeden çıkmak zorunda kalan PKK lılar birinci körfez harekatı ile Kandile ABD liler eliyle yerleştirildi. Irak savaşına katılmayı reddeden Türkiye, ABD nin eliyle yürütülen Kandilin iskanına seyirci kaldı.

10 yıldan beri fiilen Irakı işgali altında tutan ABD, Kandil üst yönetiminden bir tek kişiyi alıp Türkiyeye teslim edemez miydi?

Türk Askerlerinden hem de subay seviyesinde 10 dan fazla kişinin başına çuval geçirmesini biliyorlar, bu onlar için zor bir şey olmuyor, dağdan Ovaya inen Osman Öcalanı olsun alıp Türkiyeye teslim etmek zor oluyor!!!

Yıllarca ABD ye şeytan diyenler, allem kallem yeniden şeytanın mihverinde dönmeye başladılar.

Alın Suriye olayını.

Türkiye Ak Parti iktidarına kadar üç tarafı denizler, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke konumundaydı.

Batı ülkeleri ve özellikle ABD, Türkiyenin komşu Müslüman ülkelerle işbirliğine girmesini asla istemiyor, gelişme istidadı en yüksek İslam Ülkesi olan Türkiyenin, bu işbirliğine girmesi ile batıdan kopacağı ve ortadoğuda yepyeni bir gücün ortaya çıkacağından ciddi olarak endişe ediyorlardı.

1 Mart Tezkeresinin reddi ile Türkiye gerçek manada kendine geldi ve bulunduğu coğrafyadaki insanlar da, işte tamam bu, körle yatmadığı için Türkiye bize şaşı bakmıyor, ona sonsuz şekilde güvenebiliriz dediler.

İran ile Suriye ile Irak ile, Mısır ile, Fas, Tunus, Cezayir ve Libya ile, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile Türkiye yeniden tanıştı.

Büyük dostluklar oluştu.

877 kilometre uzunluğunda olan en büyük komşumuz ile çat kapı görüşmeler başladı.

Ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı.

Ufukta hiç de düşmanlık yok iken,

Arap baharı uyarınca esen rüzgara Suriye rejiminin bir anda teslim olması istendi.

Hem de Türkiye tarafından.

Hafız Esedi ben hiç sevmemiştim.

Oğul Beşşar Esed daha bir ılımlı kişilik çiziyor ve kendisi ile diyaloğ kurulacak en kolay insanlardan birisi olarak gözüküyordu.

Ona karşı öyle salvolar atıldı ki, o da anasından emdiği sütün bu kadar kolay burnundan getirileceğini herhalde yeni öğrendi.

Sayın Başbakan onunla diyaloğ kanallarını kesmek istemese idi, bugün Suriye bu durumda olmazdı.

Suriyeye bir anda Anayasanı değiştir, yeni seçim kanunu çıkar, hatta ülkeyi terk et, şuraya buraya yerleş denilince, bizde bir laf var, kör dara sıkıştırılmış oldu.

Dara sıkışan Esed, şimdi masum insanların kanına giriyor.

Ve Suriyeliler Türkiye bizi ayağa kaldırdı, şimdi neredeler diyor.

ABD istemese idi, Türkiye büyük dostluklar oluşturduğu Suriyeye böyle davranmazdı.

ABD sanki Suriyeye Demokrasi gelsin, insanlar özgür iradeleri ile seçmiş oldukları kişiler vasıtası ile idare edilsin mi istiyor.

HAYIR HAYIR HAYIR

MÜTENEBBİH/UYANIK/ OLUN.

ABD sadece ve sadece İsrailin hayrı için Türkiye dahil hiçbir Ortadoğu ülkesinde insanlar rahat yüzü görmesin, karışıklık sürsün kervan yürüsün istiyor.

Hani Irakta Saddam rejimi gidecek ve buraya Demokrasi ve kamil manada insan hakları hakim olacaktı.

Ne oldu?

Milyonlarca ölüm, milyonlarca dul, yetim, öksüz insanlar, darman duman olmuş, yıkılmış ve başta petrol olmak üzere zenginlik kaynaklarına el konulmuş harap bir ülke kaldı geriye.

ABD zaman zaman Türkiyeyi allıyor, pulluyor, öne çıkarıyor, sağa sola çakacak laflar söyletiyor, ama gerisini getirecek desteği vermekten kaçınıyor, işte o zamanda ülke cascavlak ortada kalıyor.

Zaten bu durumdan Sayın Başbakan da şikayet etmedi mi?

Libya konusunda oluşturulan koalisyonun neden Suriye konusunda oluşturulmadığını ve Suriyenin masum halkına neden yeterli destek verilmediğini söylemedi mi?

30 seneden beri dikta rejiminin oluşturduğu Anayasa ile idare edilen Türkiye, hala bunu değiştirip değiştirmeyeceği belli değilken, birden Suriyelilere 3 ayda şunu yap, beş ayda bunu gerçekleştir denildi.

Sevgili dostlar mesele şudur.

Türkiye yeniden kendi öz vatanından, öz coğrafyasından soyutlanıp, Arizona çöllerine atıldı. O toz duman içerisinde gerçeklerden çoookkk uzaklara düştük.

Şimdi diyelim ki, Rusya, çin, İran gibi ülkelerin muhalefeti kırıldı ve batılı ülkeler Esed rejimini karşı harekete geçtiler ve onu devirdiler.

Böyle olunca Suriyeye demokrasi gelecek mi, istikrar oluşacak mı?

Ben hemen söyleyeyim.

Suriye Iraktan beter hale gelecek, yıllar yılı sürecek iç çatışmalar alıp başını gidecek.

O zaman bu ölenlerin hesabı kime sorulacak?

Bizde şimdi şöyle bir hava oluştu.

ABD ye de akıl veriyoruz, şunları şunları da biz idare ediyoruz.

Türkiyenin ve halkının muhalefeti önlenip, dünya Müslümanlarının kalbine yeniden yeniden bıçaklar sokuluyor.

Irak işgal altında, Afganistan İşgal altında, Suriye darman duman, İran vuruldu, vurulacak.

Ortadoğuda kolu kanadı kırık Türkiye, sıranın kendisine gelmesini bekliyor.

Ona rağmen Türkiye yitiğini Arizona çöllerinde arıyor.