TUZ KOKARSA 2
Eklenme: 14.04.2009 00:00:00

Türkiyenin en büyük derdi arazilerindeki/göllerindeki büyük tuz yataklarına ve bunların taze taze çıkarılarak ülkeye servis edilmesine rağmen, resmi kurumlarındaki örneklerinin kokmasıdır. İnanın Türkiyenin bundan büyük derdi yoktur. Türkiyenin resmi kurumlarındaki tuzları kokmaktadır. Siyasete girmeden öncede bas bas bağırıyor ve yazıyordum. Arkadaşlar memleketin tuzunu şu Adliye yolunun İzzetpaşa caddesindeki Bakkal Hasan kokutmuyor, bu insanların yolsuzluk, molsuzluk ile bir ilgileri yok, milletin tuzunu,maalesef tuzu kuru olan okumuşlar kokutuyor. Bakın büyük hırsızlık, yolsuzluklara, hemen hepsinde okumuş,umur görmüş insanlar var. Bunları bu hale getiren nedir? Eğitim sistemimiz neden hırsız üretiyor, bu işte bir yanlışlık yok mu? diyordum ve yazıyordum. Hani sadece Diyarbakırlıların değil, aynı zamanda olaydan tüm Türkiyenin de haberdar olduğu bir konuyu gündeminize taşıyayım, hatırlatmış olayım. İsim vermiyeyim, zaman geldi geçti. Bir Başsavcı arkadaşımızın Diyarbakırdan bir başka ile tayini çıkmıştı. Bu kişinin siyasettede gayet iyi işler yapacağından falan söz ediliyordu. Savcı bey için Dicle Üniversitesi sosyal  tesislerinde bir gece düzenlenmiş ve kendisine hediyeler verilmişti. Bir insanın görev yaptığı yerden bir başka ile naklinde adına gece düzenlenmesi, yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine teşekkür edilmesi, gecede duygusal anlar yaşanması bence de güzel bir şey. Her fani yaptığı hizmetler karşılğında insanların kendisine vefa göstermesini ister ve bundan hoşnut olur. Tabii bu hediyelerin gerçekten bir hediye niteliğinde olması, haksız bir kazanç şekline bürünmemesi lazım. Ama işte o gecede öyle olmadı. Hani ülkemizin kimi yörelerinde /özellikle Elazığ ilinde gördüm/ düğünler yapılırken bir çığırtkan ortaya çıkar ve "şimdi takı törenine geçiyoruz" der ve yakınlar artık Allah ne verdi ise getirip takdim ederler. İşte bu esnada çığırtkan başlar dayısından bir bilezik, amcasından gerdanlık, teyzesinden 250 lira, halasından hasır bilezik, ninesinden üçlü burma, komşu Hatice hanımdan 100 lira, Kaya ailesi adına Zübeyr dayıdan 50 lira, Ayşe Özburmadan 20 lira ve böyle gider. İşte bizim Savcımıza da öyle bir tören düzenlenmiş ve şu iş adamından 3 tek bilezik, şu Avukattan bir bilezik gibi hediyeler Savcı beyimizin hanımına sunulmuş ve bu tören televizyonlarda bangır bangır ilan edilmişti. Ben hem ilimiz , hem Baromuz, hem iş adamlarımız adına olaya çok sinirlenmiştim. Ya nasıl olur Diyarbakır gibi bir ilin en önemli kurumları böyle bir şeye alet olurlar. Bu olay bir hediye verme niteliğini aşmış ve doğrudan kişiyi zenginleştirme ve bir anlamda  Milletin önünde rüsva eden hale dönüşmüştür. Bu kabul edilemez demiş ve zenginleştirme amaçlı hediyelerin Millete iadesi için dava açmıştım.Çünkü bu hediyelerin bir kısmı kurum ve kuruluşlar adına takdim edilmişti. Dava açmaktaki kastım elbette bu altınların geri verilmesini sağlamak değildi. Çünkü böyle bir davanın en azından husumet yönünden reddedileceğini biliyordum. Fakat amacım konuyu kamuoyuna mal etmek ve böylece yapılan işin yanlışlığını ortaya koymaktı. Zaten araya aracılar girdi, konu kamuoyuna mal olunca, ben davamdan feragat ettim. Açtığım bu dava o zaman Ulusal gazetelere konu oldu, hatta Milliyet Gazetesinden Hasan Pulur dava dilekçemi köşesine taşıdı. Yaptığım girişimden sitayişle bahsetti. Şimdi gelelim buna benzer bir olaya. İzmir ilinde kendisinden süper Savcı olarak söz edilen bir şahıs var. Murat Gök. Murat bey İzmir ilinde bir çok ağdalı, akçeli işlere haksız yere bulaşan,milleti, memleketi soyup soğana çevirenler için operasyonel mahiyette soruşturmalar açtırdı. Yüzlerce kişinin Adli Makamlara hesap vermesini temin etti. Geçen hafta bu Savcı beyin İzmir Başsavcılığının bir tasarrufu olarak soruşturma yetkisi elinden alındı ve duruşmalara çıkmasına karar verildi. Savcı bey bu olaya çok sinirlendi ve soruşturma savcılığından,duruşma savcılığına getirilişinde Bakanlığın tasarrufunun bulunduğunu,eğer ben bu görevden alınmasa idim 3/ 4 bin kişiyi kapsayan yeni soruşturmalara girecektim, bu engellenmiş oldu gibi açıklamaları ile bir anlamda Adalat Bakanlığı suçlanmış oldu. Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin bey , bu tasarrufun Bakanlığı ile bir ilgisinin bulunmadığını, işlemin tamamen İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının rutin bir işlemi olduğunu söyledi. Bu arada Savcı Murat Gök beyin , Bakanlığı ilzam eden sözlerinin "talihsiz bir açıklama" olduğunu Mehmet Ali Şahin bey ifade etti. Bütün bunlardan sonra yepyeni bir durum ortaya çıktı. İzmir Barosu Avukatlarından Ahmet Salih Gürsoy, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vererek süper Savcı Murat Gökün kullandığı 35 UV 687 Plaka sayılı 2007 model Ford Focus Sedan Otomobilin,İzmir 1.Ağır Ceza Mahkemesinde Akaryakıt kaçakçılığından sanık olarak  yargılanan Mehmet Uzun, Şehmus Gülbeyaz ve Murat Gülbeyazın sahibi olduğu firma üzerine kayıtlı olduğunu ve araştırılamsını istedi. Bu dilekçe üzerine Savcı Gök , söz konusu aracı satın aldığını, ancak üzerine geçirmediğini, bu dönemde çeşitli spekülasyonların yapılabileceğini açıkladı. Şimdi soralım bakalım Savcı beye, İzmir ilinde aracını satın alacağın başka firma mı yok? Haklarında akaryakıt kaçakçılığından dava bulunan kişilerin aracını gidip almanız tesadüf mü? Madem aracı satın aldın, neden şimdiye kadar üzerine geçirtmedin? Hastayım diye 20 gün rapor alıyorsun, o arada istifa edip etmeyeceğimi düşünüyorum diyorsun, şikayet dilekçeleri ortaya çıkınca, rapor maporu bir tarafa bırakıp, hemen işe koyuluyorsun, bu ne kadar etik? Hasta değilsen niye rapor aldın, o doktor sana bu raporu nasıl verdi, nasıl bir teşhis koydu? Hakkını yemileyelim, Savcı Beyi şikayet eden Avukat bey de, Organize suç örgütlerinden ele geçirdikleri çekleri, senetleri tahsil etme suçundan yargılanıyormuş Hah hah haaahhh. Tuz kokuyor tuz.